II. Abdulhamid Büyür, Padişah Olur!II. Abdulhamid’ten bahis etmişken, kısaca anlatma ihtiyacı var. II. Abdulhamid, Abd(köle, kul) ul+hamid (Allah, yüce, rab) sözcüklerinden oluşan “Allahın kulu, kölesi” anlamından türetilmiş, Arapça bir isimlendirmedir. Zira “Allahın ve peygamberin temsiliyetini ifa edecek ve olası İmparator ve halife Abdulhamid” için de düşünülerek yakıştırılmış bir isimdir.
II. Abdulhamid, Gülhane Hattı Şerifi’nin gürlemesin(Tanzimat Fermanı Kutlaması-1839)den üç yıl sonra(1842), bu kez İmparator Abdulmecid’in ikinci oğlu II. Abdulhamid için seslendirilecekti. “Tanzimat çocuğu” diye tanımlanan II. Abdulhamid, Tanzimat Reformlarının/ Fermanlarının ayrıcalıklı bir tanığı olarak yaşadı. Ancak II. Abdulhamid, Avrupalıların tanımladığı “Doğu Sorunu Çocuğu”dur.
Tanzimat ve Doğu Sorunu ne idi?
Doğu Sorunu, Osmanlı İmparatorluğunun Balkanlar’da, Doğu’da, Kuzey Afrika’da ve Doğu Akdeniz’de toprak kayıpları ile karşılaştığı sorunların bütününü kapsar.
Bilindiği bu gerileme, 1683’te Viyana kapılarına dayanan yükselişteki muhasaranın Osmanlı İmparatorluğunda yaşattığı inişe geçişin yankıları ile bozguna uğramaya başlayan, Habsburg Hanedanı’na Macaristan, Erdel, Banat/Temeşver’ı bırakıp çekilmişlerdi. Daha sonra gerileme Ruslar karşısında sürmüştü. Küçük Kaynarca antlaşmasından(1774), Bükreş Antlaşması’na(1812) kadar geçen sürede, Karadeniz’in Kuzeyini, Kırım’ı, Besarabya Çariçe II. Kateri’naya kaptırmıştı.
Osmanlı İmparatorluğu karşında, Çarlık Rusya’sı kendisini Balkanlar’da Ortodoks ve Slavların hamisi olarak sunmakta ve “en büyük tehdit” olarak belirlenmektedir. Çarlık Rusyası’nın Boğazlar ile İstanbul’a göz koymasının nedeni, “Sıcak Denizlere” ve Akdeniz’e serbestçe çıkabilmek ile sınırlı değildi, ziyadesiyle kendisini Bizans İmparatorluğunun varisi olarak, III. Roma unvanını sahiplemeyi hedeflemişti. Buna ek olarak, Osmanlı İşgali altındaki bir dizi halk ulusal uyanışları neticesinde meydan okumaya başlamıştı. Sırbistan (1829), Yunanistan(1830), Mısır ile yaşanan savaş sonrasında Kaval Ali Mehmed Ali Paşa(1839), babadan oğulla geçen bir tür irsi valilik hakkını kullanır. Bu süreç Osmanlı İmparatorluğunun Arap coğrafyasından çıkmasının vesilesi olan direnişlerin startı olur.
Ekonomik kapitülasyonlar, İslam’ın hilafetine karşı, “İmtiyazlı” durumda tutulan “Hıristiyanları koruma Fermanları”, “Liman kentlerindeki ticareti elinde bulunduran Rum, Ermeni gibi Hıristiyan azınlıkların ekonomik canlılığı, Osmanlı İmparatorluğunun eğemen kültürel nüfusunu rahatsız ediyordu. Tanzimat fermanı ile gelen reformlar, bir yandan da Osmanlı hilafetini geriletiyor, laikliğin yerleşmesine kapı aralarken, İmparatorun prestijini düşürüyor, iktidarını kemiriyordu.. II. Murat’tan itibaren, başlatılan merkezileşme ve dağıtılan Yeniçeri Ordusunun yerine, ismini “nizami” merkezi disiplinli sisteminden alan “Nizami Ordusu” İmparatorluğun bu baş aşağı giden durumunu engellemeye yetmemiştir. Zira milletler, millet olma bilincine vardıkça, ulusal devletlerini inşa etmek üzere, Osmanlı işgaline kafa tutarken, bir devlet geleneği dışında, iç dinamikleri bakımından, Osmanlıların milleti olabilecek iç dinamiklerden yoksunluğu, direncini boşa düşürüyordu.
