Dili, kültürü, tarihi ve coğrafyası farklı olanlar, bu farklılıkları ile birbirlerine göre ötekidirler.
Hakları gasp edilenler, bu farkı, anlamaları oranında öteki olarak hakları için mücadele edeceklerdir.
Frantz Fanon, “Dil fenomeninin temel bir önemi olduğunu düşünüyorum!” der.
Aynı dili konuşanların, özgün bir geçmişleri vardır. Geçmiş özgün tarihtir. Bu özgün tarih kendisini diğer halklarla ayrıştırmıştır ve farklı bir tarihe sahip kılan halk özelliğini kazandırmıştır. Bir halk tarihi özelliğini, farklı bir coğrafyayı mekan edinerek yaratabilir. Dil, tarih ve coğrafyası farklı olan halk, kendine özgün bir kültür ve yaşayış oluşturur ki bu topluluk ekonomik mücadelesi ile farklı bir yaşayış, kişilik, yaşam felsefesi ve kültür yaratır.
Dili, kültürü, tarihi ve coğrafyası farklı olanlar, modern ekonomi ile yani kapitalist pazar ile belli belirsiz buluşmaları ile milliyet olan bir halk; dil, kültür, tarih ve coğrafyası üzerinde kendi kendisini yönetme eğilimini gösterdiği oranda millet vasıflarını oluşturur.
Farklı milliyet ve millet olanlar, kendi özgün varlıklarının toplamını, diğer millet ve milliyetlerden ÖTEKİ olarak algılamadıkları, anlamadıkları ve bilince çıkarıp, özgür yaşamayı seçmedikleri oranda, kuşatıldıkları toplum tarafından asimilasyon, entegrasyon ve soykırım politikaları ile ortadan kaldırılmadıkları müddetçe öteki olarak var olacaklardır.
***
Öteki kavramını, politikalarını aidiyet tanımları ile birlikte ele alınması, konunun anlaşılmasını daha da kolaylaştırıp, netleştirir;
Siyasette sıklıkla; “Aidiyet sorunu ile olgulara bakmak yanlıştır!” denilir. Oysa ki aidiyetsiz olmak, aidiyetinden yabancılaşıp uzaklaşmak, aidiyetsiz olgulara bakmak, fikri ve duruş olarak kişisizlikleşmektir.
Zira aidiyet, olguları ile sorunlara bakmamak, olguyu ve çevreleyen farklılıkları görmemek, kendini tanımlamamak, tanımak için kavramları oluşturmamak ve analiz etmekten uzak kalmak, öteki olarak erime ve yok olmaya yol vermek olur.
Aidiyet; kendimizi içinde bulduğumuz, kendimize ait olarak gördüğümüz olgudur.
Bunlar; biz evrenliler, biz dünyalılar, biz canlılar, biz hayvan alemi canlıları, biz memeliler, biz düşünenler, biz buğday tenliler, biz Asyalılar, biz Hint Avrupalılar, biz Ariler, biz doğu Ariyalılar, biz İraniler, biz Kürdistanlılar, biz Kürdler, biz Kurmanciler, biz Şadiler – milliler- izollar vs. biz köylüler, biz işçiler, biz şehirliler, biz Kuzeyliler, biz Güneyliler, biz Soraniler, biz Serhediler, biz Dêrsîmiler, biz otoktonlar, biz erkekler, biz siyasiler, biz aydınlar, biz yayıncılar, biz rençperler, biz mahkûmlar, biz partisizler, biz sivil itaatsizler, biz erkekler, biz yaşlılar, biz Yaresan ya da Rêya Heqîyê inançlılar vs.
Burada sıraladığımız, kendisine ait hissettiği, kendini dahil gördüğü her olgunun içinde kendisini bulan ya da tanımlayan görüngü, bir aidiyeti ifade eder. Bunları görmezden gelmek, yok saymak ile insan kendisini de gizler ve bulamaz!
Bu tanımlanmalar yapıldıktan sonra, her olgu kendi içinde bir savunma içgüdüsü geliştirir. Bu içgüdünün bilinçli savunulması ise öznel, toplumsal ve evrensel analiz ve duruş için gereklidir.
Aksi halde genelden özele, özelden genele, basitten karmaşığa, karmaşıktan basite bir analiz ve algılama çalışmasını sürdürmek mümkün olmaz.
