Katliamın Yöreye Etkileri
Bir toplumun varoluşu; elbette geçmişte yaşadığı trajedi ve travmalar ile başarı ve kahramanlıklarından bağımsız olarak ele alınamaz. Bu yönüyle toplumun varoluşunu gerçekleştirmesi geçmişinden bağımsız olmayacağı gibi, geleceğe yönelik stratejilerinden bağımsız olması da düşünülemez. Toplumun kendi varoluşuna süreklilik kazandıracak en önemli argümanı ise, sonraki kuşaklarını korumayı hedefleyen bir mantık örgüsü geliştirmesine bağlıdır.
Bunun somut örneği, benim açımdan 1927 yılının Ekim Ayı’nda Bingöl’ün Solhan İlçesi Guew Köyü’nde Pêçar Tenkil harekâtı çerçevesinde yaşanan trajedidir. 1925 tarihli Şeyh Said başkaldırısına bölgenin verdiği destek nedeniyle cezalandırılması hedeflenmiştir. Yöre halkının etkisizleştirilmesini amaçlayan Bicar-Pêçar- Tenkil Harekâtı çerçevesinde gerçekleşen katliam hatta jenosid denilecek uygulamaya uğrayan köyümde bu etkileri iliklerime kadar yaşadığımın farkındayım. Köyün uğradığı katliamdan sonra, sağ kalanların takındığı tutuma kısmen de olsa yaşayarak şahit olanlardanım. Katliam sürecinde yaşanan olaylar dizisinin, üzerinden doksan küsur yıl geçmesine rağmen köy üzerinde yarattığı etki ve trajediyi bizzat teneffüs edenlerdenim. Bu nedenle psiko sosyal anlamda oluşan trajediyi daha kolay tarif edebileceğime inanıyorum. Bir soykırım olan bu trajedinin, aynı zamanda insanlığa karşı da işlenmiş en büyük suçlardan biri olduğunu da müşahede edenlerdenim.
Genelde Kırd/ Zaza bölgesinin, özelde ise Guew Köyü’nün yaşadığı bu trajedi ve soykırım daha sonraki nesilleri üzerinde sosyal, kültürel, psikolojik ve ekonomik olarak önemli sorunlara neden olmuştur. Katliamdan sonra, bölge ve köy kendisini geleceğe taşımak adına, belki de koruma duygusunun verdiği bilinçsiz bir tutumla, geliştirdiği bazı temel argümanlar varlığına süreklilik kazandırmayı hedeflemiştir. Katliamın bölgede ve köydeki yaklaşık iki kuşağın tamamıyla değişmiş olmasına ve sonraki ikinci kuşağın da yetişkinlik evresine ulaşmış olmasına rağmen, izlerinin hala canlı olması, ancak trajedi ve soykırımla anlatılabilir. Buna rağmen yaşam devam ediyorsa, sağ kalanların geleceğe yönelik perspektifi nasıl oluşturduklarına bakmak gerekiyor.
Bu çerçevede kendi köyümün deneyimini de dikkate alarak yörede yaptığım çalışmalar sırasında edindiğim izlenimler üzerinden oluşan etkileri ifade etmeye çalışacağım. Bence yöre insanının günlük yaşamının her alanına yansıyan bu katliam gerçekliğinin olduğu gibi derlenip aktarılmasından öte, nasıl anlaşılmakta olduğuna ait gerçekliği daha önemlidir. Dolayısıyla buradaki gerçekliğin yörede nasıl anlaşılmakta olduğu sorunu önem kazanmaktadır. Yaşanmış gerçekliğin olduğu gibi ortaya konması tarih ve tarihsel süreç açısından önemlidir. Bunun sadece politik ve ideolojik bir zemin üzerinden anlaşılması ise sorunun özüne yönelik anlaşılmayı problemli hale getirecektir.
