1970'li-80'li Yılların belli çevrelerinde moda siyaseti, ideoloji ve felsefesi ile buna bağlı süslü kelimelerle sunulan paradigması Marksizm ve Leninizmdi. Tez ve teorisini Marksın yazdığı ve Lenin'in hayata geçirdiği sınıfsız, sömürüsüz, herkesin bir eli yağda, bir eli balda misali bir dünya hedefi iddiası vardı. O tarihlerin Sovyetler Sosyalist Cumhuriyetler Birliği sistemi güya böyle inşa edilmişti ve dünyanın geri kalan kısımları da kurtarması gerekiyordu. Hani davulun sesi uzaktan güzel gelir diye bir deyim var ya işte Sovyetler Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti sistemleri hakkında dünyadaki tüm halkların beynine böyle bir algı işleniyordu.
Kürt halkının bir kısım okumuşları da bu süreçten oldukça fazla etkilenmiş ve tek sınıf egemenliği mücadelesi doğrultusunda radikalize edilmişlerdi. Kürt halkının kimi okumuşları Marksın bu tez ve teorisinin etkisiyle tek sınıf egemenliği mücadelesine yönlendirilirken, bunların içindeki bir kısım okumuşlar halkın, ulusun, ülkenin sömürge durumunu ve ulusal özgürlük ve bağımsızlık sorunu olduğunu gündeme getiriyordu. Egemen ulusun sözüm ona devrimcileri, tek sınıf egemenliği mücadelesi verenler, Kürtlerin özgürlük ve bağımsızlık gibi ulusal sorunu hem kendileriyle hem de kendi arasında tartışmalarını emperyalizme hizmet ettikleri tezi ile korkutup bastırmak istiyordu. Tek sınıf egemenliği mücadelesine ihanet damgası taşımamak için ulusal özgürlük ve bağımsızlık sorunu mümkün olduğu kadar gözlerden uzak ve kendi aralarında yoğunlaşma ve tartışması yaşanıyordu.
Yaşanan bu süreçler belli bir yere kadardı ve o seviyeden sonra kapalı kapıların arkasına sığmamış, taşmış ve ayrı örgütlenme biçiminde karar kılınmış ve geriye dönüşü olmayan bir yola girilmişti. Kürtler, siyasi yaşamlarına dair ulusal özgürlük ve bağımsızlık meselesinin çözüm odaklı mücadelesi artık siyasi, ideolojik ve felsefi tek sınıf egemenliği eksenli mücadeleden kopmuş ve ayrılmıştı. 1980'lerin başında hem Kürtlerin kendi arasında hem de egemen ulus devrimcileri arasında meydana gelen bu siyasi, ideolojik ve felsefi gelişmeler böylesi bir bilinçle görülmeli ve o tarihten itibaren günümüze kadar devam eden gelişmeler bu perspektiflerle okunmalı ve oldukça dikkat çekici evrelerden geçtiği görülecektir.
Bu gelişmeler siyasi, ideolojik ve felsefi değerlendirmeleri yapılırken sömürgeci devletlerin doğrudan ve dolaylı biçimde Kürtler arasındaki hareketlenmelerdeki rolleri ve etkileri gözardı edilemez. Tek sınıf egemenliği mücadelesi içinde tutulan Kürtlerin kendi ulusal sorununa ve çözümüne hem o gün hem de gelecekte sadece zararları olacağını sömürgeci devletler herkesten daha iyi bilecek durumdadır.
Kürtler dünyanın her milleti gibi sınıflı bir halktır ve Kürt halkına tek sınıf egemenliği mücadelesini zorla dayatmak halkın %70'ini doğrudan karşısına almak demektir. En önemlisi halkı kendi içinden parçalayıp birbirine kırdırmak demek olduğunu en iyi sömürgeci devletler biliyor ve 1980'lerin başından itibaren gelişmekte olan süreci bu doğrultuda yönetiyor da olabilirler.
