Rus Osmanlı Savaşı’nın 23-24 Nisan 1877’de Romanya ile Ukrayna arasında geçen Prut Nehri’ni Rus Ordusunun geçmesiyle başlamamış ve hızla ilerleyen Rus Birlikleri, savaşın sona erdiği dokuz aylık süre içinde, Balkanlardaki ilerlemenin yanı sıra Karadeniz’i Batum’dan Erzurum’a, Kars, Ardahan, Bazid’en İran sınırı boyunca Kürdistan coğrafyasının Kuzey kesiminden de önemli bir alanı ele geçirir. Osmanlı devleti, savaşta ordusu direnmek üzere, mühimmat ve lojistik güç yetiştirmek konusunda çaresiz kalır. Rusya Bazid’de olduğu gibi, pek çok yeri hiç silah kullanmadan ele geçirir. Osmanlı Devleti, Erzurum’da direnmek için, Kafkasya’da Abaza ve Çerkez Müslümanlarını ayaklandırmaya sevk etmeyi amaçlaması, başarılı olamadı. Batı’da ise Romanya üzerinden Tuna’yı ele geçirip, Osmanlı Birliklerini Bulgaristan’a doğru Balkan Dağları’na doğru sürer. Rus Birlikleri, Temmuz 1877 Ortalarında, Şıpka Geçidi’ni geçerek Bulgaristan sınırlılarından içeri girer. Artık Niğbolu Kalesi’nde Osmanlı Devleti’nin elindeki 7.000 tutsak, 113 top, 10 tüfek, Rus küvetlerinin eline geçmiştir.
Sultan II. Abdulhamid, Osmanlı Ordusu’nun uğradığı bu bozgun karşısında, tahrik olmuş Osmanlı kamuoyu üzerinde şok etkisi yaratmış, başta Meclisi Mebussan içinde hoşnutsuzluk baş gösterir. Artık her bir kafadan bir ses çıkmakta, kimisi kabahatti Abdülaziz dönemindeki Sadrazam Mahmud Nedim Paşa’ya atarken, Mithat Paşa’nın mesai arkadaşları olan İsmail Kemal Bey gibi mebuslar da, savaşın lehe çevrilmesi için yeniden Mithat Paşa’nın göreve çağrılmasını isterler. Ardahan’da yüz binlerce asker, yüz kadar top ve tüm erzakı ile Rus Birlikleri’nin eline geçmesi ile “Serasker Redif Paşa, gelip mecliste hesap versin!” isteminde bulunur. Tepki veren Meclis üyeleri farklı cezalar ile cezalandırılırken, “Mithat Paşa göreve” diyen İsmail Hakkı Bey Kütahya’ya sürgün edilir.
Ardahan’ın, Rus Birliklerinin eline geçmesi ile basın da tepki vermeye başlar. Medrese öğrencileri de Meclisin önünde toplanarak protestoya başlarlar. Meclis Başkanı Ahmet Vefik Paşa kendileriyle görüşerek; “Gereği yapılacak” diye güzel sözler vererek, kendilerinden aldığı “Şikayet Mektubu”nu aldıktan sonra dağıtır. Ancak gelişmelerin bir İhtilala dönüşeceği kaygısı, II. Abdulhamid ve çevresini kaygılandırır. Bir gün sonra Fatih Camii’nde öğle namazı ardında olacak protesto gösterisine karşı II. Abdulhamid, aynı akşam Örfi İdare(sıkıyönetim) ilan ederek, “Her türlü toplandı ve gösteri yasaktır.” duyurusunu yaptırır.
II. Abdulhamid, idarede konumunu sağlamlaştırmak üzere, savaş koşullardan istifa etmenin hesaplarını içindedir. Askeri hiyerarşi içinde temizlik yapar. Balkan Cephesi Komutanı Abdülkerim Paşa ve daha sonra, Serasker Redif Paşa’yı, Şurayı Askeriye’den sormadan görevinden alır ve Alman Asıllı bir devşirme olan Mehmed Ali Paşa’yı serasker olarak atar. 15 Mayıs’ta, Karadeniz’in kıyısında Abaza’nın başkenti Sohum Kale’sini bombalayıp geri alınca, bu başarıyı siyasete tahvil etmek üzere harekete girişir.