Hak, hukuk, adalet, eşitlik bu varoluşsal olgular arasındaki eşitlik, özgürlük, dokunulmazlık için yapılan düzenlemeleri, tüm aidiyetlerin kendisi olması ve kendini geliştirmesi için tarihin deneyim ve tecrübelerinden çıkarılan dersler ile geleceğin daha yaşanılır kılınması için düzenlemeler yapılır.
Kabaca belirtmek gerekirse;
Evrenimizde; gelişen bilim, sanayi, teknoloji ile insanlık, yeni keşifler yapmaktadır. Bu gelişmeleri takip ederken, onun doğasal yapısının, evrenlilerin aleyhine işlemesinin önüne geçmek önemlidir.
Biz dünyalılar; tüm varlıklar açısında yerkürenin dengesinin bozulmaması, korunması ve daha güzel yaşanılır kılınması için mücadele ederiz. Bunun için var olanı korumak, yok edilmesini önlemek ve varlığını sürdürmek, yeniden üremesi, üretilmesini sağlamak için, hoşgörü ve koruma bilincinin gelişmesini arzulamak üzere savunuruz.
Sınırsız güç ve sınırsız akıl ile birleşen bencillikle, dünyayı çıkarına göre tasarımlamak üzere egemenlik sağlayan plan, proje ve girişimlerin karşısında yer almak için bilinçli, duyarlı ve hassas olmayı tercih ederiz.
Dünyalılar, gelişmiş bilgileri ile insanlığın korunmasından vazgeçerlerse, dünyaya ve kendilerine zarar verirler.
Bugün dünyamızda var olan ya da tarihsel olarak oluşan alışkanlıklar ve kâr hırsı ile yapılan müdahaleler, dünyayı yaşanılmaz bir hale getirmektedir. Savaşlar ile yerleşim yerleri, yaşam sahaları tahrip edilmektedir. Savaşların temelinde hak gaspı vardır.
Dünya; canlı ve cansız varlıkların tamamından oluşmuştur. Tüm canlı ve cansız varlıklar, elementlerden oluşmuştur. Yaşamdaki tüm varlıklar bir birbiriyle ilişkilidir. Cansızlar, bitkilere, hayvanlara besin olur. Cansızlar ve canlılar geçişken hareketlerle, tabiatın oluşmasını, yeşermesini sağlar. Bu nedenle canlılar içinde, aklı ile doğaya dengesiz müdahale eden insanlığın, dışındaki cansız ve canlı varlıklara karşı amansızca dengelerini bozar girişim ve eylemlerin geliştirilmesi, doğanın dengesini bozar ki bu, bazı canlıların yaşam alanlarını da olumlu-olumsuz etkiler. Tabiat boşluklara imkân vermediği için, bazı varlıkların aleyhine, bir diğer varlığın ise lehine fonksiyonel işlevler oynar. Bu nedenle insanlığın bu müdahalede koruyucu ve hassas olması gerekmektedir.
Canlılar alemimiz, tamamıyla birbirini besleyen ve aynı zamanda tüketen, bu hareket içinde birbirini dengeleyen bir fonksiyondadır. Bu nedenle canlıların yaşam alanlarına müdahaleye karşı çıkarız.
İnsanlığın canlı alem içinde, bitkileri, doğayı, hayvanları koruması, kendi yaşam savaşını kaliteli kılan bir etkendir. Bu nedenle insan kendisinin içinde yer aldığı canlılar alemini en sağlıklı ve yaşanılır kılınması, kendi yaşam kalitesini artırır. Bu kalite nesilden nesile korundukça insanlığın doğa bilinci, geleneği ve kültürü gelişir ve barbar tarihten, şiddet eğiliminden kopar ve insanileşir.
Hayvanlar alemine, hareket edebilen tüm canlılar girer. Bunlar memeliler ve memesizler olarak adlandırılır. İnsanlar, hayvanlar aleminin, memeliler grubuna girer. Ancak insanın, memeli hayvanlar sınıfında olanlar içindeki tek farkı; düşünen, geleceği tasarımlayan ve aklı ile doğaya ve dışındaki evrene, canlı ve cansız varlıklara akli gelişmişliği ile hükmedebilen hayvandır. Sorun, bu hükmünü geleceği ve içinde bulunduğu çevre ile koruması, doğalığının bozulmaması istikametinde kullanmasıdır.
Bu kullanım bir aidiyet ve kişilik bilinci sorunu ile mümkündür. Çünkü bu aidiyetler insana aittir. Bu aidiyetlerin içinde insan vardır.