Bu nedenle; yaşanan gerçekliğe ait duygusal ve tepkisel dışa vurumlar, akılcı bakış tarzını engelleyecek nitelikler ortaya koymaya sebebiyet verebilir. Bunun için hem eğitimini aldığım Sosyoloji ve Psikoloji bilimlerine ait kavramsal çerçeve içerisinde hem de farklı Sosyal bilim kavramları çerçevesinde ele almaya çalışacağım. Elbette etkilenen biri olarak tamamıyla yansız bir tutum sergileyeceğimi de ileri sürmemekteyim. Şeyh Said Başkaldırısının ve Pêçar Tenkil Harekâtı olaylarının yarattığı travmatik özelliklerin sıralanması, bölge ve köy üzerindeki yansımalarının Sosyal bilimler çerçevesinde ele alınması bir nebze de olsa açıklamayı kolaylaştırıcı hale getirecektir.
Eğer Şeyh Said Başkaldırısına ve 1927 Pêçar Tenkil Harekâtı sürecine bu çerçevede bakarsak, gerçekliği belki tüm yönleriyle ortaya koyabiliriz. Ancak bunu ortaya koyma aşamasından sonra, çözüm için devreye politika ve siyaset girebilir. İşte o zaman toplum, bölge ve köy açısından sağlıklı çözümler üretilebilir. Böylece toplumsal bilinçaltı doğru verilerle boşaltılabilir.
Bu aşamalardan geçirilmeden, bu tür gerçekliklere el atamaya çalışan siyaset veya devlet aklı; sadece son kırk/elli yıldır yörede yaşananlara benzer sonuçlar üretmekten başka bir işlev göremeyecektir[1]. Yani gerçekliklere ait çözüm önerileri kirletilmeden, politikleştirilmeden ve devlet adına ideolojik tutumla donatılmadan ortaya konulabilirse ancak çözüm için anlamlı nitelikler taşıyabilir.
Bölgede bugün yaşananlar akılcı bir bakışla ele alındığında; özelde Guêw köyünün 1927 yılında yaşadığı dramatik travma ve soykırımın devletin tutumundan kaynaklandığı izan sahibi olan insanlar tarafından açıkça görülecektir. Bu tür olaylarda tarihi vesikalar ve Sosyal bilim verilerinin kullanılması gerçekliğin açıkça ortaya konulmasına hizmet ettikleri oranda anlamlı olabilirler.
Günümüz devlet siyaseti ve politikası hala sorunu doğru anlamak istemediğinden olsa gerek çözüm için adım atmamaktadır. Hatta sorunu iç düşman ve terör üzerinden ele alması olayın ve sorunun çözümü için hevesli olmadığı da göstermektedir. Topluma sorunu algılatma biçimi de yanlış olduğundan çözümsüzlüğe katkı sunmaktadır[2]. Oysa bu travmaları bölge halkı; son kırk yıllık süreçte de doksan yıl önceki süreçte de yaşamıştır yaşamaktadır. Halkın bu travmatik yaşamı önemsenmeden geliştirilecek olan her tür söylemler, günün birinde bodoslama biçimde bir yere saplanıp kalacaktır.
O halde bu travmaları yaşayan halkın içinde olmayacağı her türlü çözüm ve çözüm önerileri de havada kalmaya mahkumdur. Devletin, o gün yaptığı gibi bugün de travmaları yaşayan halkın yeni nesillerini homojenik bir algılama boyutuna indirgeyerek terör bağlamı içinde ele alması, başını kuma gömmekten farksız bir anlayıştır. Dolayısıyla süreç içerisinde yaşanan travmaların etkisiyle farklılaşan toplumsal dinamiklerin tümünü dikkate alan bir bakış açısı üretilmek zorundadır. Bu tür bir bakış açısı üretildiği zaman çözüm yolları kendiliğinden devreye girecektir.
Çalışmalarım sürecinde elimden geldiği kadarıyla ulaşabildiğim ve gördüğüm tanıklar ile tanıkların tanığı olan üst kuşağım olan çeşitli kişilerden derlediğim bilgiler ışığında bu etkileri ele almaya gayret ettim. Temel amacım; özelde köyüm açısından genelde bölge açısından duygusal bir trajedi olan ama insanlık açısından soykırım olan bu katliamlara yönelik olarak zihinlerde sürekli olarak var olan “acaba” sorusunun gerçek cevabını bulmaktır. Bu çerçevede toplumun, kuşağımın ve gelecek kuşakların, olan biteni net bir biçimde öğrenmesine ve anlamasına katkı sunup gerçeklerin belirlenip ortaya çıkmasını sağlamayı öncelikli hedef olarak görmekteyim. Şimdi bu etkileri tek tek ele alalım.