II. Abdulhamid’e 21 Mayıs 1877’de Şeyhul İslam’ın verdiği bir fetva ile “Gazi” unvanı verilir ve bu karar meclis tarafından oy birliği ile kabul edilir. Bu Sultanı, Osmanlı ailesi içindeki saygın soy zincirindeki yere oturtur. Tabı “Gazi” olmanın yükümlülükleri vardır. Gazi savaş alanlarındaki genel karargahları teftiş etmek ile mükellef sayılır. II. Abdulhamid’in, Balkanlardaki karargahın teftişini gerçekleşmesi için, kamuoyu beklentisi yüksektir. Ancak, II. Abdulhamid’in, bu geziye gitmesi, güvenlik açısında riskli olduğu kadar, içerdeki boşluktan yararlanabilecek abisi sabık Sultan V. Murad’ın hanedanlığa yeniden el koyabileceğinin kaygısını taşır ve vazgeçer. Basının bir kesimi, “Teftişin yapılmamasını” eleştirilir. Ancak Sultan II. Abdulhamid, 1879’dan önce Yunanistan’a karşı kazanılan savaş öncesinden, yerinden ayrılarak “teftiş” görevini yerine getirmeye cesaret edemez. O, hayatında kendi güvenliğini sağlayan birlik dışında, asker görmediği söylenir. Askeri işleri kendine bağlı oluşturduğu, askeri meclis tarafından “İstanbul’dan Sevk ve idare eder” uygulaması ile askerlerden uzak durur. Bu telgraflarla idare edilen Osmanlı Ordusunu “felç etti”, eleştirilerine muhatap bırakır.
Başkomutanlık görevini böyle idare eden II. Abdulhamid, Osmanlı devletinin düştüğü tecritten kurtarmak için diplomasiye yönelir. Bu konuda savaş karşısında tarafsızlık kararı alan İngiltere’yi sıkıca yanına almayı seçer. Bunun için Osmanlı İmparatorluğu lehine Amiral Hobert Paşa’ya, Times Gazetesi’nde makaleler yazdırır. Osmanlı hanedanı için ilk olarak, başta Avrupa basınında çalışan yabancı muhabirleri kabul ederek, onlarla “Rus mezalimini kınamak” üzere armağanlar, nişanlar dağıtır. Hedefinde, çatışmalar başladığında “tarafsızlık” ilan eden İngilizleri de bu savaşın içine çekmek vardır. Zira Sultan, İngiliz yönetiminin bu konuda ikiye ayrıldığını görür. Artık Kafkaslardaki Müslümanları ayaklandırmak suretiyle, doğu cephesinde başarının gelmeyeceği, sağlanmayacağı da açığa çıkmıştır.
Batı Avrupa’nın desteğini almak ve içerde moral pompalamak için, yoğun bir psikolojik savaş propagandasını devreye sokar. Müslüman dünyadan yoğun destek aldığını, tamamının Osmanlı Ordusunun yanında olduğunun heyecanla yarış halinde olduğunu basın yolu ile pompalar. Ancak Osmanlı Devleti Doğu ve Batı’da Müslümanlara yüklenen misyondan beklediği karşılığın gelmediğini görür ve Müslümanlara karşı genel değil, içeride yeni politikalarla harekete geçirmeyi düşünür. Bunun için de Müslümanları yeniden örgütlemek için cemiyetler, tarikatlar oluşturma, geliştirme, bu cemiyet ve tarikatların II. Abdulhamid’e uygun hareket etmeleri teşvik edilir. Dışarıdaki Müslümanların, “İngilizlerin Osmanlı Devletini desteklemeleri gerekir!” biçiminde İngilizleri teşvik etmek üzere seferber olmaları için destek ister. Özellikle bu çağrının, “Yerine getirilmemesi durumunda, Hindistan’daki Müslümanların İngilizleri zor durumda bırakacağı” düşüncesi işlenir. Bu politikaların sonucu olarak, Panislamizm düşüncesi filizlenmeye başlar. Ama bu düşünce Balkanlarda