Kürdler Nasıl Kürd Olarak Kalabilirİnsan dünyaya geldiği andan itibaren varlığıyla vücut bulmaya çalıştığı toplumsal çevre tarafından belli bir aidiyet duygusuyla şekillendirilmeye çalışılır. Oluşturulmak istenilen aidiyet duygusunun gerçeklik kazanması için de onu çeşitli şekillerde biçimlendirecek uyarıcılara tabi tutulur. Tarihsel süreç içerisinde oluşturduğu değerlere ait uyarıcılarla bireylerde ünsiyete dayanan aidiyet duygusu geliştirme amaçlanır.
Dünyaya tek başına gelen insanın tek başına yaşamını sürdürme olanağının olmaması onu bu anlamda toplumsal çevreye muhtaç kılar. İnsanın bu ihtiyaca sahip olması onu zorunlu olarak birlikte yaşama serüvenine iter. Böylece yaşadığı topluma ait değerleri içselleştirmesini sağlayacak manipülasyonlarla karşı karşıya kalır. Ancak süreç içerisinde ait olduğu toplumun kültürel değerleriyle diğer toplumlardan aktarılan değerler arasında zaman zaman bocalama durumunda kalabilir.
Kültürel bunalım olarak ad edilin bu durum bireyde, toplumsal yaşama yönelik değerleri tercih etmesine veya yol ayrımına gelerek yeni yönelimler belirlemesine de yol açabilir. Ancak her iki durumda da birey tam olarak nereye ait olduğuna dair kesin kararını veremezse içsel çatışma hali yaşayarak bir oraya bir oraya yönelen eğilimler ortaya koyar. Bireyin değerleri içselleştirmek adına bu çatışmalı ruh halini yaşaması doğrudan doğruya kendisinden kaynaklanmayarak toplumun kendi değerlerine atfettiği önemle de ilişkisi bulunmaktadır.
Birey açısından içsel çatışmayı zorunlu hale getiren bu soruna sebep olan öğelerin/sebeplerin doğru biçimde belirlenip buna uygun yapıların ortaya konulmamasından kaynaklanabilir. Dolayısıyla bireyden önce sorgulanması gereken toplumun bizatihi kendisidir. Çünkü hızlı değişim ve dönüşümlerle her an üretilen yeni değer biçimleri toplumun yerel kültürel değerlerini tehdit eder.
Topluma düşen kendisine ait yerellikten kopmadan değişim ve dönüşümlerle uyumlu olabilecek değerler ve veriler üretmektir. Bunları doğru biçimde üretemeyince bireylerinin gelecekte karşı karşıya kalacağı sorunlardan da bi haber kalır. Elli yıl öncesinde sıradan bir insan için yirmi km çapındaki bir alan temel ihtiyaçlar ve yaşam alanı için yeterli iken, bugün gelinen noktada bu durum hızlı bir değişime uğrayarak dünya çapında ancak karşılanabilen temel ihtiyaçlar ve yaşam alanı oluşturmuştur. Dünyadaki bu hızlı değişim ve dönüşümler her an bireyler üzerinde tazyik oluşturarak hem toplumsal değerleri tehdit etmekte hem de bireyleri kendileri olmaktan çıkararak GDO’lu insanlar haline getirmektedir.
Bu satırların yazarı on yaşında kendi köyünden kopup bir yatılı okula başladığında ana dili/Zazaki dışında tek kelime bilmemekteydi. Oysa mensup olduğu köyde günümüzde on yaşın altındaki çocukların Türkçe dışında tek kelime bilmemelerini ancak bu durumla açıklayabiliriz. Eğer toplum kendisini hızlı değişim ve dönüşümlere karşı koruyacak veriler üretmekten aciz ise sorunu ona katılan bireylerde aramak abes ile iştigaldir. Öyleyse şunu ileri sürmek mümkün hale gelmektedir. Bu etki altındaki toplumlar kendi varlığını önemsememektedirler ki varlıklarını kaim kılacak tedbirleri göz ardı etmektedirler.
Bu durumu hâkim sistemlerin dayatmasına veya asimilasyona bağlayarak okumaya çalışırız ki bu bir nevi sorumluluktan kaçınmaktır. Oysa hâkim sistem tüm dayatmalarına rağmen aslında henüz evlerimize nüfuz edebilecek güce sahip değildir. Bizler gönüllü olarak buna çanak tutmaktayız. Hatta zaman zaman elimiz ve kolumuz bağlı bahanesinin arkasına sığınmaktayız.
Ki Diaspora Kürdlerinin önemli bir kısmının tüm iletişim ve tazyiklere rağmen evlerinde ana dilleriyle konuşmayı öncelemeleri yeni kuşaklarına kendi toplumsal değerlerini ve yerel kültürlerini kolaylıkla benimsetmelerini sağlamaktadır. Ancak çoğumuz değerler ve kültürel miras açısından ana kaynakta bulunmamıza rağmen bu hassasiyeti göz ardı ettiğimiz için yeni kuşakları temel değerleri ve kültür açısından kaybetme noktasına getirmiş bulunmaktayız.
Karşı karşıya olduğumuz sorun aslında hassasiyet göstermekten öte bariz şekilde ünsiyet bağı ile bağlandığımız ideolojik tutumlarımızdan kaynaklanmaktadır. Ki ünsiyet bağı oluşturduğumuz ideolojik düşünceleri kendi varlığımızı korumanın bir aracı olarak kullanma yerine kendimizi onun varlığına adayan araçlar haline getirmekteyiz.
Bu konuda Başur Kürdlerinin hem yüzyılı aşan mücadele tarihi hem de yerel değerlerine yönelik tutumları dikkatli analizlere tabi tutulduğunda ünsiyet oluşturdukları hiçbir ideolojiyi kendi varlıklarının önüne geçirmediklerini görmekteyiz. Bu onların hem varlıklarını korumada önemli işlev görmüş hem de yeni kuşakların Kürdlük değerlerini daha kolay benimsemelerine yol açmıştır.
SONUÇ:
Oysa biz Bakur Kürdleri kendi köyümüzün ve milletimizin çocuğu olmak yerine ya ümmetin çocuğu ya da enternasyonalistlerin çocuğu olmaya çalıştık. Böylece ideolojik ünsiyetlerimizi daha fazla önemsemek durumunda kaldığımız için toplum olarak kaybettiklerimizin farkına bile varamadık. Gark olduğumuz bu mantıkla parçalandıkça parçalandık. Çünkü kendimize ait değerler yerine enjekte edilen ithal değerlere önem atfettik. Dolayısıyla birbirimizi kucaklamaya yarayan ortak söylem dilinden, düşünceden ve kültürel değerlerden arındırıldık.
Geldiğimiz noktada dedelerimizi katlettik ve onlardan bir nebze da olsa kırıntılar taşıyan babalarımızı gömmekle meşgulüz. Ki binlerce yıllın birikimine dayanan kendi toplumumuza ait kültürel değerlerin katili haline geldik. Tercihlere sahip insanın toplumsal değerler skalasını içselleştirmesi veya red edip yenilerine yönelmesi birlikte yaşam zorunluluğunun sonucudur.
Ancak birey için toplumsal yaşam zorunluluğu ne kadar ön plana çıksa da belirleyicilik yine bireyin kendisinde dayanmaktadır. O halde her birimiz yeniden silkinmek zorundayız ki kaybettiklerimizi telafi edebilelim.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.