Sosyal İlişkilere Etkileri:
- Şeyh Said Başkaldırısı ve Peçar Tenkil Harekâtı sürecinde yaşanan katliamlarda yöre insanının kısmi de olsa yer alması bu tarihten sonra yöre de güven sorunu oluşturmuştur. Toplumsal anlamda oluşan en önemli sorunlardan biri toplumda karşılıklı güven sorununun oluşmasıdır. Özellikle olayların yaşanmasında yörede milislerin devlete yol göstericiliğe soyunması, aşir veya köylerin birbirine karşı daha temkinli davranmaya yöneltmiştir.
- Devletin aleyhte propagandasının etkisiyle Pêçar Tenkil Harekatındaki katliamlara sebep olarak başkaldırıdan kalan bakiyelerin gösterilmesi de bu güvensizlik ortamının oluşumunda etkili olmuştur. Devletin bu propagandası öncelikle Şeyh Said başkaldırısına katılan kesim ve güçlere yönelik toplumsal koruma duygusunun azalmasına sebep olmuştur.
- Toplumda köyler ve aileler arasında oluşan bu güvensizlik ortamı içe kapanmaya yol açmıştır. Doğal olarak süreç içerisinde sosyal çevre alanının daralmasına sebebiyet vermiştir. Örneğin yörenin ileri gelen aileleri arasında evlilik yoluyla kurulan akrabalık ilişkilerinde azalmalar oluşmuştur. Dolayısıyla çevrenin daralması sonucu yörede toplumsal bağlar da zayıflamıştır. Bu çerçevede Guew köyünün daha önce çevre köylerle oluşturduğu bu tür ilişkilerde gerileme olduğuna şahitlik etmekteyiz. Daha önceleri bölgedeki neredeyse tüm önemli ailelerle evlilik yoluyla akrabalık ilişkileri geliştiren köy içe kapanarak toplumsal yalnızlık itilmiştir. Çevrede milislerin devlete yol göstericiliğe soyunması köyün kalanlarında koruma duygusu çerçevesinde özellikle bu insanların olduğu diğer köylere yönelik güven sorunu oluşturmuştur.
- Bu durumların bir sonucu olarak bölgede köy içi evliliklerin arttığı görülmüş ve bir içe kapanma yaşanmıştır. Bölgede köylerin katliamlar sonrası demografik yapıları incelendiğinde bu durum rahatlıkla görülebilecektir. Akrabalık ilişkilerinin dar bir alanla sınırlı kalması nedeniyle de köylülerin dünyayı okuyup değerlendirmelerinde önemli algısal sorunlar oluşmuş ve geleceğe yönelik öngörülerinde ise sıkıntılar hâsıl olmuştur. Böylece kapalı bir getolaşmaya dayalı toplumsal yapılanmalar artarak, yörede Kürtler arası bütünleşmenin de önü alınmıştır. Doğal olarak devletin bu sonuçtan memnun olduğunu ileri sürmek abartı olmaz.
Psikolojik Etkiler:
- Bölgede katliamlardan kurtulanlar zamanla devlet eliyle oluşturulan korku çemberi nedeniyle olup bitenleri asıl bağlamından kopartarak tali nedenler üzerinden anlatma yoluna gittiler. Bunu da gelecekte meydana gelebilecek sıkıntıları önlemeye matuf niyetlerine bağlamak mümkündür. Böylece devletle bir kez daha karşı karşıya gelmemenin yollarını üretmiş oldular. Doğal olarak katliamların altında yatan asıl nedenler yerine yeni kuşaklara çeşitli rivayetlerle olup biteni izah etmeye çalışmaları, yaşanılan korkunun boyutunu da gözler önüne sermektedir.