ve Kürdistan’da önemli oranda karşılık bulmaz. Bu arada Rusya ve İngiltere arasında önemli bir sorun olan Afganistan’daki Müslümanlara uzanır. İngiltere tarafından desteklenen ve onun Müslüman duygularına hitap eden ve II. Abdulhamid’in elçilik görevlerini de üstlenen Şirvanizade Ahmet Hulusi Efendi’yi, Afgan Emiri Emir Şir Ali Han’a gönderir. Amaç, Afganistan’ı Rusya’ya karşı tutum almak ve Rusya’nın Hindistan’a inmesi konusunda engelleyerek, İngilizleri rahatlatacağı, İngilizlerin de Rusya’ya nötr olan tutumunu bozarak, Osmanlı devleti ve Afgan Emiri arasındaki sıcak ilişkinin neticesi olarak, İngiliz ve Osmanlı devletlerinin de Ruslara karşı birbirini koruyan politikaları geliştirmeyi amaçlar. Bu politikanın ilk mimarının Osmanlılar mı yoksa İngilizlerin Hindistan’daki sömürge valisi niteliğindeki sefiri Layard’a mı ait olduğu belirsizliği ortada durusun, Osmanlı devletine yakın duran Layard ile diğer bir İngiliz sefiri olan ve Osmanlı siyasetine soğuk duran Salisburg arasında tartışmalara sebep olur. Sultan II. Abdulhamid, bu manevrasında gecikmiş, elçisi Kabile varmadan, Afgan Emiri, “Afganistan düşmanlarla çevrilmiş. Maceraya atılmaya mahal yoktur” diyerek, Rusya ile savaşmaktan uzak durur. II. Abdulhamid’in bu çabası da boşa düşer.
Buna rağmen, II. Abdulhamid. Osmanlı Ordusunu Doğruda ve batıda, baskın yapacak eylemliliklerle Rus Birliklerine darbe vurmaktan vazgeçmez ve Türk tarihinde “Plevne zaferi” olarak abartırları karşı koyuşu gerçekleştirir. Adriyatik üzerinden gelen Rus Birliklerine karşı koyarak, ilerleyişini durdurur. Doğu’da da Rus birliklerinin Kars’ı kuşatması geriletilir. Rus Birliklerinin ilerleyişini Doğu ve Batı’da durdurması II. Abdulhamid’i, siyaseten kısmen rahatlamakla kalmaz, uluslar arası gerilimin düşmesini de sağlar. İngilizlerin Çanakkale Boğazı’na gönderdiği donanması demirli kalır.
Ancak Osmanlı devletinin bu başarısı kısa sürer. Rus Birlikleri, 1877 Sonbahar’ında, Alaca’dan girerek, kısa sürede Kars’ı ve Osmanlı birliklerini ve mühimmatını de dahil, tamamen teslim alır. Bu yeniden İstanbul’un tansiyonunu, “Kars’ı Moskova sattılar” nidaları ile yükseltir. Artık Rusların Erzurum’u almalarının önünde bir engel kalmamıştır!
Asıl trajediyi ise, Plevne’de direnişi sürdüren Osman Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusu yaşar. Bir haftalık başarısından sonra, lojistik destekten yoksun kalan Osmanlı Ordusu, tüm direnişine rağmen tutunamaz ve 60.000 (altmış bin) kişilik ordusu ile kış koşullarına dayanamaz ve Aralık 1877 başında tamamen teslim olur.
Artık Osmanlı Ordusunda bozgun ve çözülme başlar. Sırplar başta olmak üzere, Osmanlıların egemenliğindeki halklar Ruslar ile ahenkli davranarak direnişi sürdürür ve topraklarına kendileri hakim olmanın yoluna girerler. Granduk Nikola’nin yönettiği ve pratik sahada General Gurko’nun başında bulunduğu Rus Birlikleri Balkanlarda Sofya’dan sonra Ocak 1878’de Edirne’yi de alır. Artık İstanbul’u almayı stratejik hedef haline getiren Ruslar için, “zafer yakın” psikolojik üstünlüğü ile hareket ederler.