Ulusal özgürlük ve bağımsızlık uğruna mücadele verenler, tek sınıf egemenliği uğruna mücadele veren grupların içine çekip o pota içine alındıktan sonra eritip yok etmek sosyo-psikolojik hazırlıklarla dizayn edilecek tezler ve teorilerin toplumla buluşturulması ve yapılacak sosyal mühendislikle gerçekleştirilen kapsamlı bir projeye dikkat çekilmelidir. Böylece tek sınıf egemenliği mücadelesi veren siyasi, ideolojik ve felsefi kulvardaki siyasetin niçin ulusal özgürlük ve bağımsızlık maskesi ambalajı ile süreci neden başlatıldığı anlaşılabilir. Bu tez, teori ve pratikler halk deyimi ile avcı Kekliği operasyonu olarak örneklendirilebilir. Avcı çok av vurmak üzere avının soydaşlarını onlardan imiş gibi kullanır. Mesela avcı kekliği avcıya hizmet işine koşturulur, sesi ve ötüşü ile soydaşlarını tuzağa çeker. Tuzağa düşürelen tüm Keklikler avcı tarafından avlanıp yok edilir.
Dikkat edilirse 1980 faşist askeri darbenin sivil demokratik ortamı yok etmesi ve tek sınıf mücadelesi verenlerin özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi çizgisi oluşturması aynı döneme denk gelmişti. Ülke sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik olarak dört bir yandan kuşatılmıştı. Toplumun önüne tek nefes, tek ışık, görünürde tek çıkış yolu bırakılmıştı. Böylece yüreği ulusal özgürlük ve bağımsızlık için çarpan ve çözüm mücadelesi verenler, üzerine özgürlük ve bağımsızlık maskesi giydirilmiş bu tür örgüt ve yapıların kucağına sürülmüştü.
1980'lerden günümüze yüzbinin üzerinde yurtsever insan bu proje kapsamında farklı entrikalar ve iç infazlarla imha ettirildi. Milyonlarca insan yerinden, yurdundan zorla göç ettirilerek farklı metropollere savruldu. Bölgenin en ücra köşesi, dağı, yaylası militaristleştirildi. İşgalin fiili olarak tamamlanması için en vahimi sosyo-kültürel işgalin giderek hız kazanmasıydı. 1980 öncesine kadar sömürgecilerin her türlü asimilasyon, dil ve kültürel imha politikalarına direnen sosyal yapılar zorla tasfiye ettirildi, sömürgeci dil ve kültürü toplumun tüm yaşamına bilinçli bir şekilde egemen kılınmıştı.
Tekçi sınıfsal egemenlik hedefleri doğru sistemler olmadığını anlamak için Sovyetler Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin 1990'lı yıllarda sovyet halkları sistemi ret etmesi sonucu yıkılıp dağılmasıyla ancak anlaşılmıştı. Çin Halk Cumhuriyeti de böyle bir projenin ürünüydü, günümüz gerçekliğinde insan yaşamının en ucuz olduğu, en ucuz iş gücünün olduğu, tekçi siyasi ideolojik ve tekçi ırkçı lider diktatörlüğü sistemi olduğu nihayet görülebildi.
Dünyada tek sınıf egemenliği iddiası siyasi, ideolojik ve felsefi olarak insanlığın gündeminde olmadığı günümüzde 1980'li yıllarda özgürlük ve bağımsızlık hedefiyle toplumla buluşturulan Kürt coğrafyasındaki siyasi, ideolojik ve felsefi hesaplara bakılmalıdır. Geldikleri, getirildikleri en son noktayı kısa süre önce bütün açıklığı ile ortaya koyup; ''Bir daha vurgulayalım, artık devletsiz, patronsuz, ağasız, “karısız”, “kocasız” bir dünyayı düşünmenin zamanıdır. Devletsiz yönetim, patronsuz, ağasız bir ekonomik yaşam, ‘’karısız’’, ‘’kocasız’’ özgür eş yaşam gerçekleştirilebilir. Artık egemenlerin bu konuda yarattıkları ideolojik egemenlikleri yıkmak, özgür düşünmek, bu temelde neolitik toplumdan bugüne var olan demokratik uygarlığı demokratik topluma dayandırarak yeniden güncelleştirmenin zamanıdır.'' şeklinde özetlediler. Zora dayanan bu siyasi, ideolojik ve felsefi hareket görüldüğü gibi bağımsız ulus devletli dünyamızın her milletinin izlediği siyasi, ideolojik ve felsefi yol ve değerleri ret ediyor. Ulusal özgürlük ve bağımsızlığa karşı çıktıkları gibi dünya üzerinde makul ve meşru olan bu sistemi bir şantaj aracına çeviriyor. Ulusal özgürlük ve bağımsızlık talep edenlere karşı savaşıyor, siyasi, ideolojik ve felsefi her olguyu kullanıp halkı dünyadaki meşru değerlere ve meşru sistemlere karşı düşmanlaştırıyor.