Düşünen, konuşarak anlaşabilen, topluluklara göre şekillenen biz insanlar, hayvan alemi içinde ayrı bir kimliğiz. Bu açıdan hayvanlar alemi içinde insanlar ötekidir. Düşünen hayvanlar olarak, insan kimliği altında tenlerinin rengine, dil ailelerine, bulundukları ülke ve dillerine, ait oldukları topluluklarına, nesil olarak olageldikleri soylarına -ki Kürdler buna aşiret diyor- toplulukları içinde konuştukları dilleri, konuştukları diller içinde konuştukları lehçe, lehçenin kullandığı ağız, ekonomik sınıflandırmadaki yeri ya da sosyal olarak bulunduğu yeri- şehirli, köylü, getto vb.- yerli mi göçer mi oldukları, siyasi, aydın vb. mesleki kimliği-yayıncı, yazar, çoban, işçi vb. partili-partisiz, ilgili olduğu düşün ve faaliyet duruşu, kadın-erkek olarak cinsi kimliği gibi, evli- bekar kimliği, yaş kategorisine göre kimlik, inanç kategorisine göre kimlik vb. bütün bunlar birer kimlik olarak şekillenmiştir. Biri diğerine göre ötekidir.
Her birey, çok kimliklidir. Kendisinin içinde bulunduğu ya da kendisine ait hissettiği şeyi yaşamak, kültür haline getirerek kendini bulur. Evrenli, Dünyalı, Kürdistanlı, Kürd millet, bölge ve ferdi özgünlükleri vs. birer kimliktir.
Kimlikler içinde yok olma tehlikesi olan daha hassastır, yok olmak üzere olan ya da yok edilmek istenen kimlik- kimlikleri öncelikli olarak savunmak, var olmasını sağlamak, korumak ve gelişmesi için çaba sarf etmek, tüm insanlığın etik görevidir.
Kimliği ile yok edilmek istenenin ya da kimliksel bütünlüğü deforme edilmek istenenin, bozulmak, parçalanmak istenenin savunulması her insanın etik görevidir.
Her dil, aynı zamanda insanlığın oluşması, insaniyetin şekillenmesi ile oluşmuştur. Değil bir dilin, insanlığın her kelimesinin kaybolması, yitirilmesi önemli kayıptır. Başta kimliğin, dilin, ülkenin insanları olmak üzere, tüm insani kimliklerin, ülkenin, ülkede yaşayan
doğanın, hatta tüm varlıkların korunması için hassas davranılması beklenir ve gereklidir. Her kimlik, insanlığın bir ünitesidir ve parçasıdır.
Onun olgunlaşmadan yitip gitmesine insanlık lakayt davranmaz, görmezden gelemez, ilgisiz kalamaz. Kalırsa insanlık kimliği marazidir, yanlış şekillendirilmiştir ve kendi değerlerinin bilincinde olarak yetiştirilememiştir, sapkındır, etik değildir.
Bugün, Kürd dili tehlikededir. Kürd dilinin kurtarılması, geliştirilmesi insanlık açısından elzemdir, önemlidir.
Kürdistan pazarı, doğası, milleti parçalanmış, bütünlüğü deforme edilmiş, bölüştürülmüş, her bir parçası farklı bir sömürgeci devletin egemenliğinde yok sayılmış ve sayılmaktadır. Bu barbarlığın, terörün, şiddetin, parçalanmışlığın, deformasyon ve dejenerasyonun karşısında yer almayan insan ve insanlık, kendisinin bir parçasına yapılan zulmü görmemek, tutum almamak, karşı koymamak ile suçluların suç işlemelerine dur dememeleri durumunda, kendileri de suçlu duruma düşerler ve düşmüşlerdir.
Sömürge ülke ve soykırıma uğrayan milletin kimliğine, durumuna karşı özgür iradesiyle tavır almayan aydın, aydın değildir, bilim insanı bilim insani değildir, hatta insani değerleri aşınmış, insani duruşta sebat etmeyen insanlardır.
Kürdistan’ın bu durumunu görüp, tutum almayan, Kürdistan’ın ve Kürd milletinin birliğini savunmayan, dünya ülkeleri ve milletleriyle özgür, bağımsız ve eşit yaşamasını sağlamak üzere mücadele etmeyen Kürdler ve Kürdistanlılar yurtsever, milletperver, demokrat olamazlar ve insani değerlere karşı insanlıkları deforme olmuş durumda olurlar.
Tüm dünya insanlığı, yok edilmek istenen kimliklere duyarlı olmak, korunmasını sağlamak ve korumak zorundadırlar. Aksi halde insani değerleri ile tezat halde olurlar.
