II. Abdulhamid, Sadrazam olan Mithat Paşa’ya düzenlettiği Kanun-i Esas-i’nin, 113. Maddesi ile elde ettiği yetkiye dayanarak, Mithat Paşa’dan kurtulmaya karar verir.
Diktatörlüğünü inşa etmesi için Mithat Paşa, Şam’a vali olarak tayin edilir.
Ancak Mithat Paşa yola düşer düşmez “Meşruti bir yönetimde, hukuksuz davranan Sultan’ın kıymeti olmaz!” diye eleştirir. II. Abdulhamid, Mithat Paşa’nın politik liyakatinden çekinerek, “Daha önce iki sultanı tahtından ettiğini ve yeniden V. Murad lehine çalışabilir.” diye düşünür ya da “Mithat Paşa’nın, Osmanlı hanedanlığını tasfiye ederek, kendisini başkan ilan edeceği bir ‘cumhuriyet’ de kurabilir!” gibi fikirlerle, tahtından olabileceği gibi tedirginliklere düşer. 30 ocak 1877’de sadrazamdan aldığı mektupta, “Kanuni Esasi’nin, istibdadı engellediği için … reddediyor olunduğu için bütün harekatlardan millet nazarından sorumludur!” diyerek Sultan II. Abdulhamid’i eleştirir. II. Abdulhamid ise, Sadrazam Mithat Paşa’nın “Avrupa’daki reformları engelleyerek, Kanun-i Esasi ile sorunlu olduğunu” iddia etti. Karşılıklı bu iddialar sürerken, Sultan Abdulhamid’in, meclisi toplamanın işleri sarpa saracağı düşüncesine iter.
Mithat Paşa’nın durumu, II. Abdulhamid’in “Meçhul Sultan” durumunu açığa çıkarır. Mithat Paşa’nın sürgünü ile II. Abdulhamid’in dalavereci, hiçbir kural ve ahlakı değeri kabul etmeyen, “reformcu” geçinen ancak reform programını uygulamaya zorlayan Tanzimat Devrini kapatan ve fakat otoriterliği dışında her şeye kuşku ile bakan ve kabul etmeyen, ama istibdadı uygulamada sınır tanımayan bir devrin başladığını ortaya koyarak, II.Abdulhamid’in durduğu yeri netleştirmiş olur. Artık Sadrazam ve yardımcılarının esas icracı yönetenler olduğu dönem de böylece sona erer.
Mithat Paşa’nın sürgünü ardında, II. Abdulhamid’in emir eri gibi davranan Ethem Paşa sadrazamlığa atanır. Bu durumu anlayan gazeteler ve muhalefet korkudan ses çıkarmazken, hem II. Abdulhamid bu sesiz duruma şaşırır, hem de Mithat Paşa büyük bir muhalefet beklerken, yanılgı ve hayal kırıklığı yaşar. Bu sürede Mithat Paşa Avrupa’ya sürgün gider.
Avrupalılar da, II. Abdulhamid’in kendilerine söyledikleri ve verdiği vaatleri yerine getiremeyeceğini düşünerek, hayıflanmanın ötesinde bir adım atmazlar. Rusya ise Mithat Paşa’nın Tuna vilayetinde vali iken kendilerine çıkardığı zorluklardan dolayı bu sürgüne memnun olurlar. II. Abdulhamid’in, iç ve dış gelişmeleri hazırlıksız yakalayarak, somut ve zorlayıcı bir tepki ile karşılaşmadan, kendi iktidarını sağlama alma ve inşa etme konusunda “doğru” bir zamanda adım attığı anlaşılır.
Bu girişimle, II. Abdulhamid’in Kanuni Esasi’yi ve meclisi rafa kaldıracağı beklenirken, II. Abdulhamid bunu düşünenleri şaşırtır. ‘Avrupa’ya ödün vermeyeceğini’ dillendirerek, Osmanlı kamuoyunu içeride yanına almayı hedefler. Kanun-i Esasi ile Mithat Paşa birlikteliğini ayırmak üzere, Mithat Paşa’yı tasfiye eder. Kanun-i Esasi ve Meclisi sahiplenerek, rahatlıkla gücünü toplamak üzere, meclisi toplamayı hedefler. Ayrıca, Kanun-i Esasi konusunda hassas davranan İngilizleri yanına alarak, Rusya’ya karşı siyasette elini güçlü tutmak ister. Yanı sıra Mithat Paşa gibi çevresinde siyasi manevra geliştirecek bir sadrazamdan da yoksun olduğu için, İstanbul kamuoyunun ansızın aleyhine döneceğini ve bu durumun sonunu getirebileceğini, Abdülaziz ve V. Murad’ın rahatlıkla tasfiye oluşunun akıbetine uğrayacağının teredüdünü de yaşar.