Plevne düşer düşmez, II. Abdulhamid, “savaşı yitirdiği” inancıyla, Rusya’nın ilerleyişini bir noktada tutmak için, “ateşkes” elde etmeye çırpınır. Zira artık Osmanlı Devletinin, Plevne ve Kars direnişlerinin ardında. Yaşadığı bu hezimet ile sürdürdüğü psikolojik savaşın da karşılığı kalmamıştır. Diplomaside ateşkes için arabulucular arar, ancak Bismark yönetimindeki Almanya reddeder ve II. Abdulhamid’in doğrudan Ruslarla “pazarlık masasına” oturmayı tavsiye eder. Ruslara karşı tepkili olan İngiliz kamuoyu, II. Abdulhamid için geride kalan tek umut kapısıdır. 10 Ocak 1878’de Kraliçe Victoria’ya yazdığı mektupta, “Ruslar, başkent İstanbul’u tehdit eder durumdadır. Osmanlı İmparatorluğu son anlarını yaşıyor!” olduğunu bildirir. Osmanlı Devletinin çözülmesi, İngiliz ekonomisini derinden sarstığını gören İngiliz hükümeti Dısraelli nihayetinde; Ruslara askeri harekat için koyduğu sınırları ve bunların aşılmasının, İngiltere açısında “Savaş nedeni” olacağını hatırlatır. Bu arada II. Abdulhamid de Çarlık Rusyası ile doğrudan görüşmeler yapmak üzere Serasker Rauf Paşa’yı memur eder ve Çara mektup yazar. Rusya için artık İstanbul’u almanın garantisi vardır, ama acelesi yoktur. Osmanlı temsilcisi olan Server Paşa ile Namık Paşa, önce Kızanlık’ta, sonra Edirne’de Rus General Granduk Nikola ile görüşür. Savundukları ise “1856 Paris Anlaşmasına bağlı kalmaları” zeminidir. Ancak, Rus yetkililer, “1856 Paris Antlaşmasının artık var olmadığını” dillendirir.
31 Ocak 1878’de Osmanlı devleti açısında çok ağır olan ateşkes antlaşması imzalanır. Bosna-hersek ve Bulgaristan’a muhtariyet, Sırbistan, Karadağ, Romanya’ya tam bağımsızlık verilir. Osmanlı Devleti, Rusya’ya savaş tazminatı ödemeyi kabul eder. Rusya ile Osmanlı devleti arasında Boğazlar hakkında Rusya’nın çıkarlarını koruyacak bir antlaşma imzalanacaktır. Bütün bu tavizler de savaş gerilimini durdurmak yerine arttırır. Rus birlikleri Büyük Çekmeceye kadar ilerler. 8 Şubat 1878’de İngiltere, “uyruklarını koruma” bahanesi ile Çanakkale’de bekleyen donanmasını Marmara’ya doğru harekete geçirir ve nihayetinde İngiliz müdahalesi gerçekleşir. Fakat II. Abdulhamid, bu müdahaleye karşı kuşkuludur ve canının tehlikede olduğunu düşünür ve İngilizlerin girişi için başta fermanı vermeyi reddeder. 13 Şubat’ta Yıldız Sarayı’na bakanlardan, bazı meclis üyelerinden, yüksek rütbeli subaylardan ve ulemadan oluşan geçici bir meclisi toplar. Ana konu olarak, Rusların İstanbul’u almaları durumunda, alacakları tutumu müzakere ederler. Her kafadan bir ses çıkar ve vardıkları ortak sonuç, Ruslarla anlaşma yolu olduğunu dillendirenler çoğunluktadır.
II. Abdulhamid, Rusya’ya “başkente girmemeleri” için çağrılar yapmaya devam eder. İngiliz donanması Marmara’ya girer. Osmanlı devleti, sonuç olarak Rusların Ayestefanos(Yeşil Köy)’a kadar ilerlemesine razı olur. İngilizler ve Rus güçlerinin bu kadar birbirlerine yaklaşmaları, İstanbul’un iki ateş arasında kalması ve olası sonuçları konusunda tüm taraflar huzursuzdur. Osmanlı başkenti İstanbul’un kaderi en ufak kıvılcımın insafına kalmıştır.
Osmanlı devletinin kaybettiği topraklar, savaş ve prestij karşısında artık eskisi gibi kendisini yönetemeyeceği açıktır. Bundan sonra uluslar arası güçlerin, Osmanlı devletine yaklaşımı, Osmanlıların kendi içinde idari organizasyonu nasıl olacak? Bu değişim içinde, pek çok millet özgürlüğe doğru adım atmışken, Kürdlerin ve diğer halkların ne yapacağı da bir soru olarak akılları meşgul etmesi doğal değil midir?
(Devam Edecek...)
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.