1975\'li yıllardan günümüze 40 tam yıl boyunca halkımızın anadili ile yasaklardan dolayı tek kelime serbestçe yazamadığı dönemlerden günümüze kadar yaşadığı ağır baskıları, işkenceleri hem yaşamış hem de tanıklık etmişim. Bu sürede faili meçhuller, tehditler, toplu göçertmeleri aynı şekilde hem yaşamış hem de tanıklık etmişim.
Halkımıza ve ülkemize karşı 1806 yılı inkar ve imha politikalarının başlangıç tarihinden itibaren olayları değişik kaynaklardan öğrenme ve sonuçları hakkında bilgi edinme imkanım olmuştur. 1925 yılı inkar ve imha belgesi şark ıslahat kanunun hesap ve hedeflerini çözümlemiş ve Koçgiri, Şeyh Sait, Dersim, Ağrı ve Zilan katliamları ve olaylarını değişik kaynaklardan defalarca okuyarak gözlemlerimi sosyo-politik, sosyo-siyasal, sosyo-ideolojik açılardan inceleme ve değerlendirmeye çalışmışım.
Hendek siyaseti başladığı günden bugüne kadar sömürgeci devletlerin Kürdistan coğrafyasındaki katliamları ve yıkımları kadar hem acımasız ve hem de çok rahat bir tavır içinde olmadığı görülüyor.
Seyh Sait isyanında devlet katliam yaparken, Dersimden, Ağrıdan, Cizre\'den çekiniyordu. Kürt halkının ayaklanabileceği endişesi ve korkusu taşıyordu. Uluslararası güçlerden ve dünya kamuoyundan çekiniyor, imha temelli eylemlerini gizlilik içerisinde yürütmeye çalışıyordu.
Sömürgeci devletlerin bu korku ve endişeleri Dersim jenosidinde, Ağrı-Zilan hattında ve hatta 90\'lı yıllarda bile mevcuttu. Sömürgeci devletler bugüne kadar sürekli olarak bölünme endişesini iliklerine kadar taşıyor ve yaşıyordu. Bu nedenlerden dolayı da yaptığı bütün katliamları büyük bir gizlilik içerisinde yapmaya çalışıyordu.
Bugün hendek siyasetiyle birlikte sömürgeci devletlerin tutumlarına bakıldığında ise tüm dünya ve Kürtlerin gözü önünde, kamera ve canlı yayınların önünde ve hiç çekinmeden, bölünme korkusunu taşımadan ve yaşamadan rahat hareketlerle Kürdistan kentlerini yakıp yıkmakta ve katliamlarına aralıksız devam etmektedir.
Ne acıdır ki Yaşlı insanların, kadınların cenazeleri günlerce sokak ortalarında, açık alanlarda kalabiliyor. Çocuklar anne karnında vurulabiliyor, cenazeler haftalarca mezarlıklara taşınamıyor, evlerde saklanmak zorunda bırakılıyor. Bütün bunlar yaşanırken sömürgeci devletlerin geçmişte yaşadığı bölünme korkusu, endişesi, halkın tepkisi kale bile alınamayacak kadar rahat hareket edilebiliyor.
Sömürgeci devletlerin inkar ve imha politikaları ve uygulamaları karşısındaki bu rahatlığı oldukça düşündürücüdür.
Kendine Dua Etmeyen Tek Millet Kürtler
Ezdi\'lerin her sahah güneşe doğru dönüp yaptıkları önemli bir duaları vardır;
Şöyle diyorlar: \"Allahım sen 72 millete ver, sonra bize ver\"
Bu inanç kültür denizine sahip Ezdi Kürt halkına 72 milletin bazı üyeleri öyle soykırımlar uyguladılar ki onları yok olmakla yüzyüze getirdiler.
Kuzey ve Batı Kürdistan\'da Kürt halkına tekçi ideolojik ve yaşayan gerçekleri tes yüz eden teoremlerle öncelikle sömürgeci devletleri demokratik bir cumhuriyete dönüştürülmesi mücadelesi ile demokratik ulus yapmaya yöneltip sonra da geriye bir şey kalırsa kendilerine pay verilmesi hesabını halka dayatmaktadır.
Geçmişte defalarca yaşanmış olduğu gibi şimdi yine Kürdistan katliamlarla ve göçertmelerle karşı karşıya bırakılmıştır, bunlar halkımıza ne diyorlar; aman sömürgeci devletlere dış müdahalenin yolunu açılmasın, eemokratik cumhuriyet ve demokratik ulus için bir ölelim derdindedirler.
Ezdi Kürt halkı bütün bölgesel sömürgeci güçlerden çok çektiği halde hala bölgesindeki 72 milletin tümünü, herkesi düşünüyor.
Bazı tekçi ideolojik komünal hesaplar ve hedefleri olanlar da 50 milyonluk Kürt milletine, bir bekleyin öncelikle sömürgecileri demokratik cumhuriyete dönüştürelim, demokratik ulus inşa edelim, bu değerler için biz ölelim onları da güçlendirelim sonra Kürt halkı da bu ortaklıktan yararlanır demeye getiriyorlar.
Kürt halkı adına yaşanmakta olan görünürde ve güncel sürdürülen sadece moral, motivasyon, sosyo-kültürel ve halksal değerler bağlamında sadece çökertme planı olabilir. Geçmişte yaşanan katliamlar, toplu göçertmeler ve soykırımlar halen halkın gözlerini açamıyor ise, aklına hitap edemiyorsa, tarihsel değerlerden kopukluğu devam ediyorsa halkın geleceği de çok daha zor olabilir.
1800\'lü yıllardan itibaren Kürt halkı din kardeşliği, ümmet birliği hesapları ve hedefleri için bedenini dindaşlarına siper etmişti ve canlarını feda etmişti. Halbuki o milletler ise işgal ettikleri yerleştikleri topraklarda kendilerine yeni vatan ve yurt edinme mücadelesi verirken, Kürtler de kendi vatanında, coğrafyasında müteci durumuna düşürülmüştü.
Birinci dünya savaşında da Kürt halkı din iman kardeşliği, ümmet birliği adına kafir dedikleri güçlere karşı çok büyük savaşlar vermiş, öncelikle din, ümmet kardeşlerini kurtarmıştı. Sonrasında ise kendileri sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik ve coğrafyasında vatanında çok büyük değerlerini dost güçler dediklerinin uygulamaları ve eliyle kayıp etmişti.
Mevcut bu ütopik paradigmaları pişirip halkı yeniden tarihteki gibi başkalarını kurtarmak için ve bu defa biraz daha karmaşık ideolojik teoremler ileri sürerek başkasını kurtarmaya yönelten siyasetçilerin sözlerine Hiçbir koşul altında artık itibar edilmemesi ve hiç kimsenin kanmaması gerekir.
Kürt halkının yiğit gençlerinin, gerillanın ve peşmergenin inandığı uğruna canını verdiği, yücelttiği vatanı, ülkesi, halkı ve ulusal değerleridir.
Ancak bütün bu emekleri ve değerleri başkalarını kurtarma teoremlerine sayan kişi, grup ve kurumsal yönetim erkine hala inanıyor musunuz?
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.