- Şeyh Said Başkaldırısından kalan bakiyelerinin neden devlet nezdinde mahkûm olduklarına yönelik ileri sürülen gerekçeler gibi. Örneğin bize yakın olan Girnuêsli Kolos Ağa ve beraberindekiler için; Muş’ta bir adam öldürmüşlerdi. Öldürülen kişinin yakınları onları takip etmişler ve Guew’e uğradıklarını tespit ederek onları ihbar etmişlerdi şeklinde geliştirilen neden gibi. Devlet bu nedenle Guew’i yaktı şeklinde beyan ortaya atılması asıl sebep yerine korumacı bir sebebin geliştirildiğini belirlemektedir.
Yine başkaldırı ve sonrasında devlet tarafında yer alan köyler için geliştirilen hikayelerde katliamlara uğrayanların günahsız olmadıkları algısını yaratma amacıyla yapılmıştı. Aynı zamanda bu köylerinde katliamlara uğrayanlar tarafından hedef seçilmemesi amaçlanmıştı. Örneğin yakınımızdaki bir köyün yakılmaması, o köyün daha önce ölmüş alimlerinden birinin askeri komutanın rüyasına girerek onu korkutması sebebiyle olduğu hikayesi hala anlatılmaktadır. Oysa o köy devlet tarafında saf almıştı.
-Bastırılmış bu korku ve duygusal durum nedeniyle, katliamlara ilişkin gerçek neden yerine çeşitli söylentileri barındıran rivayetlerle sonraki kuşakların teskin edilmesini hedefleyen bir anlatım biçiminin geliştirildiği görülmektedir. Bunun da yeni kuşakların bu türden katliamlara uğramalarını önleme düşüncesiyle yapıldığı ortaya çıkmaktadır. Eğer olayın gerçek nedenini öğrenme hevesiniz yoksa kesinlikle kimse size gerçek nedeni söylemezdi. Guew Katliamı’nın gerçek sebebini ve gelişim serüvenini anlama ve kavrama yaşına ulaştığımda ilkin bu hikayelerle karşılaşmıştım. Elbette beni tatmin etmemişti bunlar. Ancak bu istediğimde ısrar ettiğimde ise şunu ileri sürerek beni bu hevesten vazgeçirmek isteyen onlarca kişi ile karşılaştım: “Bir daha mı yakılmak ve yok olmak istiyorsun?”
- Bu çerçevede, Guew Katliamı’ndan sağ kurtulan amcazadelerimizden Hacı Hasan Çelik’in biz çocuklara zaman zaman, Zazaki; “lawo şima nizon cendermê xelq partî çenêk zalimî.”[3] sözü bunun en bariz örneğidir. Hacı Hasan amca bir anlamda bize şunu söylüyordu: “Siz olup bitenleri yaşamadığınız için böyle kolay kolay olayı irdelemek istiyorsunuz. Oysa bizim yaşadıklarımızı yaşasaydınız dilinizi tutmak için ne çabalar sarf ederdiniz.” şeklindeki söylemi belirttiğim durumu açıkça destekler mahiyettedir.
- Bölgede katliamlardan sağ kurtulan kişilerde, devlet eliyle işlenen bu soykırım karşısında çaresiz olmalarından kaynaklanan işe yaramamazlık duygusunun ön plana çıktığına şahit oldum. Özellikle ikinci kuşak anlatımlarında, katliamlar gerçekleştiğinde olup bitene bir yerlerde saklanarak şahit olanların olayı anlattıkları her seferde -ölünceye kadar- “keşke ben de onlarla birlikte öldürülseydim” ifadelerini çok duydum.
- Bu duygu içinde yaşama tutunma ve yeni kuşağı yetiştirme sorunu yaşayanların korumacı bir duygu geliştirmesi çok doğaldır. Çünkü olup bitenleri izlerken ellerinden bir şey gelemediği için suçluluk duygusuna kapıldıklarını da ileri sürebiliriz. Dolayısıyla yeni kuşakların aynı suçluluk duygusuna kapılmamaları için asıl nedenler yerine başka nedenler üretmiş olduklarını da söyleyebiliriz.
