Milletin aklını çalmak kolay bir proje değil, öncelikle toplumun düşünce ve fikir üretme merkezi, beyni bloke ediliyor ve devreden çıkarılıyor. Bu işlemler uzun yıllara sarkan, öncelikle teorisi en ince detayına kadar derin laboratuvarlarda hazırlanıyor. Teori kitleler üzerinde eğitimle pratiğe aktarılıyor, bunun için derneklerin, partilerin, sosyal ve siyasi kurumların toplantı salonları eğitim merkezi yapılıyor. Toplumda belli bir yaşın altındaki genç ve çocuklar eğitim toplantılara alınıyor. Bu projenin kapsamlı çalışmaları için el altından bizzat sömürgeci devletlerin yetiştirmiş, projeye hakim profesyonel yerel ve sistemi iyi yürütebilen içerdeki elemanlarınca yürütülüyor.
Belli bir yaşın üstündeki okumuş, eğitimli, sosyal ve siyasal bilince sahip, aydın yetişkinlere ise bu projenin etki etmeyeceği biliniyor. O vasıflara sahip kişiler ve gruplar da mümkün olduğunca değişik araçlar kullanılarak toplumun dışına itiliyor. Meydan bütünüyle proje yürütücüleri olarak kendilerine kalacak şekilde bir sosyal ortam sağlanıyor. Vatan, millet, Sakarya veya Demokratik Cumhuriyetten tutun ekolojik cinsiyet eşitlikçi demokratik ulus, demokratik ekonomiye kadar geniş bir yelpazede komünal sosyal ve siyasal devrim devinimi başlatılıyor.
Sömürge halklar, milletler genel ve öncelikli olarak yoksul bırakılan halklar oldukları için böyle bir projenin sosyal kitlesel uygulama saha ve gerekçeleri her zaman bulunuyor. Tezler kısaca özetlenirse çok açık ve net biçimde sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel çelişkilere dayanıyor. Burada dünyanın hiç de eşit olmayan adaletsiz paylaşımını adaletli bir düzene kavuşturmak hedefleniyor. Mesela 3,5 milyar insanın toplam geliri 65 kişinin toplam gelirinden daha az olduğu bir dünyaya adalet getirecek proje sunuluyor. Bu emperyalist adaletsizliğin düzeltilmesi için mücadele bayrağı yoksul, sömürge bir halkın çocuklarının eline tutuşturularak yükseltilmesi vaat ediliyor. Kısaca bu teorinin sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel ve ekolojik hedeflerine değiniyorum. Böylece teorilerin bütün sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel, ekolojik boyutlarından tutun sosyo-psikolojik boyutuna kadar etraflıca toplum üzerine ve belleklerine kazıtılıyor. Teorisyen liderliği yüceler yücesi tapınma derecesine getiriliyor. Öyle ki sömürge halka sömürge durumu, gasp edilmiş temel ulusal hakları, ulusal değerleri üzerindeki yasaklar, paylaşılmış ülkesi, vatanı, göçertilmiş sosyal ve siyasal kitleler ve vatansızlaştırma gibi katı uygulamalar hafızasından geriye itilerek, hedefledikleri gibi giderek beyinlerden süpürülüp temizleniyor.
Karşınızda artık dünyayı emperyalizmden kurtaran bir kitle mevcut hazır hale getiriliyor ve ona odaklanmış, o hedefe adeta kilitlenmesi sağlanıyor.
Ulusal sömürge durumu, paramparça edilmiş ülkesi, vatanı, tarih boyunca yaşatılan kültürel soykırım, fiziksel imhalar hafızalarda çok cılız bir yer kaplıyorsa da giderek silinip yok edilmesi süreci hızla devam ettiriliyor. Öyle ki siyasi kulvardaki temsilcileri sömürgeci egemen halkın yetiştirdiği özel elemanların eline geçmesi sağlanıyor. Sömürge halkın cılız kalmış ulusal değerlerine sahiplenişi de bu noktadan itibaren hızla daha zayıf hale getiriliyor.
Dünyayı kurtarmaya endeksli bu teorinin etkisindeki herkesin, bireyin aklında 3,5 milyar kişinin emperyalist 65 kişiden daha az geliri olan bir dünyayı düzeltme yerleştiriliyor. Bütün imkanlar seferber edilerek ulusal mücadele bilinçli biçimde zayıflatılıyor ve kitleler sınıfsal mücadele kulvarına sokuluyor. Artık bu halkın sömürgeci devletlerden başka uluslararası egemen güçler temel düşmanıdır. Sömürge halka ideolojik siyasi nedenlerden dolayı Amerika, Avrupa gibi dünya güçleri düşman gözüyle bakacaktır.
Yakın tarih boyunca sömürgesini alt etmeyi başaran sömürgeci devletler yine aynı yolda ilerliyor, ideolojik teoremlerle sömürgesini dünya egemen güçlerine de düşman olarak yetiştirmiş oluyor.
Halbuki teoremlerde ortaya atılan o çok sömürülen milyarlarca insan ortalarda görünmüyor. Milyarlarca insan hallerinden çok memnun bir şekilde günlük çalışma hayatlarına ve yaşamına sorunsuz biçimde devam ediyor.
İşin çok acı tarafı bu teoremleri ve süreci sorgulayan sömürge halkın bireylerine de artık pek rastlanmıyor, Sömürge halkın insanları önce kendimizi, değerlerimizi, ülkemizi, vatanımızı, sosyo-kültürümüzü imha olmaktan kurtaralım, sonra imkanımız olursa, enerjimiz kalırsa dünyayı da kurtarırız, düşüncesini bile dillendiremiyor.
Öncelikle evrensel değerlere dayalı çoğulcu demokratik bir sistem inşa edelim, o aşamayı tamamlayalım da diyemiyor. Geniş kitleler kendilerini dünyayı kurtarmaya öyle kaptırmışlar ki tartışmaya bile gelemiyor. Öyle görünüyor ve anlaşılıyor ki sömürge millet tükeninceye kadar bu kısır döngü sürebilir, devam edebilir. Sömürgecinin eline öyle kozlar, imkanlar, gerekçeler verilmiş ki iç ve dış her mecrada, uluslar arası platformlarda meşruiyetini anlatma imkanı fırsatı buluyor.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.