Cem Evleri’nin Kürtlere karşı kurulan bir kurumlaşma olduğu, başkanı İzzettin Doğan’ı iyi kötü izleyen herkes çok rahatlıkla anlar.
Cem Evleri, partiler üstü Türk resmi ideolojisinin siyasetini güderken, merkezi siyaset ile uyumlu ve hükümet eden iktidar ile de sorunsuz, “Alevilik” üzerinden Türkçülük inşa ederken, Aleviliği de Şii İslam ve giderek Sünni İslam’a uyarlamaya çalışmaktadırlar.
1990’lı yıllara kadar, “Dinler ve Mezhepler suni ya da talih sorunlardır. Bizim sorunumuz değildir. Herkes dinini özgürce yaşasın!” denilip, “Dini siyasete araç etmeyelim” önerisi ile sınırlı kalındı.
Ancak, daha sonra ‘Kazın ayağının böyle olmadığı” görülünce, geç dönemde de olsa araştırmacılar konuya el atmak durumunda kaldı.
İnceledikçe derin tarihi verilere uzandı. Yaşadıkları ile mukayese etti. Sosyal, düşünsel, kültürel, tarihsel ve siyasal olgularla konuya çok yönlü olarak mitoloji bilimine eğilmeye başladılar. Ancak, ağır adımlarla da olsa ortaya koydukları tarihsel ve doğruya yakın her tespit, bütün kesimlerin dayanılmaz tepkileri, reaksiyonları ile karşılaştı.
Çünkü, yapılan her tartışmalı husus ve tespitler, tabuuları sarsıyor ve devletin oluşturduğu, II. Abdulhamid ve sonrasında İttihat ve Terakki ile Cumhuriyet döneminde inşa edilen resmi ideolojinin kotları ile “Her Müslüman Türk’tür” ideolojisi, büyük oranda toplumsal bir sözleşmeye varmıştı. Şimdiki dönemde ise geçmişte, şiddet ve dışlama ile bitirilmeye çalışılan Rêya Heqiyê inancı başta olmak üzere, “Alevi” tanımı içine aldıkları batını inançlar ile birlikte bitirmeyi hedeflediler. Ancak bu inanç sahibi topluluğun şiddet ve dışlama ile bitirilemediği, bilakis muhalif bir kimlik olarak şekillendiğini gözlemlediler.
Bu durum karşısında devlet, özellikle 1990’lardan sonra yeni siyasetler devreye sokarak; “Her Alevi Asil Türk’tür” söylemini kurumsal ideoloji haline getirmeye başladılar. Camiilerden sonra Cem Evleri’ni de bir toplumsal sözleşme haline getirmede büyük yol kat ettiler.
Bu manipülasyondan sonra araştırmalar ilk başlarda ağır aksak ilerleme başladı, sonrasında ise önce amatör şekilde muhalif çevrelerde, sonra ise akademik alanlarda ve giderek zamanlarının önemli bir kesimini bu husustaki araştırmalara yoğunlaştıran aydın ve araştırmacı insanlar tartıştı, derinleştirdi ve eserler oluşturmaya başladı.
İlk başta Mehmet Bayrak, Erdoğan Aydın, Hamza Aksüt vb. araştırmacılar konuya el attı. Önemli veriler toplayıp sundular. Ancak bu araştırmalarını, İslamiyet’in iç çatışmalarının ötesine taşıyarak, İslam öncesi ritüeller ve veriler ile çalışmalarını birleştirmede eksik kaldılar.
Bunların verilerini de değerlendiren İsmail Beşikci, “Alevilik İslam Dışı bir inançtır” diyerek içerden bir değerlendirme ile ortaya çıktı.
Tabı burada; Mehrdad R. İzadi’nin “Bir El Kitabı Kürtler” eserinde, Alevilik tanımının içinde adeta ayırarak, “Kürt Alevilik” kavramı üzerinden farklı bir inanç olarak, Yezdani inanç ile bütünleştirici bir değerlendirmeye vardı. Rêya Haq, Êzidilik ve Kakailik/ Enel Hak inançlarını ise Yaresani inancı içinde mutaala etti. Bütün bu araştırmalar el yordamı ile ağır ağır olsa da bizi doğruya doğru çekiyordu.
Daha sonra Selahattin Ali Arık, Dersim bölgesindeki gözlemlerini de katarak, Yaresan, Rêya Heqîyê ve Êzidiliğin, bir ağacın dalları gibi, Mitra inancına vardığını dillendirdi.
Bu arada ben sözlü tarih çalışmalarına yöneldim.. İslamiyet ile kendilerini “Alevi” olarak tanımlayanların inançlarındaki paradokslarını araştırarak ve dinleyerek anlamaya çalıştım. Yapılan kitabı araştırmaları okuyup, sahada topladığım veriler ile mukayese ettim. İslamiyet, Yahudilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık ile Aryan İnançlarını tarayıp, tarihi kronolojilerini kavramlar ve yaşayışları içinde irdeledim. 2014 yılında DAİŞ olayının ortaya çıkışı ile topladığım veriler ışığında iki makale yazdım;
İlk makaleyi; 15. 06. 2014 tarihinde Sosyal Medya ve farklı sitelerde yayınlana, “Rêya Heqiyê, İslamiyet ve İŞİD” başlıklı idi. “Devşirmeler ve Devletsizler” kitabıma da makaleyi aldığım üzere, öz olarak;
“Rêya Heqîyê İnançlılar kendilerini ‘Kızılbaş’ bilir, ancak Kızılbaş değil,
Rêya Heqîyê İnançlılar kendilerini ‘Alevi’ bilir, ancak Alevi değil,
Rêya Heqîyê İnançlılar kendilerini, Müslüman bilir, ancak Müslüman değiller.” diyerek bunu yazının spotuna aldım. Yazının içeriğinde ise, Rêya Heqiyê İnancının MÖ. 2.500-2000 yıllarında yaygınlaşan Arya İnancı Mitra inancının devamı olduğu, Mitra inancını ise bugün Rêya Heqiyê, Yaresan-Enel Haq- Kakayî ve Êzîdi inancı ile yaşatıldığını, bu inançların Mihtra, Zerevan, Zerdüşt, Mazdak-Mani inancının devamı olduğunu izah etmeye çalıştım.
