Osmanlının son dönemlerine dair pek çok araştırmaya imza koymuş, Hans Lukas Keiser’in kaleme aldığı; “Talat Paşa, İttihatçılığın Beyni ve Soykırımın Mimarı” (İstanbul 1921, İletişim Yayınları) eseri yayınlandı. Dikkatle okudum. Altını çizdiğim ve dikkat çekici bazı noktaları özetleyerek, birkaç bölüm halinde bilginize sunmayı yararlı görüyorum!
“Talat Paşa’nın yol arkadaşları ile oluşturduğu rota, Türk Devleti’nin takip edeceği rotayı belirledi. Sonrada oluşan gündem ve tartışmaların bel kemiğini oluşturdu!” tespiti, kitabı kadim kılmaktadır.
Talat Paşa, İttihat ve Terakki’den itibaren gelen süreci, parti liderliğine vardıran, diktatöryal tek parti sistemini oluşturan azametli ve 1913’ten sonra ‘Kurtuluş savaşı’ sloganını gündemleştiren nazırıdır. Bu gündemle kendini yaşatan ve dayatan Türk siyasal sistemi ve onu örnek alan kişi, parti ve devlet modellerinin halen gündem olması açısından dikkat çekici değil mi?
Talat Paşa; diğer İttihatçı liderlerin aksine hiçbir zaman Enver Paşa, Dr. Nazım, Ahmet Rıza, Bahattin Şakir vs. gibi, Mustafa Kemal ve diğer Cumhuriyet kurucu ya da takipçileri tarafından asla eleştirilmiş değildir. Nutukta bile bir İttihatçı olarak M. Kemal en yakın arkadaşlarını sert dille suçlayarak kendini lider ilan ederken, Talat Paşa’ya tek kelime etmemesi, siyasal geleneğini sürdürdüğünü okumak açısından dikkate değerdir. Zira, İttihat Terakki’yi Cumhuriyete taşıyan kadro, Talat’ın yaratıklarını esas alarak çıkış yaptıklarını ve sürdürdüklerini biliyorlardı.
Mustafa Kemal, 1918’de Talat ile aynı partinin mensubu olarak, Talat’ın Ortaklaştığı Alman Devleti tarafından dışarı kaçırıldıktan sonra, 15 Mart 1921 tarihinde, Berlin’de intikamcı bir Ermeni örgütü Nemesis üyesi Soğomon Tehliryan, tarafından öldürülene kadar, ortak doğrultudaki ulusal eylemler içinde olduğunu düşünerek, kapsamlı bir şekilde yazıştı. Bunun sonucu dünyada; “İttihatçılığın Beyni ve Talat Soykırım Mimarı” denmesine aldırış etmeden, Cumhuriyet döneminde de pek çok bulvar, cadde, cami, okul. yer ve yaygınca insan ismine, “Talat”, “Talat Paşa” isminin verildiğini görürüz.
Bu “vefanın” doruğu olarak, 1943 yılında Talat Paşa’nın naaşı, İsmet İnönü ve Hitler hükümetlerinin ortak girişimiyle, Berlin’den alınıp, İstanbul’a gururla taşınarak, Abide-i Hürriyet Anıtı’nın yakınına gömülmesinin rahatsızlığı Türkiye’de pek de hissedilmemesi, yapılan soykırımlar ile olması gereken yüzleşmeden uzak olduklarını çıkarmamak mümkün değil. Böylece Talat’ın Berlin’den İstanbul’a naklinin, Kemalistler, İttihatçılar ve Nazilerin ayan beyan yan yana durduklarının sembolü olduğu da açığa çıkıyordu.. Bütünlüklü bir değerlendirme yaptığımızda, Talat Paşa; “1910’ların önde gelen bir siyasetçisi değil, aynı zamanda Türkiye’nin tarih, siyaset ve kültüründe varlığını sürdüren daha da sürdürecek, şekillendirici bir mirastan söz ediyoruz.” tespiti sübuttur. Mevcut etkin siyasetteki aktörlerin, belirleyici anlarda zekice müzakerelerden kaçındıkları, şiddet ve savaşa sarıldıklarını yaşıyoruz.