- Katliamlardan sağ kurtulanların geleneksel tutuma dayanan güçlü itikadî inançları ve çevrelerindeki insanların destekleri olmasaydı belki o dönemde pek çok intihar vakası yaşanabilecekti. Ancak bu tür bir vakayı tüm çalışma alanımda görmedim ve duymadım. Örneğin, hamile olan eşi ve on bir aile ferdini Guew Katliamı’nda yitiren Feqî Osman ve babası Hacı Ali (Çetin) “bundan sonra bu acıyla yaşayamayacakları düşüncesiyle” intiharı ciddi bir biçimde tasarlamışlarken köylüler tarafından çeşitli desteklerle teskin edilerek bundan vazgeçirilmeleri bu güçlü itikatların ve geleneksel desteğin de açık göstergesidir.
Eğitime ve Öğretime Etkileri:
- Bölgenin karşılaştığı katliamlar nedeniyle geleneksel eğitim kurumları olup yüzyıllardan beri süregelen medrese eğitiminin sekteye uğradığı kesin verilerden biridir. Olup bitenlerden dolayı ilim ve irfan edinme merkezleri bir süreliğine de olsa eğitim fonksiyonlarını askıya almıştır. Zaten o günkü devlet ricalinin de bu tür faaliyetleri sıkı bir şekilde takibe alması eğitim de fetret dönemine yol açmıştır. Eğitimin gerçekleşemediği bu ortamda yöre mollaların ilmi ve irfanları aracılığıyla elde ettikleri bölgesel etkinliklerinde azalma oluşmuştur. Bu bağlamda beş yüzyıldır kesintisiz olarak devam eden Guew medresesi ve Guewli Âlimler, yörede eski etkinliklerini oluşturmada bir nebze de olsa geri çekilmek zorunda kalmışlardı. Dolayısıyla toplumsal denetim mekanizması olan ilmi tedrisat olmayınca denetim etkisi de ortadan kalkmıştı.
-Bölgedeki İlim ve irfan üreten medreselerin bu zorunluluktan geri çekilmesi Toplumsal yaşamda olumsuzluklar üretmiştir. Devletin oluşturduğu baskı nedeniyle medrese modelli eğitimin uzun süre devam ettirilmesi olanağı ortadan kalktı. Bu geri çekilmişlik önceleri yer altına kaydırarak sürdürüldü. Ancak hiçbir zaman eski etkinliğini geri kazanamadı. 1950 sonrasında ise nispeten azalan baskı nedeniyle, bölgenin kültürel genetik kodu kendisini açığa çıkardı. Katliamın tanığı olan kuşaklar çocuklarını, İlim ve irfan yuvası olarak görülen medrese eğitiminin bir biçimde yürütüldüğü eğitim bölgelerine göndermeye başladılar. Bu çerçevede Guew Köyü’nden “Binxet’e” gidip oradaki medreselerde ilim tahsil edenlerin olması yörenin bu genetik kodlu bakışını yansıtmaktadır. Bunun yanında Kuzey Kürdistan’ın farklı medreselerine gidip ilim tahsilinde bulunanlar azımsanmayacak düzeydedir.
- Yöreye katliam yoluyla yaşatılan travma; ilim ve irfan üretme niteliğine çok büyük darbeler vurarak insanların çoğunun ilimden uzak yetişmelerine neden olmuştu. Eğitimden yoksun yetişen kitlenin azımsanmayacak çoğunlukta olması gelecekte oluşturulan devletin yeni eğitim sisteminin de benimsenmesini zora sokmuştur. Dolayısı ile sağ kalanların birinci kuşak nesilleri, eğitim olanaklarından yararlanma fırsatını kaybettiler. Bu da yörede sosyal dokuyu olumsuz etkileyerek sözü dinlenilebilecek insan sayısının da azalmasına neden olmuştur.
