Yakarak öldürmek. Evet ben aşinayım. Aşinayım dediysem ne bu eylemi gördüm ne de bu eyleme başvuranlarla bizzat yüz yüze geldim. Her ne kadar yaşamamış ve görmemiş olsam da. Henüz çocuk yaşta iken yakılarak katledilen iki amcamın, halamın ve babamın analığıyla birlikte yetmiş altı akrabamızın bir eve doldurularak nasıl yakıldıklarının anlatımıyla büyüdüm.
O an ölümle burun buruna gelenin ruh halini anlamak belki de insan için mümkün. Ama onları yakarak öldürenin ruh halini anlamak insan için asla mümkün olmayacak. Onların ruh halinin anlaşılması hiçbir zaman da insanlık denilen ideadan pay alanlar için mümkün olmayacak. Onlar kendilerini adadıklarını iddia ettikleri kutsal davaları adına buna yeltenmektedirler. Oysa iddia ettikleri davanın sahibi yüce yaratıcı tarafından kutsanmış olan insanı kurban etmektedirler.
Yakılarak öldürülenin kısa da olsa yaşadığı travmatik ruh halini hep düşündüm. Acaba bedenini ateş sardığında hangi kutsala yalvarmaktadır. Onun için bir kutsal kalır mı o anlarda. Kalıyorsa kendilerine yakılarak öldürülmeyi reva görenlerle aynı kutsal değeri kutsamaları mümkün mü? Elbette mümkün olmadığını düşünüyorum. Çünkü kutsanan şey insanların elini ayağını bağlar. Oysa bu tür bir eyleme başvuranların hiç tereddüt geçirmeden eylemi gerçekleştirdiklerine müşahid oluyoruz. Hem de kutsal değerler adına.
Öyle bir dava düşünün ki insan için insanı kurban seçmekten bir an olsun imtina etmeyen ve insanı yakarak ona kurban eden. Ben asla bu davaya inanmam ve onun muhitine uğramam. İster bu dava din adına olsun, ister vatan adına olsun. Her kim ki onun adına bir insanı kurban etmekten imtina etmiyorsa o asla insanlıktan nasibini almamıştır.
İŞİD tarafından esir alınarak yakılmak suretiyle katledilen iki Türk askerinin yakılma görüntülerini izleyedim. İzlemem de mümkün değildi. Fotolarını gördüm. O an kendimi 1927 yılında Guew ve mezralarından toplanan 76 kadın ve çocuğun Sayer’de yakılarak katledildikleri evin önünde hissettim. Onlarla kan bağına sahip biriyim ve onların yakılma anlatımlarıyla büyüdüm.
Nasıl bir travma olduğunu elbette biliyorum ve hissediyorum. Onların yaşadığı o acı durumu ve bizim travmatik halimizi küçük yaşlardan itibaren bilince çıkarmış biriyim. İsmet İnönü\'nün öldüğü gün haber radyodan verilirken rahmetli babamın tepkisi benim için dönüm noktasıydı. O şu cümleyi sarf etmişti. \"Ti şu şu, a ye brê mine kê şima veşnayê e honîyê bawê tu ye. Ti şu senî çimanî tu vejenê ti vineynê\". Bilincimin dönüm noktası olan bu cümle yaklaşık kırk beş yıl geçmiş olmasına rağmen hala o an gibi beynimde zonkluyor.
Şimdi sormak lazım. İnsanların eşine, çocuğuna, anasına, babasına veya bir yakınına hangi amaç uğruna olursa olsun kast edenler onarın gözünde nasıl algılanır? Ben kendi adıma söyleyeyim. Asla unutulması mümkün olmayan bir yara. Bu yaranın iyileşmesi ise yine mümkün değil. O halde hala hak, hukuk ve adaleti bir tarafa bırakarak hamaset üzerinden insanların katledilmelerine vesile olanların tümünü lanetlemek insan ve insanlık onuru için vazgeçilmezdir.
Bana dokunduğunda kötü, diğerlerine dokunduğunda alkışlanan bu tür eylemler için, eylemi gerçekleştiren değil eyleme alkış tutup ona yön veren lanetlenmeli. 1927 yılında 280 köyden yaklaşık on beş bin Kürd kadınını ve çocuğunu yakarak öldüren bir devlet zihniyeti var ve kimse hala kalkıp bunun hangi gerekçe ile yapıldığını soramıyor. Sorduğunda ise ayni zihniyetin torunlarının hışmına uğruyor. Evet ben yakılarak katledilen 76 insanın akrabasıyım. O duyguyu bilirim.
Türkiye Cumhuriyeti’ne askerlik yaparken esir düşen Kürd Sefer Taş ve arkadaşı yakılarak katledildi.
Peki devlet erkanı vatan, millet edebiyatı yaparken bu insanların yakınları hangi vatan ve millet demeyecekler mi? Elbette diyecekler.
Onların travmalarını vatan ve millet edebiyatı önleyecek mi? Hayır önlemeyecek.
O halde Kürdlerin hak ve hukukunu çiğnemek için dilinize pelesenk ettiğiniz “tek vatan, tek millet, tek dil ve tek bayrak” bir gün ayağınıza dolanacaktır. Benden demesi. İsterseniz duymayın. Ama hak ve hukuku çiğnenen her Kürd bu duyguyu yaşamaktadır. Yakınlarını kaybeden Kürdler bu duyguyu yaşamaktadır.
Sonuç:
1927 de akrabalarımın içinde yakıldıkları evi ateş sardığında ne düşünmüşlerdi. Nasıl dayanabilmişlerdi o yürek yakan duruma. Elbette daha sonra yakıldıkları o yer bulununca birbirine sarılmış beden anlatımlarını ruhumun derinliklerinde hep hissettim. İzleyemedim, ama o iki insanın bedenine ateş ulaşınca ne yaptılar acaba hiç düşündünüz mü? Onların yakınlarının ne hissettiklerini düşündünüz mü? Onları hangi dava, vatan veya millet teselli edebilecek?
Evet 1927 yılında 280 köyde yaklaşık olarak onbeş bin kadın coçuğumuzu evlere doldurarak yakan devleti lanetliyorum. Çünkü ben onların hepsiyle kan bağına sahibim ve kendimi öyle kabul ediyorum. Yakarak öldürmenin insan vicdanında asla kabul görmeyecek bir eylem olduğunu biliyorum. Bu tür eylemlere başvuranları ve onların arkasında duranların tümünü lanetliyorum. Ben de asla bu tür bir eyleme onay veren ve onların inandığını iddia ettikleri ve uğruna insanı katlettikleri kutsalla inanmıyorum.
Ey Rabbim bu eylemi İbrahim için hazırlayan Nemrut ve avenelerini nasıl rüsvay ettiysen bunları da öyle rüsvay eyle.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.