Suriye de, ABD-Rusya ittifakı ile çözüm deneniyor.
Çözümde yereli güçlendiren “Yerel Hükümetleri” ile yöneten statüler dillendiriliyor. Dış müdahaleler, sorunu kangrenleştirdiği için bölge devletlerinin yerel güçlere müdahalelerini uzak tutan çözümleri tercih ediyor.
Bu yeni gelişme Kürt hareketinde yeni bir karmalaşmayı sağlayacağı muhakkaktır. “Yerel Hükümetler”, ABD ve Rusya’nın girişimleriyle şekillenecek. Iran, Irak, Suriye ve Türkiye eksenli ilişkiler gerileyecek, yerini ABD, Avrupa ve Rusya ilişkileri daha fazla öne geçecek. Bu konuşlanışa uyum sağlamak için savaşta direnişi, Dünya ile barışın üzerinde şekillenen bir diplomasi, siyasette özgürlük, demokrasiyi ve bağımsızlık stratejisini benimseyenler, Yakın Doğu’nun geleceğinde daha fazla söz sahibi olacaklardır.
Bunun için Kürdistan’da da demokrasi, bağımsızlık için birlik siyasetinde samimi duran Kürtler, kendilerini geleceğe daha rahat hazırlayabilir.
Musul ve Rakka’da, Sünni Federasyonlar kurulacak, Ancak bu Sünni yerellerin İslam terörüne fazlasıyla bulaşmış eski BAAS taraftarları olduğu için de denetlenmesine özen gösterilir. Bu denetleme sorununda ise Müslüman olmayan Hıristiyan, Ezdi, Cuyi, Şebek vs. haklar ile Kürtlerin inisiyatifi lehine bir durum, en sağlıklı ve mümkün olan çözüm olarak görülüyor.
Zira Musul operasyonu başlamadan önce Kek Mesud Barzani “ Musul’da, üçlü bir yerel yönetim oluşmalıdır. Sünni, Kürt ve Hıristiyan bölgeler yerel yönetimleri ile yönetilmeli. Bu yerel yönetimlerdeki halk referandum ile ister Irak, İster Kürdistan yönetimi ile birlikte yaşama tercihleri onlara aittir. Bu tespit ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’un savunduğu “yerel yönetimler” tespiti ile de uyumlu bir durumdur.
Türk devletinin Efrîn’e saldırılarını yöneltmesi karşısında, Kürt Kantonu’nu koruması için Rusya’nın harekete geçtiği ve engellediği bilinir.
El Bab’da Suriye iktidar güçleri ile Türkiye güçleri birbirlerine yaklaştıkları alanda Rus uçakları, Türk askerlerinin barındığı bir binayı savaş uçağı ile vurdu, içindeki Türk askerlerini vurdu.. İki ülke arasında yeni bir krize yol vermemek için, geçiştirildi. Ancak bu Türkiye’ye; “Türkiye’nin Suriye müdahalesi bu kadar!” mesajı idi. Ancak siyaseten bu gizlendi.
Ardında Türkiye, Mınbiç’e saldırma kararını alenileştirdi. Ancak bu saldırıyı da ABD askerleri, ABD bayraklarını dikerek YPG güçleriyle olduğunu alenen gösterdi. Rakka operasyonu ise, ABD planladı. YPG’nin başını çektiği DSG ile birlikte rol almayı tercih etti. Türkiye bu operasyonda bizzat yer almak istemesine rağmen, dikkate alınmadı. Burada operasyonda neden Türkiye’nin operasyona dahil edilmesi için tercih edilmediğini bilmek önemlidir.
Öncelikli olarak Türkiye karasal harekette pek başarılı olduğu görülmemiştir. Bu durum Kıbrıs(1974), Zap(2007), El Bab(2016-2017)’de görüldü. Ayrıca İŞİD’e karşı mücadelede gerek YPG ve gerekse Peşmergenin başarısı 2014’ten bugüne görüldü.
Musul operasyonunda da Eski Musul Valisi, Irak Yönetimi’nin istemleri ve KBY’nin de onayı ile Başika’ya yerleşen Türk Ordusu durup dururken. “Musul Operasyonunda Peşmergeye yardım edebiliriz” demesine KBY “İhtiyacımız olursa, destek isteriz!” diyerek, esasında Türk isteğini diplomatik bir dil ile reddetti. Bu duruma bozulan Türk yetkilileri, ardında Musul Sorunundan fonksiyonsuz bırakıldıklarını anlamış oldular.
Musul operasyonu ile Rakka operasyonunu birlikte sürdürme politikası, Siyasal İslam’a, özellikle de radikal İslamcı güçlere karşı mücadelenin önemli olduğu biliniyor. Çünkü Musul Sorunu Rakka sorunu ile iç içe ve birlikte çözüme gidecektir.
Kürtlerin içinde bulundukları iç çelişkiler ve ilişkiler bu sorunu Kürtler ve olası yeni müttefikleri arasındaki sınama sorunu uzadı, ancak son iki haftada önemli adımlar atıldı ve harekete geçilmiş olduğu anlaşılıyor.
