"Ayırım yapmayın" diyen Türk sistemi, Kürtlerin varlığını vurgulayan her sözcükten rahatsızlığını örgütlemiş ve örgütlemeye devam ediyor.
Oysa ki her halkın, sınıfın kendini örgütleme, haklarına sahip çıkma, özgürlük ve bağımsızlığını sağlama hakkı birleşmiş milletler tarafından da prensip olarak kabul edilmiştir. Ama bu hak Kürtler için geçersiz kılınıyor.
Yüz yıldır inkar edilen, parçalanan, her mezalime tabii tutulan Kürtler, Müstemleke olarak tutulup yönetiliyor. Şimdi Kürtler, Afrika'nın en köle halklarından da öte inkara, imhaya yani jenoside tabii tutuluyor Bu durumu eleştirince de, "ayrılıkçı" olarak üstüne gidilmiş, gidiliyor.
Peki ayrılmak da bir hak değil mi?
Türk devleti, Amasya tamiminde 1919 ve 1923 yılları arasında "Kürtler isterse ayrılıp, müstakil bir yönetim kurabilir!!" diyen sözleri unutmuş, hatırlamak istemiyor. Çünkü söylenirken de samimiyet yok idi Şimdi "Kürt" kelimesini bulduğu her kavram "Terörist" olarak nitelenir ve ona uygun davranan uygulamalar sergilenir. Bu kavramın absürt olduğu ile karşılaşıldığı yerde de "Kürtler bizim kardeşimizdir!" denerek aldatılma yoluna gidilir. Ama Anayasasının "değişmez maddelerinde"; "Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür" diye tanımlanarak, hakim olduğu alanların tamamında, Türk'ten başka etnik, ulus, kimlik tanınmıyor. Böyle olunca, varlığını kabul etmeyen "kardeşliği" de boşa atmış oluyor.
Bu tanım, sömürge kavramı ötesinde, yok edilmeyi hedefliyor ve gereği yapılıyor. Türk egemenlik sistemi, halkların varlığını "Ayrılıkçılık" diye tanımlıyor. Oysa ki biz Kürtlerin ayrı bir ulus halk olduğu, tüm inkara rağmen ortada. Kürtleri de tıpkı Ermeni, Süryani, Pontus, Rum, Laz vs. aidiyetleri ortadan kaldırmak için yıllardır yatırım ve planlar yapmış ve uygulamak için çırpınıyor. Bu gerçek kabul edilmediği müddetçe, Türkiye'de, ekonomik, demokratik, düşünsel, yasal, eğitimsel, idari hiç bir sorunu krizden çıkarmak mümkün olmaz. Bu sadece Kürt ve diğer halkların sorunlarına yol açmıyor, Türk halkının yaşadığı huzursuzluk ve düşünsel sapma, aydınlanmama, kendine dahi sahip olamama sonucunu da üretiyor.
Yaşanan depremde de bunun sonuçları ortaya çıkıyor.
Savaşa göre tanzim olan devlet, kaynaklarını silaha ve askeri ekipmana yatırarak, Türkiye'nin imarını, sağlıklı konut sorununu, etik eğitimini ve demokratik devlet prensiplerini öteliyor.
Yıllardır olağan sistemde kalamamasının sebebi budur.
Artık Kürtlerin, Türklerin, tüm halkların varlığını, haklarını, yaşamını esas alan duruma geçmek için yaşanan deprem, olanı sürdürmek için değil, yaşanan aleni yanlışlarından sıyırmak için ders almalı ve yol almalı.
Unutulmasın ki önümüzde daha büyük depremler duruyor.
Bırakın her halk kendine ve insanlığına karşı sorumlu davransın, kendini inşaa etsin ve güvenliğini alsın. Güven içinde yaşasın... Bunu yaratacak sonuçlar anlamlıdır. Gerisi yalandır. Yalana göre yaşanmaz!
Kürtler kardeş olarak varsa, bırakın Kürt gibi yaşasın. Türk gibi yaşatmaya uğraşmayın. Biz de Kürt olarak yaşayalım. "Yok" sayarak kardeş olunmaz! Kavga ve huzursuzluk, var olanı yok saymak ile tertiplendi ve başladı.
Kürtleri yok sayarak, değil kardeşliği, her şeyi yok saydılar ve sayıyorlar!
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.