Artık Şehzadelerin yönetimde serbest, rahat ve sefayı idareye bırakılması, Osmanlı Halife İmparatorluğunu daha çok rahatlatmıyor, idaresizliğini daha çok gün yüzüne çıkarıyor, sorunlarını derinleştiriyordu.
Bütün bu gerileyiş, 300 yıl boyunca bütün ihtişamlılığıyla darbeler yiyerek, gelmiş ve II. Abdulhamid’in imparatorluğunun kapısına dayanmıştı. Gerileyişinden itibaren, içinde de kendini dönüştürme becerisini gösterememiş, sorunlarını tabanla paylaşmadan, bilakis merkezileştirip, katılaştırarak varlığını sürdürmeye çalıştıkça, içeriden daha da çürüyüp, çözülerek küçülüyordu.
Osmanlı Hanedanlığının, Moğol İstilaları sonrasında, Selçuklu devletinin dağılması ardında kurularak, 340 yıllık yayılmacılığındaki yükselişi, 300 yıllık gerileyişine rağmen varlığını kadimleştirerek sürdürmesi, Osmanlı varisliğini canlı kılmanın ve sürdürmeye devam ettirmenin cazibesini bırakıyordu. Osmanlı İmp. varislerinin, “geldik” dedikleri Oğuz boylarına, Türkmen, Yürük vb.ne “Etrak-i bê idrak(İdraksız Türk)” diyerek, dıştalanmış, karşısına koymuş, hatta hayatı kendilerine zehir etmiştir. İnanç olarak Sünni İslam üzerinden halife İmparatorluk, işgal ettiği alanlarda, kendi etnisite kültürünü tabandan tavana yitirtmiş bir kültürün içinde asimile olarak elitleşmiştir.. Bu asimilasyon, aile yapılarını bile işgal ettikleri alanlarda, İslam sahabelerinin meşrulaştırdığı çok evlilikler geleneğini sürdürürken, ekseriyeti kendi etnisiteleri dışındaki, işgale uğrattığı prensliklerin ailelerinden kızları, kadın sultanları olarak seçmeleri de dikkatten kaçırılmazsa yerinde olur. Bunların büyük çoğunluğu Balkanlardan olduğu bilinirken, yanı sıra Kafkaslardan getirilen cariyelerin de olduğu az değildir.
“19. yüzyılda “haremi hümayundaki kadınların ekseriyeti Kafkasya’dan gelmedir.”
Abdulhamid’in annesi olan Çerkez kızı, “Tır-ı Mujgan” da II. Abdulhamid on yaşında iken, Çırağan sarayına dayanan verem hastalığından yaşamını yitirir. Abdulmecid, oğlu Abdulhamid’i Hersekli bir kadına teslim eder ve onun tarafından büyütülür. Abdulhamid’in babası Abdulmecid, 38 yaşında(1861) ölür.
Şehzade olan II. Abdulhamid’in, farklı kadınlardan olan 22 kız kardeşinden 12’si, henüz üç yaşında iken ölmüştür! Eğitim olanakları sınırsız olmasına rağmen, ilkokul düzeyinde bir eğitim almıştır. İmparatorluk ailesinde yetişenler, ileri düzeyde Fransızca bilmelerine rağmen, Abdulhamid ilişkilerini tercümanlar üzerinden yürütmüştür. Küçüklüğünden beri Avrupalılardan ürker gibi davranışlar göstermiştir. Bu tutumunu reformlar ve Hıristiyan halklara karşı tutumunda da sürdürdüğünü görmekteyiz. 1861 Abdülmecid ölünce, tahta Amcası Abdülaziz geçer, Abdulhamid ise “babasının yerinde” bir eda ile amcasına Avrupa gezilerinde eşlik eder.