Bu durum ABD, Rusya ve Türkiye arasında bir diploması yoğunluğu ve gerginliğini şu anda yaşatıyor. Nerede is Milli Güvenlik Kurulları’nın toplantıları aydan haftaya, hafta dan da hafta başında ve sonunda yapılacak hale geldi. Ancak tüm yasal ve yasal olmayan zorlama ve girişimlere rağmen, Türkiye bütün “anti-terör” bağırmalarına rağmen eski inandırıcılığını sağlayamıyor. Adeta sinir bozukluğu içinde kime nasıl saldıracağını, diplomasi diline sığmayan bir dil geliştirilmeye çalışılıyor. Bununla hem referandumda “evet” çıkararak, devletin savaş konseptini tek elde birleştiren merkeziyete oturtmaya çalışırken, aynı dil ile Avrupa’yı dize çekeceği hesaplanıyor, ancak hesap tutmuyor.
Türkiye’nin gerilimli bu halini kale almayan Rusya ve ABD, Yakın Doğu ve Orta Doğu’ya şekil vermek üzere, Türkiye’nin en hassas ve rahatsız olduğu DSG ve PYD ilişkileri ile bir psikolojik ifrazat kaybı yaşadığını görmek mümkündür.
ABD ve Rusya’nın yakınlaştığı ortak noktanın siyasal İslami çözmek olduğu bilinirdir.
Bunun için, DSG ile askeri ittifakı güçlendirmek istiyorlar.
Siyasal İslami çözmeyi esas alan ittifak, İslamcı örgütlerinin yanı sıra, Sünni İslam eğilimini taşıyan Türk hükümeti ve Şii eksenli İreni örgütlerin hareket alanını daraltıyor.
Burada “PYD'nin Iran ile ilişkilerini reddetmesi gerektiği” vurgulanmış bulunmaktadır.
Iran, ırak ve Suriye ekseninde duran ve HAŞDİ ŞABİ ile birlikte hareket eden PKK de ABD-Rusya ittifakının dışında tutularak, Suriye’de PYD’ ye müdahaleci olmasını bile önleyecek pazarlıklar sürdürülmektedir.
Gerek PKK gerekse diğer partilerle ilişkileri Şii ve Sünni İslami siyasal çevrelerle ilişkileri oranında karşılık verileceği ve ona uygun ilişki geliştireceği belirtilir.
Bir asırdan beri, soğuk savaşı yaşayan iki süper güç 1990'lardan sonra yeni biçimler aldı.
En son, TRUMP “Rusya ile kavga değil diyalog ile sorunları çözmeyi esas alacağım” dedi. Bunun Yakın Doğu’da, Orta Doğu'da, Doğu Avrupa'da, Asya'nın farklı bölgelerinde var olan çatışmalar var, hatta ülkemizin içinde bulunduğu coğrafya daha sert bir savaşın ortasındadır. Bir dünya savaşı düzeyinde süren bu savaş, tüm dünyayı fazlasıyla geren, güvensizlik yaratan bir sosyal ve siyasal kangrene dönüşmüş durumdadır.
Bunun ABD ve Rusya müdahalesi olmaksızın çözümünün üretilmesinin olanaksızlığı da ortaya çıkmıştır. Zira bölge devletlerinin diktatör, taviz vermez ve demokrasiye eğilimi olmayan sömürgeci bölge devletleri, adeta bir horoz savaşına çevirdikleri coğrafyada insani hiç bir değer bırakmadığı gibi, pazarın sirkülâsyonu da ortadan kaldırılmış ve şehirler savaş harabeleri haline gelirken, bölge devletleri değil, Avrupa, USA ve Rusya devreye girerek çözüm üretilecektir, aksi halde sonuç alınmadığı aşikârdır. Bu savaş tüm dünyanın bir biçimiyle gerek ekonomik, gerek insani, gerek siyasi ve gerekse de ekonomik külfetini yaşamaktadır.
Tüm bu sancılı ortamın içinde, tarihin köle, parçalanmış, tüm hak ve hukuku gasp edilmiş ve uzun sürece yayılan bir soykırıma tabii tutulan Kürt milletinin bu vaziyeti sağlıklı değerlendirme fırsatı vardır. Kürtler cephesinde ise bu fırsatın önüne ise çıkan
Durum bu iken, Kürtler bu durumu nasıl karşılamalı birlikten yoksun ve çekişmeli hali ile ulusal bir politikadan yoksun olmasıdır.
ABD ve Rusya’nın bir çözüm projesi olabilir. Ancak Kürtlerin geleceklerini stratejik olarak nasıl şekillendireceğinin net ve dünya milletlerinin eşitliği nispetinde özlemine uygun bir politika olmazsa, Kürtler savaşın piyonları olmanın ötesine geçmez.
Bunun için Kürtler, birbirini suçlamaları, karalamaları değil, küfür ve küskünlüğü değil, aymazlığı ve düşkünlüğü değil, birliği ve bağımsızlığı tercih ederlerse kazanacaklardır.
200 yıllık özgürlük için harcanan gayret, emek ve kayıpların hiç mi değeri yok?
Eğer varsa siyaseti savaşa denk tutan ve Kurdistani bir özne olarak gören bir duruş göstermek, sergilemek önem kazanıyor.
Güney Kürdistan ve Batı Kürdistan’ın ve tabi diğer parçalarda da birlikte hareket etmelerinin koşulları her zamankinden daha çok olgunlaşıyor. Yeter ki eski dillerini unutup, ABD, Rusya ve Avrupa’nın bölgeye yeni yaklaşımlarını daha sağlıklı okumaları ve konumlanmalarını sağlayabilsinler.
Bunun için sömürgeci devletlerle değil, dünya ile sağlıklı ilişkiler sağlamaları ve bağımsızlıklarını özlem ve inançla, kararlılıkla savunmaları daha çok önem kazanmıştır.
Birlik, bağımsızlık için olursa, kazanımlar kolay olur.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.