Amerika ilk defa Suriye dikta rejimini hedef alarak Şayrat savaş üssünü bombaladı.
Aslında Amerika ve Avrupa Birliği, kısaca; ''evrensel temel değerlere ve çoğulcu demokrasiye dayanan özgür dünya'', ''tek ırka dayanan faşist devletleri değiştirme ve dönüştürme politikası'' sonucu Suriye rejimine yönelmişti.
Kısaca özgür dünya bu şekilde bir hesap yaparak öncelikle demokratik yollarla değişim hedeflemişti. Ancak Suriye rejimi ile benzer özellikler taşıyan bölge devletlerinin kendi hesaplarını ve hedeflerini dayatması sonucu demokratik yol o ve yöntemler türetilmiş ve bunun yerine zorun bütün araçlarını devreye sokmuştu.
Yaşananlara bakıldığında görüldüğü gibi özgür dünyanın hesaplamadığı bir şey vardı, o da bölgesel devletlerin süreçteki bu rolleriydi. Özellikle İran ve Türkiye'nin bu süreçteki siyasi, ideolojik ve felsefi hesap ve hedefleri özgür dünyanın bütün hesaplarını alt üst etmiştir.
İran görünürde Şia Mezhebi ekseninde, özünde Fars ırkçı tekçi ve dinci ulus devlet ideolojisini bölgeye egemen kılmak ve kapsama alanına almak istiyor.
Türkiye görünürde Üniter devlet ve çoğulcu parlamenter demokratik modele sahiptir. Özünde ise tek ırk egemenliğine dayalı, bütün kurum ve kuramları buna göre oluşturulmuş, tüm farklılıklara imhacı yaklaşan bir bölge devletidir. Türkiye iktidarının siyasi, ideolojik ve felsefi yapısı ve hedefleri ise bölgesinde tek ırk ve tek din ağırlıklı bir gelecek inşasına işaret ediyor.
İran'ın ve Türkiye'nin siyasi ve ideolojik hedefleri birbiri ile örtüşen noktaları olduğu gibi birbiri ile ciddi biçimde çelişen ve çatışan noktaları vardır. İran ve Türkiye; Irak ve Suriye'de Arap ırk devleti siyasi ve ideolojik mutlak egemenliği olmasını istiyor. İran; Irak ve Suriye'de dinci Şia Mezhebi felsefesine dayalı bir iktidar ve kurumsallaşma hedefliyor. Türkiye ise Irak ve Suriye'de Süni Mezhebi felsefesine dayalı iktidar ve kurumsallaşma hedefliyor. İran ve Türkiye ortaya koydukları bu siyasi, ideolojik ve felsefi hedefler için var olanın da ötesinde diplomatik, siyasi ve militarist bütün gücünü ortaya koyuyor.
Rusya ve Çin'in bu bölgede ideolojik ve felsefi bir hedeflerinden ziyade bölgenin zenginlik kaynaklarından pay kapma ve dünya genelinde kendisini gösterme hesaplarına dayanıyor. Rusya ve Çin bölgedeki devletleri işine geldiği gibi ve işine yaradığı kadar kullanıyor. İran ve Türkiye ile örtüştükleri sadece birbirlerini kısa ve uzun vadeli hedefleri için kullanma hesaplarına dayanıyor.
Mısır, Suudi Arabistan, İsrail, Ürdün gibi bölgesel devletler ise sadece Amerika'ın etki alanında görünüyor.
Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği gibi evrensel temel değerlere ve çoğulcu demokrasiye dayanan güçler ise Ortadoğu bölgesindeki tekçi, ırkçı, dinci faşist ideolojilere dayanan devletleri tasfiye etmeyi hedefliyor.