- Bölgeye eğitimsel anlamda vurulan bu darbe; yapılması gerekenin ne olduğu konusunda kafa karışıklığına yol açmıştır. Örneğin Kıyamın Harput Komutanı olan Şeyh Şerif’in kardeşi Şeyh Hüseyin 1930 yılında medrese bu boşluğu görmüştür. İhtiyacı görüp çocuklarını Diyarbakır’a götürmüş, onları sistemin okullarına gönderip geleceğin yol haritasını çizmek istemiştir. Ancak bu tutumu nedeniyle yörenin baskısıyla karşılaşması sorunun vardığı boyutun işaretidir. Bölgede sistem eğitiminin çocukları kendilerinden kopartacağı endişesi bu tutumun alınmasında etkili olmuştur.
- Bölgede bu konuda ilk öncü Şeyh Hüseyin olmasına rağmen daha sonraları, önce ileri yörelerin diğer ileri gelenleri olmak üzere toplumda bu yola başvurulması gerektiği inancı yavaş yavaş yaygınlaştı. Lakin toplumun yukarıda ifade edilen endişesine ait veriler de ortaya çıkınca bu durum süreklilik kazanamadı. Bu nedenle de yöre halkı arasında; şeyhlerin, ağaların ve molaların çocukları okula gittikleri için dinden çıktılar yaygarası yayıldı. Daha sonraki dönemler de ise bu durum onlar çocuklarını okuttular ama bizim çocuklarımıza bunu yasakladılar serzenişinin oluşmasına da yol açtı.
-Aslında bunda etken olan temel unsur; daha önce vurguladığımız içe kapanma durumudur. Her şeye rağmen yörenin ileri gelenleri; şehir veya ilçe merkezleriyle ilişkilerini sürdürdüklerinden, çocuklarına barınma imkânı sağlamış olup onları eğitim sürecine dâhil edebilmişlerdi. Ama yöre halkı bu imkâna sahip olamadığı için çocuklarını sistemin okullarına gönderemedi. Ancak halkın, özellikle sistemin, asimilasyonu hızlandırma amacıyla açmış olduğu Köy Enstitülerine ve Yatılı okullara gönderme imkânına kavuşarak çocuklarını eğitim sürecine dâhil ettiklerine şahit olmaktayız. İşte bu süreçte bize yasak ettiler serzenişi öne çıktı.
- Kendilerine katliam yaşatan sisteme çocuklarını teslim etmek istemeyen yöre halkı, daha önce bu ihtiyacı medreseler üzerinden karşılıyordu. Medreselerin kesintiye uğraması ise yörede kayıp kuşakların yetişmesine neden oldu. Bu çerçevede Guew Köyü’nde de bu sıkıntı nispeten hissedildi. İlkin medrese eğitimi sekteye uğradı ve diğer yörelere giderek okuma şansı bulanların dönüşüne kadar da bu olumsuzluk devam etti. Sistem okullarına giden ilk nesiller de yine yukarıda ifade ettiğimiz gibi çevre ile ilişkilerini bir şekilde devam ettiren mollalarla başladı. Ancak diğer köylüler, 1970 sonrasından itibaren birkaç çocuğu yatılı okula göndermekle -ki ben bu kuşaktan biriyim- eğitim sürecine dâhil edebildiler.
Siyasal Etkiler:
- Katliamlardan sonra yörenin, resmi devlet yapısıyla olan ilişkilerinde ise “içe kapanma” olarak tanımlanabilen bir tutum ve tavır biçimi geliştirilmiştir. Bu içe kapanma, devlete ve sisteme muhalif bir duruş yaratmıştır. Ancak süreç içerisinde, sistem içi legal nitelik taşıyan muhalefet gelişmeye başlayınca siyasal anlamda onun tercih edilmesi de bu duruşun açık delilidir. Sisteme muhalif olan düşünce ve hareketlerin günümüzde bile yörede kolay taraftar bulmaları ancak bu durum ile açıklanabilir. Kısaca bu tutum kendini resmi, statükocu anlayışa karşıtlık barındıran muhalefet biçiminde dışa vurabilmiştir.
