Edebiyat, literatür taraması ya da wêje dediğimiz kavramlar, ulus olgusunda önemli, hatta başat yer tutar. Bunun bilince çıkarılması hayatı olmuştur!
Edebiyat, Yunanca’da \"Grammatike\"nin karşılığı olarak ortaya çıkmış.
Bugün entelektüel çalışmalarda, \"Literatür taraması\" derken, esasında \"Literatür\" ile özdeş değil.
Edebiyat kavramının şiir, roman, öykü, deneme gibi türler olarak gelişmesi aslında modern zamanlarda mümkün olan şeydir.
Dolayısıyla edebiyat, bilakis sosyolojik anlamda \"toplum\", siyasal anlamda \"kamusallık\" içerirken, \"okur\" kitlesini de kapsar.
Edebiyatı kavramını, Kürtçe’de \"Wêje\" karşılar. Wêje\'de Kültür, kamusallık, toplumsal ortaklık, okur ve yazım dili ile tamamını kapsar.
Her dilin edebiyat olgusu kendine özgüdür. Zira her dilin kendine ait ideomu, kavramların kazandığı içerik vardır.
Her edebiyat kendi dilinden güzeldir.
Edebiyat Cumhuriyeti\'nin yurttaşı olabilmek için,
1- Okumak!
2- Yazmak!
3- Aynı dili konuşanların statüsünde yönetilme ve idareye sahip olmak ya da bu amaçla ortak refleksi taşımak zorunludur.
4- Bu edebiyatın dilini eğitim ve pazarda kendi topluluğu içinde konuşup, harmanlayarak standart kılmak ve giderek kendini akıcı, kolay anlaşılır ve nazik kılmak gerekiyor.
Elbette bu cumhuriyetin dili başta aydın, elit bir sınıfın dili olacaktır. Ancak günden güne genişleyen ve yükselen bir trend izlemesi tarihi gelişmişlik için vazgeçilmezdir.
Bu açıdan edebiyatı toplum inşa edici, sistem oluşturucu bir şey olarak düşünmek gerekir.
Modern ulusların inşasında edebiyat öncü olmuştur. Ulus devletler oluştuktan sonra da, devletin bir edebiyat cumhuriyeti olması onun modernite zemininde gelişmesini sağlamıştır.
Zira edebiyat bir modern cumhuriyet, medeni bir toplum, kuvvetler ayrımını sağlayan bir sistem oluşturucu/kurucudur. Edebiyat, yepyeni bir toplumsal dünya yaratıyor.
Edebiyat Cumhuriyeti\'nin temel üretim aracı, insan kalem, kağıt ve matbaadır.
Ulusal dilleri ete büründüren, onu toplumsallaşma düzeyine taşıyan matbaadır. Kitap, insanlık tarihinin ilk endüstriyel ürünüdür. Modernliğin oluşmasında, vatan, vatandaş ve birey bilincinin oluşup şekillenmesinde, ulus devletlerin ortaya çıkmasında kitabın ciddi bir rolü var. Matbaa ve kitap, kültürel, düşünsel, dilsel birliği garanti altına alan araçlardır.
Viktor Hugo, \"Sefiller\" eseriyle Fransızı yeniden biçimlendirmiştir.
Almanya\'da Goethe\'nın vatandaşlar tarafından ezber edilmesi anlamsız değildir. İngilizlerin, Shakesprare\'yi okumayanları İngiliz’den saymamaları tesadüfi değildir.
Peki burada belli başlı Kürt klasik/kanon esere böyle yaklaşmak neden yanlış olsun?!
Benedict Anderson, \"Hayali Cemaatler\" kitabında, ulus inşa sürecini anlatırken, \"Modern zamanlarda aslında toplumsal olan ile kültürel olan birlikte oluşuyor. Aynı toplumsallıkta meydana geliyor. Edebiyatın, sanatın kamusallaşmasıyla modern ulus devletin kurumlarının ortaya çıkışı, aslında birbirlerine oldukça paralel süreçlerdir.\" der.
Okur yazar olmayan bir ulusal burjuvazi, kitapsız yaşayan aydınlar hayal etmek mümkün mü?
Tabi burada öncelikli olarak sömürge toplumlar düşündüğümüzde, hangi dilden ve kimin safında burjuvazi olduklarını, hangi dil ile konuşup düşündüklerini irdelemek önem kazanıyor.
Örneğin okuduğu Ahmedê Xanî , Feqiyê Teyran ya da Heci Qadirî Koyî değilse, kökleri üzerinde modernlikte yükselmediği, dil, ulus kırmına dahil cephede olduğu görülür.
Uluslaşma süreci politik bir süreç olarak görülmekle birlikte, en az o kadar da edebi bir süreçtir.
Ulusal edebiyat, ulusal dil/gramer, ulusal parlamento, ulusal ekonomi, ulusal güvenlik gücü birbirlerinden bağımsız oluşan ve gelişen kurumsal süreçler değildir.
