Sömürge toplumlarında, zihinsel anlayış olarak sömürgeciler tarafından yetiştirilen bireyler kendi öz benlikleri yerine sömürgecinin istediği veriler üzerinden şekillendirilirler. Sömürgeci onları, zihinsel kodlarına kendileri hakkında negatif algılar/anlayışlar yerleştirerek kendilerinden ve tarihsel benliklerinden nefret etmelerini sağlayan anlayışla biçimlendirir. Sömürülen birey kendisini ve geçmişini bilmemek –hatta karalamak- üzere bilinçli bir anlayışla biçimlendirilir.
Böyle şekillendirilen birey kendi tarihsel geçmişini karalarken sömürgecisinin hikâyeye dayalı tarihini kendisi için şanlı geçmiş olarak kabul eder. Sömürgeci de sömürülenin bu durumun farkına varmaması için azami çaba gösterir. Bu nedenle sömürge güç, sömürdüklerinin zihinsel olarak kendine –kendi farkına varmaması- dönüş yapmaması için denetiminde tuttuğu ideolojik düşüncelerle ilgilenmesine kapı aralar. Zihinsel –İdeolojik- kısır döngüye kapılan sömürülen birey artık kendi olumsuz durumunu görme yerine kendisini \'insanlığın kurtuluşunu sağlayacak Mesih\' olarak görmeye başlar.
İnsanlık tarihi içerisinde, toplumlarının veya insanlığın kurtuluşunu İdeolojilerin egemen olması koşuluna bağlayan düşüncelerin taban bulduğu en önemli yerler sömürülen toplumlardır. Bu toplumlarda sömürülenler aslında bir şeylerin yanlış gittiğini görmektedirler ancak yanlışı tespit etmede yanılgı içine düştükleri için o yanlışı düzeltme adına ideolojiyi kurtuluş vesilesi olarak görürler. Söz konusu bu kurtuluş reçetesinin, sömürülen toplumun maddi ve manevi anlamda özüne –kendi değerlerine- ait olmayan veriler barındırdığının da asla farkına varamazlar.
Sömürgesi altında yaşadıkları toplumda özgür oldukları vehmine kapılan sömürülenler kendilerini ve ideolojik tutumlarını insanlığın kurtuluş reçetesi olarak görürler. Bu yolun diğer insanların da özgürlük yolu olacağına o kadar inanırlar ki kendi hallerine dönüp baktıklarında bile çelişkilerini göremez hale gelirler. Zihinsel deforme ile vardıkları bu noktada yanlış gidişatı doğru tespit edemediklerinden sömürgecisine bile akıl satmaya başlarlar. Onun adil olmayan düzeninin nasıl adil olacağını teorize etmekle meşgul olurlar. Artık kendilerini \'sömürgeci düzeni adil hale getirecek olan güç\' oldukları vehmine kaptırmıştırlar.
Sömürgeci ise bu yaklaşımı toptan dışlama yerine \'henüz zamanı olmadığı\' kanaatini sömürülene aşılamaya çalışır. Sömürülen kendisine aralanmış kapının –ideolojik bakış reçetesinin- henüz kıvama gelmediğini düşünerek daha çok çalışması gerektiği inancına kaptırılır. Böylece zihinsel cendereye alınan sömürülenler, ideolojilerine hümanist kisve giydirerek sömürgecilerine hedefe biraz daha yaklaştıklarını iletme derdine düşerler. Bunu ispatlamak için de kendi toplumlarının tarihsel derinliğe sahip dinamiklerini bir kenara iterek, sömürgecinin de istediği bir formatta yaklaşımlar sergilemeye başlarlar.
Sömürgeci bu durumdan memnundur ama sömürülene yönelik güven sorunu yaşamaktadır. Söz konusu güven problemi sömürülenin ideolojik bakışından değil doğrudan doğruya aidiyeti ile alakalıdır. Ancak sömürgeci sömürülenin bunun farkına varmaması için de azami gayret sarf eder. Çünkü sömürülenin durumun farkına bir şekilde varması halinde önü alınması mümkün olmayan toplumsal dalgaya yol açacağını bilmektedir. Öyleyse ona, gittiği yolun doğru olduğunu da vehm etmek zorundadır. Bu zorunluluk gereği ona alkış tutmaya başlar ki bu aslında sömürgecinin içeride karşı karşıya olduğu diğer sorunlarını çözmek için zamana ihtiyaç duymakta olduğunun da göstergesidir.