- Yörenin Cumhuriyet dönemine ait siyasal tercih karakterleri incelendiğinde; tek parti zorbalık dönemi hariç nispeten irade beyanını ifade edebilen seçimlerde tamamıyla statükonun belirlediği anlayışın nispeten zıddını ifade eden verilerin görülmesi bu varsayımı güçlendirmektedir. Ki Demokrat Parti ile başlayan muhalifliği dışa vurma sürecinin; Yeni Türkiye Partisi, Adalet Partisi, Milli Nizam Partisi, Milli Selamet Partisi, Anavatan Partisi, Refah Partisi ve Ak Parti çizgisi şeklinde seyir izlemesi de önemli bir kanıttır. Bu durum neredeyse son bir iki seçime kadar istisnasız Pêçar Tenkil Harekâtı’nın olduğu tüm alanda gözlenmiştir.
- Bu veriler dikkatlice incelendiğinde resmi anlayışı benimseyen totaliter ve militarist yapının hiçbir zaman yöre tarafından benimsenmediği açıkça anlaşılabilir. Siyasi tercihlere bakıldığında ise yöre tercihinin, inancı ve dini değerleri önemseyen partilerden yana olduğu kolaylıkla anlaşılabilir. Bu, statükonun her şeye rağmen bölgede yer edinemediğini açıkça göstermektedir. Örneğin ben daha küçük bir çocuk iken radyo dinleyen babamın öfke ve sevinç karışımı bir tonda; -Ti şo şo brê mi honî bawê tu ye senî çimonî tu vejenî- “git, git bakalım, yaktığın kardeşlerim seni bekliyor, nasıl gözlerini oyacaklar göreceksin” ifadesine şahit olmuştum. Kendisine, kime söylediği sorulduğunda; “Kör İsmet ölmüş, ona söylüyorum, şimdi gitsin de yaktığı Guewlilerin hesabını versin,” demişti.
Bu söylem biçimi bile bölgenin devletle arasına koyduğu kalın çizgileri göstermektedir. Ancak devlet aklı bunu da günümüzde ekarte etmeyi başardı. Sistem muhalifi görüntüsü verdiği kesimin İslami sosları kullanması yörenin dini hassasiyetini devlete kanalize etmesine yol açtı.
Ekonomik Etkiler:
- Bölge, ekonomik anlamda ise, resmi devletle olan ilişkilerde mümkün olduğunca mesafeli durarak kendi kendisine yeterli olmayı denemiştir. Kelle Vergisi’nin olduğu dönemlerde bile, devlete bir şeylerini vermek istemedikleri için, gelen tahsildarlara rüşvet vermek zorunda kaldıklarına dair çeşitli anlatımlar bunu bariz biçimde açıklamaktadır. Son dönemlerdeki otuz/ kırk yılda ise hem bölgede yaşanan sorunlar hem de kendi kendine yeterli olma konusunda sıkıntı yaşanmaya başlanınca da öncelikle yurt dışına açılma tercih edilmiştir. İnsanlar gurbete gitmeyi bile resmiyetle iş yapmaktan daha doğru bulmuştur.
- Bu çerçevede, 1950’li yıllarda demiryolu Guew köyü sınırları içerisinden geçtiği halde, yapımında ve sonrasında -devlet işletmesi olduğundan- köylülerin çalışmak için bile olsa oraya tevessül etmediklerini görüyoruz. Bu da devletle aralarına koydukları mesafeyi ifade etmek için önemli bir veridir. Katliamdan sonra soykırım nedeniyle köy nüfusu azalması nedeniyle, çok geniş bir alana yayılmış olan köy arazilerinin ekilip biçilmesini gerçekleştirecek eleman bulunamayınca, köye ait bu arazilerin önemli bir kısmı başka köyler tarafından işletilmeye başlanmış ve süreç içerisinde zilliyet unsurundan dolayı elden çıkması bile göze alınmıştır.
Tüm bu ve benzeri durumların bölgenin genelinde görüldüğüne şahitlik etmekteyiz. Ancak yukarıda ifade edilen siyasal durum üzerinden ekonomik anlamda da devlet ile entegrasyon sürecinin şimdilerde yaşandığına şahit olmaktayız.