Kimi siyasi, ideolojik ve felsefi örgütler, gruplar sömürge haklarına bile sahip olmayan mazlum ve mağdur bir halk için evrensel temel hukuktan kaynaklanan tüm haklarını talep edilmeyebilir. Onlar için azami ölçülerde en az hak taleplerini isteyebilir ve bu uğurda mücadele ediyor olabilir. Böyle durumlar anlaşılabilir, mücadele hedeflerine halkın en az haklarını savunma noktasında tutabilirler. Bunlar doğaldır, gerekçesi ne olursa olsun mazlum, mağdur bir halkın evrensel hak ve hukuktan kaynaklanan meşru temel haklarının en azı için mücadele edilebilir.
Ancak dünya milletlerinin tümü için maşru hakların, doğru sistemlerin ret edilmesi, karşısında savaş verilmesi asla anlaşılır değildir. Kürt halkına bugün bütün dünyadaki milletlerin ret ettiği 1900'lü yılların tek sınıf, tek siyasi, ideolojik paradigması uğruna bir mücadeleye zorla sürüklemek, mahkum etmeye çalışmak oldukça karanlık ve kirli hesaplara dayanıyor. Bugün dünya milletlerinin, halklarının ruhen bağlı olduğu, hukukunu, değerlerini benimsediği, koruyup geliştirdiği ve asla vaz geçemeyeceği değerlere karşı Kürtleri düşman haline getirmeye çalışılıyor. Kürt milletini, halkını en meşru ve temel hakkı olan özgürlük ve bağımsızlık fikir ve düşüncelerden koparmayı hedefleyen sinsi akıl halkı çürütüyor ve bütün meşru temel fikir ve düşünceleri yok etmeye çalışıyor.
Kürt halkının varlığına ve geleceğine yönelen bu ve buna benzer çağdışı tekçi siyasi, ideolojik ve felsefi dikta zihniyet ile mücadele etmesi toplumun en temel hakkı ve en acil ihtiyacıdır. Günümüzün hem bölgesel, iç ve dış koşulları, hem buna bağlı olarak uluslar arası koşullar Kürt halkına önemli imkanlar sağlamış, geleceğinde söz ve karar sahibi olması için bugüne kadar hayal bile edemeyeceği derecede iç ve dış olanaklara sahip olmuştur.
Kürt coğrafyasının Kuzey ve batı bölgelerinde etkili olmaya çalışan siyasi, ideolojik ve felsefi hareket dünya milletlerinin ulusal bağımsız devletli değerlerine düşmanlığı, sınıflı toplumsal yapılarına düşmanlığı, çoğulcu demokratik yapılarına düşmanlığı, aile yapısına düşmanlığı, farklı düşünce ve fikirlere düşmanlığı Hiçbir gerekçenin arkasına sığamaz. Sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik, çevresel, ulusal her yönüyle bu siyasi, ideolojik ve felsefi hareketler dikkatli biçimde incelendiğinde Kürt halkını dünya üzerinde var olan bütün meşru değerlere karşı düşmanlaştırma projesine dönüştüğü görülecektir.
Siyasi yaşamları boyunca tezleri, teorileri ve pratikleri siyasi, ideolojik ve felsefi her açıdan çözümlendiğinde karşısında görünüp, karşı çıktığını iddia ettiği, karşısında savaştığı görüntüsünü verdiği karşıtları sömürgeci yapılara hayat verdiği, yaşattığı, güçlendirdiği, yayılmasını sağladığı açığa çıkarılacaktır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.