Mehmet Talat (1874-1921), “Türk ulus-devletinin, M. Kemal öncesi ilk kurucusudur.” denmesinin detaylıca anlaşılmaya ihtiyaç vardır. Talat, 1908’den sonra adım adım yer altı örgütü, İTC’nin başını çeken bir siyasi partizan ve otoritedir. “Faaliyetlerini İTC’nin gizli Merkez Komitesi aracılığı ile sürdürdü. Bunu yukarıdan aşağıya değil, İmparatorluk vilayetlerindeki işbirlikçi ajanlar ile parti ve devlet mensuplarının oluşturduğu ağlar aracılığı ile canlı bir aktarma merkezi rolü üstlenerek yaptı. Komite ve vilayetlerdeki güçlerle müttefik olarak, 1915 Soykırımının mimarlığını yapan Talat, İmparatorluğun ‘diğer’ Türk ve Müslüman olmayan kesimlerini hedefe koyan “Küçük Asyanın nüfüs mühendisliğine öncülük yaparken, Türk modernist –ulusalcı inşaasına önayak olurken, Osmanlı sonrası Türk ulusalcı politikanın kurucu babası haline geldi.” sonucuna varılır. Butün bunlara, Balkan Savaşlarına, I. Dünya Savaşı’na katılıp yenilgi almasına rağmen, kendini tahkim ederek vardı. “Gökalp’ın açıkça emperyal ve siyaseten Müslüman olan 1910’lardaki milliyetçiliği, daha sonra Kemalistler tarafından uyarlanan çeşitlemesiyle karşılık arz etti. Bu karşılık, Osmanlı sosyal ve etnik dokusunu soykırımlarla alt-üst ettiği gerçeği ile 20. yüz yıldaki devamlılığı ile aşırı sağcı ve faşist-Mussolini, Hitler ve onlardan sonra da bu aksiyonlar için referans olabilmişti. Çünkü Türk egemenlik sistemi, “Türk ulusal yurdunun” tesisine giden yolu, ancak böyle hazırlayabileceğini düşündü!
Mehmet Talat Paşa, 20. Yüz yılın ilk tek-parti, parti devleti tecrübesine de öncülük eden komitacıdır. Devleti, İslam’ı ve Türkleri korumaya sadakatle adamış, komplocu bir komitenin faaliyet gösteren bir Pomaktı. İletişimi idare etmeyi postacı mesleğinde ihtisaslaştırmış, hizipler arasında denge kurmakta hassas, kendisi sivil olmasına rağmen subaylarla iyi geçinmekle, Ocak 1913 Baba-i Ali darbesinde başarılı bir “Paşa” olmuştu. Rum bir kadınla evlenmiş ona “Hayriye” demiş, kadın yanı sıra kayını Abdulhalik Renda’yı(1915 Bitlis Valisi, Sonra da Kürt Raporu sahibi, Cumhuriyet döneminde Maliye, Savunma, Bahriye bakanlıkları yaptı, 1914 Şeyh Selim ve 1925 Kürt hareketinin bastırılmasında rol aldı. Şark Islahat Planı Onun ve Şükrü kaya’nın Aşair-i Muhacir tecrübesi üzerinde hazırlandı. ) bile Türk olmayanlara karşı bir yönetici savaşçı gibi yetiştirmiş ve yönlendirmiş olduğu ile karşılaşırız!
İttihat ve Terakki dönemi ile Cumhuriyet döneminin iç içeliğini en iyi tarif eden Celal Bayar 1950- 1960’ta Türkiye’nin Cumhurbaşkanı olarak Talat Paşa’nın hanımı Hayriye hanımı ziyaret eder, olağanüstü bir hürmetle davranır. Sebebini soranlara; “Çünkü Şefimin hanımıdır!” diye yanıt verir!
(Devam edecek…)
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.