1863’te de Abdülaziz’in, I. Selim’in 16. yüz yılda Mısır’a yaptığı geziden sonra, yeniden ve ilk kez yeğenleri Murad ve Abdulhamid’i yanına alarak, İskenderiye Demir yolunu kullanarak gider. Bu ilk gezinin amacı, Kahire ile İstanbul’un ilişkilerini güçlendirmek idi. Ama Abdulhamid’i en çok heyecanlandıran demir yolu olmuştur!
1882’de İngilizler Mısır’ı işgal eder ve kendisi Arnavut olup, Kürtler ile de akrabalık ilişkileri olan Kaval Ali Mehmed Ali Paşa, İngiliz ittifakı ile İstanbul’u tanımamayı ve bağımsız olmayı yeğler. Bu İstanbul İmparatoru için sarsıcı ve kaygı yaratıcı bir etki yaratır.
Bütün bu gezilerden sonra, Osmanlı İmparatorluğunun giderek daraldığını ve böyle gidemeyeceğini, gidişatın sonları olacağını, Avrupa ile mukayese edilmeyecek derecede “ilkel” kaldıklarını tespit eder. Ancak süregelen reform ve modernleşme hamlelerinde devletin “kaybettiğini” düşündü. Bunun üzerine nasıl bir yol izlemesi gerektiğinin cevabını aradı.
Aynı süreçte, dil, kültür, laiklik, modernleşme vs. her düzeyde, II. Abdulhamid çevresinde yeni savlarla tartışılması yoğunlaştığı ve arayışların arttığı dönemdir. Tanzimat süreci yoğunlukla eleştirilir. Abdulhamid de 30 yıldır tanığı olduğu bu sürece karşı tepkisini biriktirerek gelmiştir.
1870’lere geldiğinde bir tarafta Yeni Osmanlılar dağınık bir halde meşrutiyet mücadelesi verirken sürgün ve cezayı tehditlerle sürgünler yaşar.. İktidarda ise iki eğilim var. Yeni Osmancılara uyumlu liberal Mithat Paşa, diğer yanda ise Mahmud Nedim paşanın başını çektiği otoriter kesim var ki bunlar Tanzimat sürecine son vererek Abdülaziz’in iktidarını sürdürmek isterler. Abdülaziz ise iktidarını sürdürürken, velihat olarak İmparatorluğu Şehzade II. Murad yerine oğlu Yusuf İzeddin’i imparator koltuğuna oturtmak ister, ancak ibre II. Murad’ı işaret etmektedir. II. Murad ise liberal eğilimi nedeniyle pek itibar edilmeyen bir sürecin ardında tutunma şansı olmayan bir durumdadır. Alanda ise İngiltere ve Rusya’nın ağırlığı artmaktadır. Bu ağırlık 1856’daki Paris anlaşmasını reddedip, Boğazlar sorununu yeniden dizayn etmeyi hesaplamaktadırlar. 1871 Londra Konferansında Boğazlar sorununda İngiltere ve Rusya bazı avantajlar sağlarlar.
Abdulhamid, bir tarafta Yeni Osmanlıcılar ile ilişki geliştirirken, diğer tarafta abisi Şehzade Murad’ın tahta çıkmasını savunur. Çünkü Şehzade Murad tahta çıktığında, kendisi Şehzade Abdulhamid olarak tahta çıkmanın yolunu açacaktır.
Aynı dönemde Osmanlı ailesi içerisinde sıcak ilişkiler oluşturur, Tanzimat sürecini sonlandıracak Mahmud Nedim Paşa ve çevresiyle de sıcak ilişkiler geliştirir. Bu ilişkiler oluştuktan sonra, kendisinin İmparator olacağına inanmaya başlar.