İkinci Makaleyi ise; 20. 06. 2014 Tarihinde, İŞİD’in Musul’u ele geçirerek, Irak’ın ikinci büyük silah ve mühimmat gücünü ele geçirdiğinin ikinci haftasında; “Yahudilik, Hıristiyanlık Çözülmüştü, Sıra Siyasal İslam’da!” başlığı ile yayınlamıştım. Bu makale de Mayıs 2018 tarihinde yayımlanan, “Devşirmeler ve Devletsizler” kitabımda yer vererek yeniden yayınlanmasını sağladım. Sonraki yıllarda da bu hususta araştırdım, okudum, tartıştım. Zaman zaman bu düşündüklerimi www.nerinaazadi.org ile www.kurdistan-post.eu sitelerinde paylaştım.
Daha sonra Selahattin Ali Arık’ın Rêya Heqiyê/ Kürt Aleviliği kitabı çıktı. Çok özlü olarak Mitra inançlarını özetlemişti. Ancak, bugün de çok iyi anlaşılıyor ki, Rêya Heqîyê sadece neyi kast ettiği anlaşılsın diye, “Kürt Aleviliği” olarak açıklaması tespitindeki değerlendirmeyi kısmen de olsa netsiz kıldı. Ardında “Alevilik ve Tarihi” kitabında bu kavram düzeltilerek, aşıldı.
Bahoz Şavata’nın Kürt Tarihi I-II ciltlik çalışmasında, Aryan topluluklarının inançları konusundaki belgesel çalışması da çalışmalarımıza büyük katkılar sağladı.
Aynı şekilde, Aso Zagrosi’nin araştırmaları ve makaleleri önümüzü açmış ve sorunu kavramamızda büyük katkılar sağlamıştır.
Aynı eksiklik ilk başta bende de tereddütler yaşattı.
Bu eksiklik İsmail Beşikci hocada da görüldü.. Ama sonuçta, hepimizin vardığı nokta; Rêya Heqiyê İnancı ile “Alevilik” kavramları farklı yerlerde durmaktadır. Rêya Heqiyê inancı, 4000-4500 yıllık bir Aryan inancı olarak devam etmektedir. “Alevilik” ise, bir misyonerlik ve asimilasyon politikası olarak, Batini ve Rêya Heqiyê inançlılarına karşı operasyonel bir kavram olarak, halka tıpkı “Kızılbaşlık” gibi, içselleştirilerek kullanılmıştır!
“Kızılbaşlık” nasıl ki 1500 yılında Osmanlı İmparatorluğu, Safevi yanlıları için kullandığı askeri ve siyasi bir kavram ise, onların devamı olarak tanımlanan “Alevilik” kavramı da yine Osmanlı Padişahi II. Abdulhamid tarafından 1880’li yıllarda, Rêya Heqiyê ve Batini inançları tasfiye etmek için kullanılmış bir kavramdır. Bu kavram ile karşıt oldukları pek çok inancı yakın olmamasına rağmen, “Alevilik” kavramı içinde toplayarak, hedef tahtasına yerleştirmiştir. Türk modernitesinin ilk babası olan II. Abdulhamid, İttihat ve Terakki’nin 1908 Selanik Darbesi ile devrilmesinden sonra da onun çizdiği doğrultuda, İslamiyet’i kısman geriye çekip, Türkçülüğü esas alarak kısmı bazı revizelerle devam ettiği ideoloji, Cumhuriyetin ilk yıllarından sonra da devam ettirilir oldu.. Rêya Heqiyê İnancı “Alevilik” olarak tanımlanıp, esas olarak soykırıma tabi tutularak darbelendi, yer yer de yaklaşılıp kullanıldı!
Son olarak okuduğum, Dursun Ali Küçük arkadaşımızın kaleme aldığı ve Pel Yayınları tarafından yayınlanan “Hak Yolunda Hakkikate Ermek” kitabı da bu minvalde değerli bir araştırma, derleme ve yeni yorumlarla zenginleştirilmiş bir çalışma ve eserdir. Eserin diğer bir önemi de geçmiş ile yeniyi karşılaştırma, Rêya Heqiyê inacını zincirleme bağıntılarıyla açıklama, bu inançlar üzerinde, ırkçı bir zihniyet ile oynan oyunları deşifre etmekteki titizliği ile Kürt ulusal hareketine karşı sistemin oluşturduğu resmi “Alevilik” olgusunu, nasıl kullanmaya çalıştıklarını deşifre etmiş olmasıdır.
Bu çalışmaların içini tek tek bu kısa makalelerle açıklamak mümkün değildir, okunup kavranması dileğiyle!
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.