Sonuç:
İşte bütün bunlardan dolayı, bizden önceki kuşaklar ile olayın yaşandığı döneme tanıklık etmiş olan kuşaklar “yörede yeni sıkıntılara yol açmamak için” bugüne kadar olayı açıkça ifade etmedikleri gibi olayla ilgili herhangi bir belge de oluşturmamışlardır. Bu nedenle yerel tarih verileri üzerinden toplanan bilgiler sözlü anlatıma dayanmaktadır. Bu veriler ışığında ve yaşantımda dahil olmak üzere edindiğim izlenimler üzerinden değerlendirmeler yapılmıştır. Bütün bunlardan dolayı devlet, yöredeki köylü için artık sadece “korkulan bir canavar” niteliği almıştır.
Türk Devleti Kürdlere yönelik bugüne kadar gerçekleştirdiği harekatların hiçbirisinde toplu olarak Kürdlerin tümünü hedefe koyma gibi bir yanlışlığa düşmemiştir. Gerçekleştirdiği her harekâtında lokal bir bölgeyi hedef alarak hareket etmiştir. Buradaki amacın ne olduğunu anlamak gerekiyor. Öncelikle Kürdlerin bir bütün olarak gerçekleştirdiği harekatlara müdahil olmasını istememiştir. Çünkü Kürdlerin tümünün bir harekatla hedef alınması durumunda devletin onlarla baş etme imkân ve kabiliyetine sahip olmadığı bilinciyle hareket edildiğini açıkça ifade etmektedir.
İkinci bir nokta ise Kürdlere yöenelik bir imajı barındırmaktadır. Ki bakın biz sizlerin tümünü hedef almıyoruz. İçinizde sorun oluşturanları hedef almaktayız. Doğal olarak siz de sorun oluşturan bu kesimin arkasında durmamalısınız. Onlar bu harekatımızı hak etmektedirler. Eğer bizim sizle bir sorunumuz olsaydı hepinize karşı aynı tutumu sergilerdik imajıyla Kürdler arasında ayrıştırmayı gerçekleştirme hedefine yöneldiği de açıkça ortaya çıkıyor.
Türk Devleti Şeyh Said Başkaldırısı da dahil olmak üzere ondan önce ve sonra gerçekleştirilen her harekâtında buna azami gayret sarf etmiştir. Bundan amaçlanan bir diğer niyet ise hem kendi iç kamuoyunun desteğini üst seviyeye çıkartmaktır. Böylece İç kamuoyuna bizim herhangi bir milleti hedef alma gibi bir derdimiz yok. Bizim devletsel bekamıza engel olan bazı küçük çaplı yapılar veya anlayışlar var onları bertaraf etmekteyiz denilmek istenmiştir. Bunu her seferinde başardıklarına şahitlik etmekteyiz.
Devletin birkaç ay önce gerçekleştirilen Güney Kürdistan referandumuna karşı ve bugünlerde Afrin'e yönelik gerçekleştirdiği harekatta karşı da aynı stratejiyi uygulamakta olduğunu görmekteyiz. PKK ve PYD soslarını kullanarak hedefinin Kürdler olmadığını ifade etme derdini ortaya koymaktadır. Oysa Devletin Başbakanı bir tv programında açıkça biz Suriye’nin Kuzeyinde bir Kürd oluşumuna izin vermeyeceğiz diyordu.
Kısaca Türk devletinin bu stratejisini görmek ve anlamak istemeyen Kürdlerin bir kesimi yaratılan bu imajlara inanarak sıranın kısa sürede kendisine gelmesi için devlet uygulamalarına alkış tutmaktadır.
[1] Bu konuda Dersim Katliamı için Devlet adına Özür dileyen günümüz Cumhurbaşkanının tutumunun toplumsal anlamda karşılık oluşturmaması dikkate alınmalıdır.
[2] Dönemin İktidar Partisine mensup Prof. Burhan Kuzu’un geçen yıl Şeyh Said olayı İngiliz kışkırtması olup kendisi de ajanıdır şeklindeki açıklaması bu tutumun bariz göstergesidir.
[3] Evlatlar, siz Halk Partisi’nin Jandarmalarının ne kadar zalim olduklarını bilemezsiniz.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.