Afyon’da 2’si kadın 7 mevsimlik işçi Kürde yapılan saldırıyı “ırkçı” olarak niteleyerek, “temel nedeni iktidarın kutuplaştırıcı dili ve politikası”na bağlayan ve hızla Afyon’a gitmeyerek yerinden seslenen ve devletin kendisiyle iletişimsizliğine dikkat çeken HDP, bu yaklaşımıyla bir kez daha Kürd meselesinde Kürd tarafında durduğunu değil, Türkiye’nin siyasi arenasında durduğu ideolojik yerden dolayı sahip olduğu yaklaşımı ortaya koymuştur. Böyle yapması da en doğal hakkıdır. Beğenmiyorsanız, söyleminiz ve eyleminizle siz harekete geçin.. Kımıldayan var mı?
Afyon’da yaşananın benzeri saldırıların tedirginliğini kendi üstünde de hisseden bölge dışında yerleşik Kürdlere yıllar önce yaptığım çağrıyı yineliyorum: Topraklarınıza temelli geri dönün!
Milyonlarca Kürdün doğduğu topraklarından göç etmesi, ettirilmesi temel hedeflerdendi ve bu arz talep başarıldı. Topraklarından koparılan milyonlarca Kürdün milyonlarca çocuğunun nasıl sindirildiğini, büst öptürüldüğünü, parti binalarında öldürüldüğünü, asimile olduğunu, evlilik yoluyla coğrafi benliğini terk etmenin olağan hale geldiğini; toplumuna tarihte ve günümüzde her türlü eziyeti yapanlardan, eziyet edilirken sessiz kalanlardan razı hale geldiğine hatta gönüllü iştirakçi olduğunu da izlemeye devam ediyoruz. Günün birinde bu başarıların ve sonuçlarının tartışmasını; yapan ve yaptıranlar ile aktif ve pasif tüm destekçi ve çevresi ile yapacağız! Biz Kuzeyliler, pek Güneylilere benzemeyiz.
Akdeniz ve Ege’nin turizm sektörüne kültürel ve sosyal farklılıkları ile yine mevsimlik işçi olarak giden Kürdler sadece ve sadece asgari ücret karşılığında çalışıyor. Bölgede ise yoğun emek sömürüsü ve haksız kazanç bir ‘hak’, ‘zor’, ‘tarz’ haline gelmiştir. Ağır ve sağlığı tahrip edici çalışma koşullarına rağmen mevsimlik işçiler en iyi ihtimalle ve ‘dayı parası’ da dahil günlük 100 ya da 119 lira kazanıyor. Bölge işçinin, emekçinin emeğinin karşılığını verse hatta kendi kazancının yanısıra işçiye verdiği ücrete de göz dikmezse eğer, turizm bölgelerinde çalışma ya da mevsimlik işçilik oranı gittikçe azalacaktır.
Sadece Diyarbakır’da değil tüm bölgede “demokrat görünüm altında zorba, ilerici görünümü altında geri ve gerici bir yaşam hakimdir.” Kara ve kirli para; güvencesiz, sigortasız, güvenliksiz ve iş tanımı olmayan çalışma koşulları; emeğin karşılığının verilmemesi, hatta çoğu durumda gasp edilmesi; ilk birkaç ayın ardında hak edilen ücrette kesinti yaparak, belirleneni vermeyerek işten çıkarmalar; tarımsal sulama ve anız yakmalarında keyfilik; gittikçe artan esnaf sorunları; devlet okullarında öğrenci odaklı çaba harcayan öğretmenin nadir bulunuşu; kadının ve çocuğun toplumdaki kıstırılmışlığı, bastırılmışlığı, susturulmuşluğu; güçsüz olanın toplumdaki kıstırılmışlığı, bastırılmışlığı, susturulmuşluğu; çocukların dilindeki küfür ve akran zorbalığı; çevre kirliliği ve hijyen problemi; hedefine olumsuz yol ve yöntemlerle ulaşma alışkanlığı; kaotik trafik, her tür sıraya riayet etmeme, iş yeri ve ev kiralarının yüksekliği vs bölgede kanıksanmıştır.