II. Abdulhamid tahta geldikten sonra, yapılan ilk meclis seçiminde 130 vekil, vilayet yönetimlerinin ve idare meclisleri tarafından gösterilen göstermelik -halk tarafından- seçilir. Kendilerine biat edemeyeceği Mısır, Girit ve Lübnan gibi alanlarda “özerklik” belirip hüküm edemeyince, seçim dışında tutarak sonradan gerçekleşen seçimde, oralar için de beşi Müslüman, beşi gayri Müslüm olan vekiller, sözde “iki dereceli seçim metodu” ile bizzat atanmış olarak tespit olunur.
II. Abdulhamid, İstanbul’daki iktidarını garantiye almaya uğraşırken, kamuoyunun dikkati Rusların dayattığı savaştadır. Sırbistan ve Karadağ’daki ayrılıkçı tutum, Rusya’nın işine yaradığı açıktı. Osmanlı devleti onlarla barışarak Rusya’ya karşı daha güçlü konumlanabileceğini, Mithat Paşa sürgün edilmeden önce sorunu çözmek üzere bir noktaya taşıyacağı, o bölgelerde göstermelik bir Osmanlı sancağı dışında bir hükmünün bırakılmadığını görür. Rusya da bu alanda Avrupa’nın desteğini almak, olmazsa Avrupa’nın Osmanlı devletinin yanında yer almayacak konuma getirmek üzere, bu görüşmeleri leyine çevirmek üzere devrededir ve gizli sözleşmeler gerçekleştirir. Balkan Yarımadası iki nüfuz alanına ayrılarak, Adriyatik kısmı Viyana’ya, Karadeniz kısmını ise Sen Petersburg’a katarak, Rusya’nın Ege’ye doğru inmesinin yolunu açmaya çalışır. Mart 1877’de Dostoyevski, “Konstantinopolis artık bizim olmalıdır” derken, Rus kamuoyunun istemini dillendirir.
Bu atmosfer içinde, 19 Mart 1877’de Sultan II.Abdulhamid, tedirgin ve geleceği okuma konusunda belirsizlik içinde Dolmabahçe’de topladığı, yetmiş bir(71) Müslüman, kırk dört(44) Hıristiyan, dört(4) Yahudi vekilden oluşan yeni Meclisin açılışına katılarak, kendi adına hazırlattığı konuşma metnini, Said Paşa’ya okutur.
Hıristiyanlara fazla sandalye vermesi, Avrupa’nın kaygılarını giderme hesabından kaynaklıdır. Meclisin çoğunluğu Müslüman olsa da, bu Türkler açısında, Araplar, Kürtler, Arnavutlar, Boşnakların yeri hesapta bile yoktur. Zira Kanun-i Esasi’de, “Resmi dil Türkçedir” denmesi ile bu sorunda her ne kadar bu meclis toplantısında 14 farklı dilden konuşmalar yapılmış ise de, bu farklılığın zamanla tekleştirileceği, diğer dillerin ise sadece Türkçenin oluşmasında kelimelerin devşirileceği hazine olacağını tarih gösterecekti.
Toplanan meclis üyelerinin esası hükümetin idare memurlarından, yani halkları değil, imparatorluğu teşkil eden mozaikten oluşur. Böyle olunca, Mebusların tamamı konuşmalarında, Sultan II. Abdulhamid’e methiyeler dillendirerek, onun istediği minvalde konuşmalarına başlayıp, “ Vatan, millet için Sultan Abdulhamid” sözleri ile sonlandırır.