Türkiye'de yakın gelecekte sistem değişikliği için bir referandum hedefleniyor. Yapılacak bu referandumun bölgedeki siyasi, ideolojik, felsefi ve askeri her açıdan gelişmeleri ile yakından ilgilidir. Türkiye Üniter devlet ve çoğulcu demokratik yapının devlet aklı bölgedeki gelişmelerin içinde girmesi önünde dirençtir ve engeldir. Türkiye mevcut siyasi ideolojik ve felsefi durumu özgür dünyanın değerleri ile uyumlu değilse bile yakın duruyor, temel çıkarlarını batının yanında görüyor.
Yapılacak referandumun başarılı olması durumunda sistemin karar alma mekanizmasında meydana getireceği değişim sonucu özgür dünya değerlerinden kopuşu, uzaklaşmayı kolaylaştıracaktır. Türkiye iktidarı, karar mekanizmasındaki değişim ile birlikte Ortadoğu bölgesine militarist misyonu ve militarist gücü ile girerek siyasi, ideolojik ve felsefi egemenlik hesapları yapıyor.
Bugüne kadar Irak ve Suriye'de dolaylı biçimde sürdürdüğü savaşa İran gibi direkt katılmayı hedefliyor. Tabi ki Türkiye'nin hedefleri İran Devetinin hesapları ile çelişiyor, Rusya devletinin hesapları ile çelişiyor, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği gibi özgür dünyanın hesapları ile çelişiyor, en önemlisi bölge halklarının hesap ve hedefleri ile çelişiyor.
İran Devletinin karar mekanizması hızlı işlediği için Türkiye referandum ile bu mekanizma hızına ulaşmayı hedefliyor. Ancak İran rejiminin bölge halkları ile sosyal, siyasal ve kültürel çelişkileri farklıdır. Türkiye'nin bölge halklarının sosyal, siyasal ve kültürel çelişkileri oldukça farklı ve derindir.
Irak ve Suriye'de dolaylı olarak sürmekte olan bu vekalet savaşları doğrudan ve büyük bir savaşa dönüşme riski artıyor. Mevcut tabloya bakılırsa bölge, yüzyıllık yıkıcı ve yok edici bir savaşın merkezine oturtuluyor. Bu durum elbetteki bilinçsiz, plansız ve programsız gelişmiyor. Özellikle özgür dünyanın bölgeyi siyasi, ideolojik ve felsefi olarak dönüştürmesi hedefi önündeki tekçi, ırkçı, dinci bölgenin direnç noktalarının kendi içinden zayıflatılıp yok edilmesi siyasetine dayanıyor.
Ortadoğu bölgesinin önümüzdeki dönemlerde bu yıkıcı, yok edici süreci işlerken Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği, Rusya ve Çin gibi global güçlerin rolü neler olacaktır?
Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliğinin Rusya ile bölgenin kültürel, sosyal, siyasi, ideolojik ve felsefi çelişkileri çok az olduğu dikkate alındığında kendi aralarında bölgenin zenginlikleri bağlamında bir uzlaşma ve ittifak görülüyor.
Bölgesel halkların genel olarak sosyal, kültürel, siyasi, ideolojik ve felsefi tüm çıkarları özgür dünyanın, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliğinin yanında ve korumasında görülüyor. Ancak bölge halkları içinden çıkan ve çıkacak çok sayıda tekçi siyasi, ideolojik ve felsefi grupların konjonktürel kullanımlık durumları dışında gelecekle ilgili farklı bir rol ve misyonları olmayacaktır.
Bölgesel tekçi, ırkçı, dinci devletler olsun veya zor ve şiddete dayalı bölgesel tekçi, ırkçı, dinci, siyasi, ideolojik örgüt ve gruplar olsun, gücü ne olursa olsun egemenlik alanı oluşturulmasına imkan verilmeyecek ve müsaade edilmeyecektir.
Bu durumu yakından bilen Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği gibi global güçler Ortadoğu'daki Denizlere, paydaş ülkelere ve bölgesel devletlerin imha çemberi içindeki ve bölgenin kalbi durumuna gelecek Kurdistan'a konumlanacak ve gelişmelere bağlı olarak hem vurucu güç ve hem de hakem rolünü oynayacaktır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.