Tarihte, Ermeni, Kürd, Pontus, Êzidi, Yahudi, Rum, Çerkez, Aborjin vs. halkların katliamlarını, soykırımlarını bilmemek, bilince çıkarmamak ve tutum almamak, insani kimliği zedeler, insanlığın bir parçası, aidiyeti olan bir ünitesini yok etmeye kalkışmak, insanlığın yaratığı bir kimliği yok etmek, insanlık suçudur.
Bu açıdan aidiyetlerin kendileri ile yüzleşmeleri, insanlığına hesap vermesi, insanlık hukukunun yerleşmesi için, adaletsizliklerin giderilmesi için zorunludur.
Asya, Afrika, Latin Amerika, Avustralya, Avrupa ve tüm dünyada insanlığın tarihini, mazlum milletlerin yaşadığı zulmü, sömürge barbarlığını araştırmamak, insanlığın bilincine çıkarmamak, teşhir etmemek ve yok edilmek istenen aidiyetleri korumaya almamak, insanlığın suçudur.
Her insanın, kendi özgün insanlığı ile insanlık kimliğini geliştirebilir.
Bu gelişmenin karşısında durmak, şovenizmi, ırkçılığı, diktatörlüğü ve insanlığın değerlerinin aşınmasına karşı olmak, kendi kimliğine de sahip olması anlamına gelir.
Her kimlik, insanlığın bir parçasıdır ve insanlar kendi kimliklerini özgürce geliştirip yaşayarak, insanlığın gelişmesine, insani değerlerine katkılar sağlayabilirler ve kendisini geliştirebilir, insanlığın yaşam çıtasını yükseltebilir.
Evreni, dünyayı, canlı varlıkları, hayvanları, doğayı, insanlığı, ülkeleri, dilleri, milletleri, cinslerin eşitliğini, inanç ve düşüncelerin özgür yaşamasını, üretimi, emeği, hak, hukuk, adalet ve eşitlik duyguları içinde bir savunma ve koruma psikolojisiyle, insanlığa ait olan farklı farklı kimliklerin dokunulamazlığını sağlayabildiğimiz oranda, insanlık görevlerimizi yerine getirebileceğiz.
Demokrasi; güçsüzü desteklemek, hoşgörü ve tahammül kültürünü içselleştirmektir. Demokrasinin en önemli özelliği, mazlum milletlere, azınlıklara, yaygın olmayan düşüncelere karşı, onları öteki olarak algılamak, görmek ve koruma hassasiyetini göstermek, hak, hukuk ve eşitliğini sağlamak ve teslim etmektir.
Bu açıdan demokrat olmak da artık bir insani kimlik halini almıştır. Bu demokratik hassasiyet ile insani değerlerin, insanlık için tüm kimliklerin farklı farklı ve özgür olarak kendini yaşaması, geliştirilmesi önemlidir. Bu durum her kimliğin kendini ortaklarıyla aynı, ama ayrıştığı noktalarda da ÖTEKİ olarak görmesi, algılaması ve haklarının tescil edilmesi önemlidir.
***
Bir zenci, beyaza başka davranır, zenciye başka. Zenci ve beyaz birbirlerinin ötekileridir. Burada yapılması gereken, bu iki farklı rengi görerek birinin diğerini tasfiye etmesi yerine, öteki olan zencilerin de insan, evren, dünyalı olarak haklarının verilmesi, kendi özgünlükleri ile ırkçı saldırılardan korunarak güvenli bir şekilde özgürce yaşamasını sağlamaktır. Burada artık sorunun gelip dayandığı nokta, “.. dünyayı kavramak değil, onu değiştirmektir!” yani her topluluğun ve aidiyetin birbirlerine göre ÖTEKİ olduğunu kabul ederek, hak, hukuk, özgürlük, bağımsız duruşlarını geliştirecekleri bir dünyayı oluşturmalarını, etik olarak yaşamaktır.
Ötekileştirme, ırkçılık, asimilasyon, soykırım üzerinden zorla kendine katma, kendinde sayma ve varlığını inkar etmek, aşağılamak ve tasfiye etmeyi amaçlamak değil, kendi dışında ve farklı bir sosyal topluluk olarak yaşamasına öteki olarak hakkı olduğunu tanımak ve kendi özgür iradesi ile karar verme yetkisini kullanmayı tanımaktır. Haklarının gasp edilmesinin önüne geçmektir. Frantz Fanon’un da parmak bastığı üzere, daha da “Çağımızda meselenin bam teli tam da budur.” Bunu aşmadan insanlığın kendini bulması ve savaşsız bir dünyaya ilerlemesi zordur.