1875 yılındaki Bosna-Hersek’teki Hıristiyan köylülerin, efendi Müslümanlara karşı başarılı isyanları ile oluşan karışıklıklar, İstanbul’daki iktidar krizini siyasi, ekonomik ve toplumsal tüm alanlarda derinleştirir, Selanik’te Alman ve Fransız konsolosları kalabalık kitleler tarafından linç edilir. Bütün bunların sonucunda, Avrupa’nın sert turumu karşısında, Abdülaziz’in tahttan düşmesi zorunlu olur.
Bu durum Abdulhamid’in abisi Murad, V. Murad namıyla imparator olur. Artık tarih Abdulhamid de diğerleri gibi şehzade unvanını kaybeder, velihat şehzade statüsüne geçer ve iktidarın bekleme odasındaki yerini alır.
V. Murad tahta çıktığında, Hıristiyan ve Müslüman kesimlerde büyük ümitler yeşerir. Avrupa karşısında dik durulacak, Kanun-i Esasi’nin ilanı ile her şey olumlu bir hat izleyecek vs. Bu nedenle Mithat Paşa çizgisinin geliştirilerek daha çatışmasız bir ortam içinde “huzur” inşa edilecek umudu yayılır.
Tüm bunlar olurken 4 Haziran 1876 terinde, bilekleri kesilmiş, kanlar içinde Abdülaziz’in ölümü ile karşılaşır. Müslüman ve gayri Müslümanlardan başına toplanan 19 doktor, sağlığına dönüştürme konusunda “geç” kalır. Ortakça, ölüm sebebini “İntihar” diye rapor ederler.
15 Haziran 1876’da, Osmanlı nazırları/kabinesi, Mithat Paşa’nın konağında toplantı halinde iken, Çerkez hasan isimli bir zabıt içeri girer, tabancasını çeker, Serasker Hüseyin Avni Paşa’yı gözünü kırpmadan öldürür. Olay esnasında Hariciye Nazırı Reşid Paşa da öldürülürken yaralılar ile birlikte kabine kanlar içinde ortalık kan gölüne döner. Katil Çerkez Hasan, Abdülaziz’in eşlerinden birinin akrabası ve tahta çıkma konusunda hiçbir şansı kalmamış Padişah Abdülaziz’in oğlu Yusuf İzzettin’in de yaveridir. Bu durum kuşkuları Mithat Paşa’nın üzerinde yoğunlaştırır. Yaşananlar, V. Murad’ı bunalıma sokar ve sorunların üstesinde gelme becerisini gösteremez. Kanuni Esasi konusunda da dirayetli davranamaz, devletin yapması gerektiği değişiklikleri kendi hattından gerçekleştiremez ve kendini iktidara değil, “alkole” verir. Birkaç ay sonra, liberal politikaları ile V. Murad’ın iktidarı götürme konusundaki ehliyetsizliği yeni bir krizin sebebi olur. Osmanlı devleti ulusal direnişlerle karşılaşarak, toprak kaybederken, büyük devletlerin de bu yeni süreci leyine değerlendirmek üzere kuşatmayı daralmaktadırlar.
Süreç hızla II. Abdulhamid’in lehine dönmektedir.
Temmuz Ağustos 1876 tarihlerinde, Mithat Paşa II. Abdulhamid’i maslak’taki köşkünde ziyaret ederek “Naiplik” önerir. Ancak II. Abdulhamid, taht ister.
“V. Murad tahta iken böyle konuşman ve görevi o şart ile kabul etmenin sebebi nasıl oluştu?” diye sorduklarında;
“Biraderimin sağlık durumunun düzelmeyeceğini saptanmıştım, ‘evet’ dedim.” der.
II. Abdulhamid için iktidar olgusu o tarihten itibaren başlamıştı ve O kabinesini, vezirlerden ziyade bir istibarat ağı içerisinde ve kendine has bir iktidar sürdürerek yaşayabileceğini düşündü. Bu nedenle Osmanlı İmparatorluğunu yeniden şekillendireceğini tasarımladı.
1 Eylül 1876 tarihinde II Abdulhamid Osmanlı Devletine Padişah, İslam Alemine Halife oldu!
(Devam edecek)
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.