Bir insanın tehdit edilmesi, öldürülmesi, her devletin kendi ceza yasasında belirttiği usul ve mahkeme ile yargılanıp cezalandırılır. Gerçi söz konusu olan imhanın hedefindeki soy/aidiyet olduğu zaman, bundan da hukukun sağlıklı uygulanmadığı, bilakis düşman hukukunun icra edildiği görülür. Kemal Korkut vb. sayısızca davalarda görüldüğü üzere...
Ancak herhangi bir devletin bir ya da birden fazla dini grubu, etnik ya da ulusal aidiyeti, inkar ve imha etmeye yönelmesi, sadece bir devleti, ülkeyi ya da etnisiteyi değil, bütün dünyayı, insanlığı ilgilendiren, uluslararası bir vaka ve suç olarak tanımlanır.
Bu tür suçları önlemek, cezalandırmak, devletlerin işbirliği, halkların dayanışması, insanlığın etik, ortak irade, evrensel hukuk ile müdahale etmesi ve etkinliği gereklidir.
Suç işleyenlerin sadece çağdaşlarının önünde değil, tarih önünde de hesap vermeleri zorunludur.
İnsanlar, bir kişinin öldürülmesine karşı duyarlı iken, aynı aidiyeti taşıyan kitlelerin hedeflenmesi ve katledilmesi karşısında gerekli tutumu sergilememesi büyük zaaftır ve hukuku işleme konusunda büyük zayıflıktır.
Bu zafiyet,
1- İnsanı,
2- Ahlaki/vicdani
3- Tarihi
4- Hukuki
5- Sosyolojik vs.
Tüm boyutları ile olgusal veriler üzerinde incelenmek zorunluluğu vardır.
Bu konuda Rafhael Lemkin ve diğer araştırmalar ile Kürt ulusunun yaşadıklarını ortaya koymak gerekir
Misal, "Kürtler sömürge bile değil" diyerek, Kürt siyasal çevrelerde genel kabul gören ve yaşanan, uzun sürece yayılan soykırımı tanımlamamak, önlemek için yol haritası çıkarmamak, yukarıda sıralanan boyutları ile bütünlüklü bir toplumsal refleks sergilemek için vizyon yetersizliği, esaslı bir zaafiyet olarak ortada duruyor.
Kürt inkar ve imhası(soykırım)nın uzun sürece yayılması, uluslar arası gündeme taşınıp, etkin kılınmaması, sorunun çözümünü geciktiren çok önemli etkenlerin başına oturmuştur...
Şimdi bunun koşulları olgunlaşıyor. Ancak, teorik ve vizyon eksikliği devam ediyor. Bunun için ulusal ve uluslararası düzeyde hukuksal, sosyal, tarihsel, diplomatik ve siyasal etkinlik alanlarında doğru çalışmalar zaruridir.
Zira soykırım; bireylerin, azgın yöneticilerin sağlık sorunundan ziyade, ulusların yaşama ve özgürce kendini geliştirme hakkının, siyasetçilerin alanından çıkarılıp, uluslararası hukuk yolu ile kurallarının nesnel hale getirilmesidir. Bu hususta Soykırım sözleşmesinin BM tarafından kabulü önemlidir. Ancak, soykırımların önlenmesi hususunda yetersiz kaldığı, 120 yıla yakındır soykırımları sürdüren devletlerin, ülkeleri parçalanan ve varlığı imha olmakta olan Kürt ulus ve ülkesine karşı, anti-Kürt siyaseten de ortaya çıkmıştır ki bu sözleşme, icraatlar ve konulan hukuk, "devletlerin bölünmezliği prensibi" ile zayıf kılınmıştır. Ancak, "bölünmezlik prensibi"nin de son 35 yıllık süreçte, Yogoslavya, Çekoslovakya, Arnavutluk, Sovyetler ve dünyanın farklı yerlerinde ortaya çıkan 50- 60 kadar yeni ulusal devletin boy vermesi ile boşa düşmüştür. Dolayısı ile bu husustaki zoraki siyasi tespitin, prensibin de hukuk ile uyumlu olmadığı anlaşılmıştır. Bu hususun yeniden elden geçirilerek, siyasetin üstünde olan hukukun işlevli halde açıklıkla yeniden tanımlanması zorunluluğu açıktır...
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.