Sömürgeci bu zamanı kazanmak adına sömürülenlerin aynı zamanda zihinsel ayrışmaya tabi tutulması için de azami gayret sarf eder. Onların kendi içlerinde tarihsel derinliğe dayalı dinamiklerle çözümledikleri farklılıklarını gün yüzüne çıkartarak toplumsal dalgaya dönüşmelerini engelleme çabasına girer. Bu farklılıkları derinleştirmek adına ihaleye hazır olan sömürülenler kendilerine kapı aralandığı vehmiyle toplumsal tabanlarında karşılığı olmayan farklılıkları öne çıkartmak adına hazır kıtalara dönüşürler. Bu noktada ideolojik bakış farklılıklarını milli ve ulusal kisvelerle ortaya koyarak halkın da benzeri bir zihinsel deformasyona uğraması için \'biz de varız\', derler.
Köşe başlarını tutmakla görevli bu sömürülenler amaçlarını mili ve ulusal kaderin çizilmesi olarak lanse etmeye çalışırlar. Sömürgecinin buradan amaçladığı asıl şey ise zaman kazanarak sömürülenler arasında gerçek anlamda milli ve ulusal çizgiye yaklaşanları tespit etmek ve önlemlerini buna göre uyarlamaktır. Ancak köşe başlarını tutanlar içeriden yükselen seslere kulak vermedikleri için sorunu sadece köşelerine yöneltilmiş tehdit olarak algılayıp onu kaptırmamak için uğraşırlar. Çünkü onlar için köşeleri ulusal ve milli kaderden daha değerlidir. Oysa köşelerinin, kendilerini köşeye sıkışmaktan başka bir işlev görmediğini de göremezler.
Sonuç:
Sömürülen bir toplum olan Kürdler adına köşe başlarını tutanlar kendilerini halkına –Kürd halkına- bulunmaz Hint kumaşı olarak lanse ederek kurtuluş reçetesinin ancak kendi bakışlarıyla mümkün olacağını empoze etmekle meşgul olurlar.
Kürd halkı bu sömürgeci ve sömürülen oyununun farkına vardığında tünelin ucundaki ışığı görecektir ama önce köşe başlarını tutmuş olan soğuk savaş döneminin ideolojik kırıntılarından kurtulmak zorundadır. Bunun için milli ve ulusal değerleri üstün tutan genç ve fedakâr kesimin devreye girmesi mutlak zorunluluktur. Ancak \'köşelerden bağımsız olmaları şartı\' olmazsa olmaz koşuldur.
Canını ve makamını Kürd halkından ve Kürdistan toprağından değerli gören bu köşe başlarını tutanların tümünden kurtulmak bir zorunluluktur. Ancak bu, onların tecrübelerini çöpe atmak anlamına gelmemelidir. Onların tecrübelerinden ders çıkartmak gerekir.
Tarih bilgisi ve tarih bilinci -ulusal ruhun dinamiklerinde yer alan- doğru veriler üzerinden şekillenmemiş bireylerin veya anlayışların olup biteni doğru biçimde kavraması mümkün görünmemektedir. Ulusal çıkarlarını ideolojik çıkarlarının gerisine koyan birey veya anlayışın doğru tespitler yapması da doğal olarak zordur. Rojane mantığı ile eleştiriyi \'böğre saplanması gereken ok\' olarak görüp yaptıklarının -tasarladıklarının- farkında olmaları da elbette zordur. Eleştiri yapmak insani ve ulusal bir haktır. Ama eleştiri adı altında ötekileştirme mantığıyla hareket etmek de insani ve ulusal bir suçtur.
Hadi gelin bizlere uygulanmakta olan tüm bu similasyonları (İdeolojik ve düşünsel değerleri) bir tarafa bırakarak aramızda ortak olan iki kelime -Kürd ve Kürdistan- üzerinde ahidleşelim.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.