Kimse sesini çıkarmasa da, herkes görmezden gelse de, kimse sesini yükseltmese de bizim böylesi sorunlarımız var ve bu sorunların çoğunun kaynağı da kendi toplumumuzdur. Bunları tartışmazsak, tespitlerde bulunan ve çözümcü bireylere yüzümüzü çevirmezsek toplumumuzun çözülmesi ve çürümesi, şuursuzlaşması, benliksizleşmesi, kimliksizleşmesi, toprak aidiyetini yitirmesi, topraklarımızı terk ederken husursuzluk hissedilmemesi artarak devam edecektir.
Ekonomik gelir açısından bölgenin orta ve üst sıralarında yer alan eğitimli çoğu bireyse sivil ya da siyasi yollardan bölge sorunlarına karşı harekete geçmemektedir. Aksine, sivil ya da siyasi yollar, yöntemler çoğunlukla çıkar için kullanılmaktadır. Kötü bir kopyası da olsa, Diyarbakır’da ‘yerel’ bir Cihangir, Çukurambar ya da Ümitköy atmosferi oluşturmuş, o bölgelere ve mekanlara kapanarak toplumuna yabancı, umursamaz yaşayan bazı bireylerin bu yaşantısı devam ederse daha büyük sorunlara yakalanacağız. Ailesinin Ankara, İstanbul ya da İzmir’de yaşayabileceği koşulları çok önceden hazırlamış, eğitimli çocuklarını bölgeden uzak tutmuş bu bireyler zamanı geldiğinde bölgemizi terk etmektedir. Üç kişilik sohbetimizde arkadaşımızın dediği gibi: “Diyarbakır’ın çok varlıklı aileleri sadece Ankara’ya taşınır!” Elbette, kim ve hangi eski vekil nerede yaşamak isterse orada yaşasın; kimsenin buna itirazı, sözü olamaz. Diyarbakır’dan Ankara’ya, İstanbul’a, Berlin’e taşınmakla, Edirneli birinin Ankara’ya, Berlin’e taşınması arasında fark vardır.
Bölgeden temelli gidenlerin yüreğinin ve aklının bölgede olduğunu biliyoruz; çocuklarının asimile oluşunu, başkalaştığını da çaresizlikle izlediklerini görüyoruz. Ancak bunu durdurmaya çalışmadıklarını da biliyoruz. Sadece, bunları düşünmek, tartışmak, beklenti içinde olmak, hayıflanmak ve pasifleşmek yerine; bölgede yaşamak isteyenler artık aklını başına toplamalı, yüzünü kendi toplumuna çevirmeli, enerjisini ve birikimini bölgesine vermeli; bölge odaklı ancak evrensel bir perspektifle kendi içine açıklıkla dönmelidir. Bölge hızla değişen dünyaya yakınlaşmaya çalışmazsa uçurumu kapatmak gittikçe zorlaşacaktır. Ne zaman harekete geçilirse, o an inşa başlar.
Bölgenin yapısal ve yaşamsal sorunlarına karşı gücü ve kapasitesi olduğu halde itiraz etmeyenler, direnç göstermeyenler bunlardan beslenenlerdir. Bu tür bir gidişattan çıkarı olanlar buna son vermezler. Bireyselleşmemiş bencil kişiler her şeyi araçsallaştırır.
Bölgemizi terk etmemeye yeminli bireylerimiz arasında bölgemizdeki çarpık, çelişkilerle dolu, yıpratıcı, ayrımcı, kırıcı, itici, barındırmayıcı, tedirginleştirici ve öğütücü gidişattan rahatsız olanlar varsa yaşam yeniden ve yapıcı, kapsayıcı, ılımlı biçimde inşa edilebilir. İyi insanlarımız; kendi keyfiliğini ve bildiğini dayatanlara, gücünü ve varsıllığını bölge toplumunu ve bireylerini yıldırmak için kullananlara, bölgenin her değerini ve birikimini sömürenlere, kolay ve hazır paracılığa, geriliğe, zorbalığa, gasplara, parsa toplamaya, çaresizleşmeye geçit vermeyebilir.
Bölge toplumunda ‘Böyle yaşamak istemiyorum artık!’ diyenlerin ve alışılagelene karşı bireysel ve kendisi gibi düşünenlerle birlikte neler yapabileceğinin derdine düşenlerin sayısı artıncaya dek Giresun-bölge arasındaki mekik yavaşlamayacak; daha da hızlanacak. Sayımız artınca, yani mekik yavaşladıkça ve bakımı yapılmadıkça biz hızlanacağız, güçleneceğiz.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.