Bu manzaradan sonra, Ocak 1877’de İstanbul’dan çekilen sefirler, yeniden dönmek üzere görüşmeler yapar ve ilk gelen İngiliz sefir Sir Henry Layard olur. Sir Henry Layard Türk dostu, diplomat ve arkeolog olarak Ninova kentini bulan isimdir. Bu koşullarda Sir Henry Layard’ın atanması, çarlık Rusya’sının Konstantinopolis/İstanbul ve Ege üzerindeki saldırı hesaplarının önüne geçmek ve bölgede kendi nüfuzunu artırmak politikasından kaynaklandığı düşünülmelidir. O günkü İstanbul basını, “Dünya Osmanlı devletinin arkasında” ve “Yenilmez bir güce sahip” olduğunu abartarak dillendirir. Bu havaya II. Abdulhamid’in en yakınındaki Damat Mahmud Celalleddin Paşa ile Serasker Redif Paşa da başı çekmektedirler. Öylesine ki bu savaş kışkırtıcılığı sonucunda, geri adım atıp, yumuşamaya geçmek ya da savaş dışındaki olasılıkları düşünmeye imkan bırakılmaz. İngiltere’nin, Osmanlı Devleti’nin Doğu Avrupa’da yaptığı katliamları düşünerek, garanti vermemesine rağmen, II. Abdulhamid savaş kararını Mart 1877 sonunda olumlamaya başlar. Ancak bu kararda çok temkinli davranarak pek öne çıkmaz. Meclisi öne çıkarır.
Bu atmosfer içinde, İstanbul muhaliflerinin siyasi basireti adeta bağlanmış, “İslamiyet’ten ziyade, Türkçülüğün kültürel merkeze alınması, Kanun-i Esasi’nin eksiksiz olarak işlenmesi gerektiği,” şeklinde kendini ortaya koymaya çalışarak, Abdulhamid’in, İslamiyet’ten ziyada Türkçülüğe eğilmesini isterler.
Siyasi ağırlığı düşmüş durumda olan, II. Abdulhamid’in abisi ve sabık Sultan V. Murad Paşa taraftarları ise kendi aralarındaki kulislerinde, “Osmanlı Devleti’nin gücünün abartıldığını, II. Abdulhamid’in henüz tecrübesiz olduğu, gücünün farkında olmadığı, savaşa girecek bu devletin yenilgiye mahzar kalacağı, bu durumda yeniden hanedanlığı ele alabilme…” ihtimallerini bir olasılık olarak aralarında düşünür ve konuşurlar.
O günlerde Karadağ Prensliği toprak talebinde bulununca, Meclis üyeleri Karadağ Prensliğinin bu talebini sert dille reddeder. Ancak, bu talebe karşı koyacak diplomatik ağırlıkta olmayan Osmanlı Devleti, geri adım atmak durumunda kalır. II. Abdulhamid, bunu fırsat bilerek, Meclisi, Mithat Paşayı, kamuoyunu da eleştirerek, kendini olası bir savaş yenilgisinde temize alacak ve tamamen kendini siyasi olarak başa oturtacaktır.
II. Abdulhamid’in gözüne girmek isteyen Cevat Paşa yenilgi alacak Osmanlı devletinin bu durumunu şöyle dillendirir; “Mithat Paşa tüfeği doldurdu. Damat Mahmud Celalleddin Paşa horozu kaldırdı ve Serasker Redif Paşa tetiği çekti. Memleketi işte bunlar felakete sürükler” diye özetlerken, özellikle iki aydır sürgün olarak Avrupa’da bulunan ve siyaset ile alakası kesilen Mithat Paşa günah keçisi olarak seçilmekten kurtulamayacaktı.
Sonra Rus çarı II. Nikola’nın, ”Avrupa’nın hasta adamı” diyerek, savaş azmiyle kapısına dayandığı, Sultan II. Abdulhamid’in, Savaş ve Barışta izlediği siyasetin ne olduğunu, devleti nasıl konumlandırdığını merak edelim. Zira Sultan II. Abdulhamid’in deneyimleri, defalarca “tarihi tekerrür” olarak, günümüze taşınmıştır.
Bu tarihi sürekliliğin, nasıl derinleşerek devam ettiğinin sorusunu, düşünmeye ve yazmaya devam edeceğiz!!!
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.