Sömürge toplumun bireyleri, sömürgeci topluluğun bireyleri ile farklı, yani ÖTEKİ olduklarını kabul ettikleri oranda özgürlüğe yürüyebileceklerdir. Sömürge toplumun bireyleri, sömürgeci topluluğun bireyleri ile aynı aidiyette değil, farklı ve öteki aidiyetler içinde olduklarının mücadelesini vermeye girişmeleri kendilerini özgürleştirir. Aksi durumda, kendilerini sömürge insan olarak tescil olunmalarına hizmet ederler ki, bunun ismi Kürt toplumunda “cahş” olarak yerini almak olur.
O halde bizler hangi anlamda ÖTEKİ değiliz, ancak nerede ÖTEKİYİZ kavramı bilince çıkarılmaya muhtaçtır.
Sömürge insan olarak bilinç mutasyonuna uğramanın önüne geçmek, özgür insan olabilmenin en önemli kriteridir. Bu nedenle ülkelerinde bir vesile ile sürülenlerin, diaspora kültürünü tıpkı İsrailoğulları gibi diri tutmaları önemlidir.
Dil, öteki olarak varlık göstermenin biricik fenomenidir. En zor koşullarda bile dilini öğrenmek, okumak, geliştirmek, yaşamda kullanmak, öteki olarak her adımda kendini tescil etmektir. Irkçılığa karşı en ciddi mücadele, dili ile yaşamı esas mücadelesi olarak vermektir. Kendi gelenek ve simgelerini egemen devlet ve topluluk içinde öteki olarak yaşamaktır. Öteki olarak özgür ve bağımsız yaşamayı benimsemektir.
Kendisi ile onur duymak, asimilasyon, sömürgecilik ve soykırıma karşı durmak, eğemen sisteme ve isteklerine göre değil, kendi gelenek, görenek ve edindiği ulusal refleksleriyle ÖTEKİ olarak yaşamayı bilmektir. Bu bilinç, inkar ve imha edilenlerin özgürleşme refleksini güçlendirir, insanlığı geliştirir.
Sonuç olarak tüm insanlar; evrenlidir, dünyalıdır, canlıdır, hayvan alemindedir. Ancak farklı renk, kıta, dil, ırk, etnisite, millet, ülke ve bölge aidiyetlerine sahiptir. Farklılıkları, birbirlerinden ayrı ve öteki olmalarını ifade eder. Farklı ve öteki olmaları, onların üstün ya da alt grup olarak kabul edilmeleri yanlıştır. Tamamının hukuku, hak eşitliği üzerinden tanımlandığında huzur, adalet, eşitlik ve kaliteli yaşamaları saygınlık kazanır.
İsmail Beşikci hoca’nın şu belirlemesi ışığında, devlet politikalarının dışlama ve ötekileştirme politikaları ile, öteki ya da farklı kabul etmeyip, hak gaspı yolunu seçtiği durumları yeniden irdelemek yerinde olur:
"Türkiye’de, Kürdlere şu söyleniyor. ‘Sen benimle yaşayacaksın. Ama kendi dilini kültürünü bırakıp benim dilimle, benim kültürümle yaşayacaksın. Benim gibi olacaksın, kendin olmaktan vazgeçeceksin. Başka bir seçeneğin yok.’ Bu sürecin asimilasyon ve imha politikalarıyla yürütüldüğü açıktır."
.....
"Senin rengin kara, sen benim yaşadığım alanların dışında yaşa ırkçılığına göre, sen benimle yaşayacaksın, ama benim gibi olacaksın, kendin olmayı reddedeceksin ırkçılığı…’ çok daha zalim, ezici, yok edici bir ırkçılıktır." (İsmail Beşikci)
Tekrar belirtelim ki, devlet Kürtleri insan olarak ötekileştirici politikalara tabii tutup, insani bir değer vermezken, yanı sıra farklılıklarını ve millet olarak öteki olduğunu reddediyor ve farklı bir ulus halk olduğundan dolayı meşru haklarını müzakere etmeye yanaşmıyor. Kendi içinde eritip imha edecek politikalara tabi tutuyor, haklarını görünmez kılarak gasp ediyor. Budur, “daha zalim, ezici, yok edici” olan “ırkçılık!”
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.