Yerleşik ve geliştirilen bir siyasal kültürden yoksunluk, siyasetin dar algılanması, tarihi bilgiden ve analiz edecek ufuktan payesiz bırakır..
Bunun böyle olmasının esas nedeni, akademik özgürlük, eğitimde özgür tartışma ve düşünce özgürlüğünün olmamasıdır.
Siyasetin sığlaşması, siyasi alanın daralması, akademik araştırma, aydınlanma hareketinden yoksun olma ve ezber bozma hususundaki cesaretsizliğin payı büyüktür.
Bu korkuyu inşa edip yayan ise sistemdir.
Yaşananlara sağlıklı bir tanı konamayınca, kafalar karışık, iddialar saçma, ezberler kökleşir.
Bu hal insanları yeni arayışlara girmesini engeller, kuşkuculuktan uzaklaştırır, kanaatleri de aşırı bir şekilde keskinleştirir. Durum böyle olunca, "Kendimizi yenileyip, gençleştirelim ve geliştirelim" sözü kifayetsiz kalır.
Etrafımıza baktığımızda, eğitimcilerin Kütüphaneye gidip araştırma ve okuma yerine Müslüman görünüp camiye gittiği, Kemalist olduklarını göstermek için çabalar sarf ettiği, inanmadığı halde inanır göründüğü, benimsemediği halde benimser görünerek hizmet ettiği, ezber bozup yeniyi bulma, keşif etme ve tartışmalarla algısını sınama, deney ve olgulara dayanarak bilim yöntemi ile sorgulama gibi davranışlar içinde olmadığı, neredeyse tamamının sadece geçim derdinde olan, bunu kaybetmemek için de resmi ideolojinin ezberiyle konuşan, aynı dersleri tekrarlayıp ezberleyen, hafız misali bir camiadan, eğitimden yenilik beklemek beyhudedir.
Öğretmenler ile karşılaşıp sohbetler ettiğimizde, maaşlarını, ek işlerini, öğrenciler ile iyi geçinip sevildiklerini anlatıyorlar. Öğrencileri ile övünüyorlar. Gerek dini gerek ise resmi ideolojiye dair ezberlerine dokunup eleştirildiğinde ise etraflarını gözetleyip, bir an evvel sohbetten kaçarak kurtulmanın çarelerini arıyorlar ya da nezaket adabına sığmayan tepkiler verip, adeta dövmeye kalkıyorlar. Bunun için, eleştirel yaklaşanlara karşı da haksızca suçlayıcı, hatta rencide edici yaklaşıp, bilgiçlik yapanları da haddinden fazla ve egemen bir camia var. Tabii bu gücü de yine kökleşmiş ve beslendikleri dini gericilik ile resmi ideolojinin katil, katı azminden ve azmettiriciliğinden alıyorlar. Beslendikleri kapıya bakarak ses vermek insana yakışmadığı aşikâr iken eğitmenler, seslerini devlet kapısına uygun ayar vermişler ve aksi durum zıhr kanun hükmü ile görevden uzaklaştırıp, camianın dışına bırakmak olur. Böylece bir bulguyu, bilgiyi yakaladıklarında da konuşmaz ve o ışık yerinde, söndürülür, dondurulur, yitirilir ve adeta karanlığa gömülür. Işığın karanlığı yarmasına izin verilmemiş olur. J.J. Rousoo'nun dediği üzere bu bir "toplumsal ortaklık" olur ya da Barış Ünlü ‘nün dediği üzere "Toplumsal Sözleşme"ye dönüşerek toplumun karanlıkta kalması için bir toplumsal tepkimeye dönüşür. Artık etrafında, "Kimse senin gibi düşünmüyor", "Sen lanetlisin", "Sen hainsin", "Sen teröristin" ithamlarının önü arkası kesilmez olur. Eskide kısmen Rêya Heqîyê inançlıları bu sözleşmenin dışında idi. Şimdi, bu Alevilik üzerinden, Aleviliğin "esas Müslüman" ve "Esas Türkçülük" olduğu savi ile önce yerlerinden edilip metropollere sürüldüler, sonra da Cemevlerinde eğitilerek, "Toplumsal Sözleşme”ye dahil ediliyorlar.
Böylece ruhen çökmüş, yürekliliğini kaybetmiş, öğretmen, öğrencileri ve hatta "aydınları" ile verilen ders kitap ve müfredatı dışında hiç bir soruya açık olmayan bir camianın, hatta bir toplumun eğitiminden yenilik çıkmaz.
O halde ne yapmak gerekir?
Öncelikle J. J. Rousoo'nun dediği ülkesi Fransa'da bu ortaklık çok kısa sürede aydınlanmaya evrildi. Reform ve Rönesans hareketleri ile yenilendi ve ortaklık ap-aydınlık bir hal aldı. Öyle ise karamsarlığa kapılmaya gerek yok. Karanlığı aşacak güneşe insanlık yününü verir ki bundan eminim.
Yasakların olmadığı, bilimsel düşüncenin ardına düşmek ve azimlice düşündüğünü sesli haykırmak bizi o aydınlığa ve onurun olduğu yere taşır.
Hayat yeniyi ve yenilikleri sever.
Tarih ileriye bakar. Biz yanlış ve karanlığa değil, tarihe uygun davrandıkça kazanırız!
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.