Bu süreçlerin başat kurumsal dili ulusun kendi dilidir, edebiyatıdır. Böyle olduğu için, \"Edebiyat cumhuriyeti\" demek tezat değildir.
Kürtlerin; 15., 18. ve daha sonraki yüz yıllarda güçlü klasikler, kanon edebi eserler ortaya çıkardığı ve Kürt Medreselerinde okutulduğu, o sınırlı iletişim koşullarında beklenenden fazla yaygınlaştığını kendi kuşağımız bile etkilerini gözlemledi. Bu Kürt dilinin, dil kırımına karşı önemli bir tarihsel bariyeri olduğunu ortaya koydu.
Kürt ulusu klasik, kanon edebiyat konusunda oldukça dinamik, zengin eserlere sahiptir. Ancak siyaset sınıfı bu zenginliği görememiş, onunla birlikte büyümemiş, dolayısıyla edebi ve kültürel yönden cılız kaldığı içindir ki milliyetçilik refleksi ketum kalmıştır.
Oysa ki kültürel ve edebi gelişmişlik, bir ulusun kendi cumhuriyetine tutkunluğunu pekiştiren en başat araçtır, bilinçtir.
Bu durumun Kürt ulus siyasetinde, cemaatinde bilince çıkarılması ve seferberliğinin yaygınca yapılması, yaşanması hayatıdır.
Kürtler behemehal \"Kürt Edebi Cumhuriyeti\" yaşama geçirmek ve her koşulda yaşamaları gerekir.
Her Kürt okur yazarı, öncelikle Ahmedê Xanî\'nin Mem û Zîn eseri ile yanlarına aldıkları bir Kürtçe sözlük ya da yardımcı Kürtçe kitaplarla, anlayarak, ruhunu çözerek okursa, çok önemli yol alacağı kesindir...
Jan Assmann, \"kanon\"u \"günlük bellek\" olarak tanımlar. Klasikleri ve kanonu olmayanın toplumsal belleği olmaz.
Kürtlerde Ahmedi Xanî, Feqiyê Teyran, Heci Qadiri Koyi, kanon nitelikte olup, toplumun tüm kesimleri bu yazar ve eserlerine sahip çıkıyor. Böyle olduğu için mahalli - bölgesel değil, ulusal düzeyde sahipleniliyor. Türk yazarlarından Nazım Hikmet ve Necip Fazıl\'ın sağ ve sol yanlarının olması, farklı toplum kesimleri tarafından benimsenmemiş, reddedilmiş olmaları ile mahalli kaldıkları aşikar olmuştur. Başkaca da Türk edebiyatının klasiği ve kanon olabilecek eseri yoktur. Böyle olduğu için, edebiyat cumhuriyeti hem temelsiz hem de çatısızdır. Olan edebiyat ise tıpkı toplumsal geçmişi gibi devşirmedir, derme çatmadır. Bu derme çatma edebiyat siyasi istikrarsızlığın, ulusal inşadaki zorbalık, marazi ve jenosidal siyaset ile kendini inşa etmeye itmiştir. Dolayısıyla Türk despotizmi, diktatörlüğü tarzında oluştuğu için, \"Edebiyat Cumhuriyeti\" oluşmamış ve oluşamamaktadır. Böyle olduğu için Türk ulusu, bir \"geç modernlik\" toplumu değil, \"modernleşme\" toplumu olarak ortaya çıkarıldı. Daha önce de açıkladığımız gibi, Modernlik, doğal bir tarihsel, toplumsal, siyasal, kültürel ve edebi gelişme olarak tezahür ederken, Modernleşme, jokoben tarzda zorla ve baskı metoduyla yukarıdan inşa edilmiştir. Böyle olduğu için ulusal inşa, politik teoloji tarzında dayatılmaktadır. Boylece edebiyat cumhuriyetinin koşulları oluşamadığı için ıskalanmıştır. Bu ıskalanma ile Yakın Doğu halklarının kanon olan eserleri, yazarları, dili yasaklanmış, daha ötesi jenoside siyaset ile inkar ve imha edilmiş, sonuçta şiddet metodolojisi ile devşirerek ve deforme ederek kendine katmak cüretini göstermiştir. Böyle olduğu için Türkiye\'de güçlü bir sanat edebiyat kritiği ve tartışması da peyda olmamaktadır. Zira kendini koyabileceği bir geçmişi, bugünü ve dolayısı ile gelecek limanı yoktur. Zira toplumda bir sanat, edebiyat tartışması yapmamakta ve uzak kalmaktadır. Toplumun ruhsuz, duygusuz yaşaması, estetikten uzak durmasının da bu tarihsel geçmişten kaynaklandığı her açıdan görülmektedir. İdeolojik kalıplara giren toplumun, sorgulayıcı olmamasının bir sebebi de buradan kaynaklanmaktadır.
Tabu olan liderler, iktidar ve devlet olgusu bu sığlıktandır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.