Teona Strugar Mitevska ve Elma Tataragic isimli iki kadın ‘Gospod postoi, imeto i’ e Petrunija’ ya da ‘God Exists, Her name is Petrunya’ ya da ‘Tanrı vardır, adı Petrunya’dır’ adını verdikleri bir senaryo yazdı ve yazarlardan biri olan yönetmen Elma Tataragic de filmi beyaz perdeye taşıdı. Türkiye’de gösterime hazırlayanlar filmin orijinal adında yer alan ilk birkaç kelimeyi muhtemelen dalgınlıkla unutunca ya da çeviri hatası yapınca ya da lüzumsuz görünce film şu isimle gösterime girdi: ‘Onun adı Petrunya.’
Filmi yönetmeni değil, senaristlerini anarak tartışmak gerekiyor. 2014 yılında yaşanmış bir olaya dayanan ve Berlin Film Festivali’nde ‘Ekümenik Jüri Ödülü’ ile ‘Sinemacılar Ödülü’ alan filmde, şişman ve işsiz olan ana karakteri yani Petrunya’yı Zorica Nusheva canlandırıyor. Tarihçi olan Petrunya kendisine yöneltilen ‘Tarihçi olarak (bir Makedon olan) büyük İskender’e mi odaklandın?’ sorusuna şöyle yanıt veriyor: “Hayır, Çin Devrimi’ne odaklandım; çünkü daha çok komünist ekonomilerin demokrasiye entegrasyonuyla ilgileniyorum.”
Senaristler didaktik, hesaplaşmacı ya da öfkeli değil. Dahası, içinde ayrımcılık barındıran ve biçimsel dönüşümlerle devam eden geleneğe, kapitalizme, seksisizme, bilinçaltına, süregidene öfkeli değiller. Senaristler kendi bakışlarını ortaya koyma gayretindeler.
Filmde gösterilen ataerkilliğin gücü kuvveti ve destekçi oranı yerinde, ancak hakimiyeti haklılık ve değerler karşısında yalpalıyor. Bu etkileyici film, devletin karakolunda resmi emirle kıstırılmış bir kadının devlet, ruhban yapı ve toplumdan oluşmuş güçlü ortak sisteme tek başına direnişini anlatıyor. Tek başınalık derken Lilith, Havva, Adelina Virginia Woolf, Emmeline Pankhurst, Maud Watts, Emma Goldman, Leyla Qasim ve Koçgirili Zarife’nin de dahil olduğu tarihsel duruşun tekliği, kararlı bilinci, duygusu ve uzlaşmazlığıdır kastedilen.
Mitevska ve Tataragic bu yapıtla evrimsel bir dönüşüm sürecini işaret ediyor. Senaristler bu filmde bir meseleyi tartışmıyor; oldukça yavaş da olsa bir evrimsel sürecin devrime evrilme halini devrimcilerinin bilinç düzeyi seyrinden gelişen bir durumla, olanakları da dikkate alarak tespitliyor.
Filmde sembolize edilen haç etrafında devlet, kilise ve toplum sıkı sıkı kenetleniyor. Petrunya haçı eline aldığı andan, elini ‘serbest bıraktığı’ yani özgürleştiği ana dek sürekli duruş sergiliyor. Başlangıçta duruş bilinçsizce (belki de bir inat ya da şımarıklık hali gibi) sergilenir gibi olsa da, öylesi bir duruşun arka planının tarih boyunca örüldüğü ve yeni yapının henüz henüz belirginleşmeye başladığı Pertunya’nın duruşa sahip çıkışından anlaşılıyor.
Filmin devletle, toplumla, dini gelenek ve sistemiyle bir derdi, eleştirisi, çatışması, savaşı yok; film, kendi özgün ve orijinal hikayesine devam etmenin derdinde. Filmle Petrunya şunu diyor: “Beni kendiliğindenliğimle rahat bırakmak zorundasınız.” Filmin sonlarına doğru artık Petrunya’nın haça ihtiyacı da yok, haça rahibin ve (erkek) cemaatin ihtiyacı var. Bireyleşen Petrunya’nın güce ya da toplumun desteğine de ihtiyacı yok.
Film din, devlet ve toplumla başlangıçta çatışıyor ve çatışma şiddetlenecek izlenimini verse de; tarihsel bilinç akışının, düşünün, refleksinin hızla Petrunya’nın zihnine üşüşmesi ile yine hızla somut bir nehrin yansımalarını işaret ediyor; henüz kendisi yok ama sesiyle, hissiyle varlığını gösteriyor. Eskiyi ya da daha doğrusu şimdide olanları incitmeden, yıkmadan, yok etmeden yani onu kendi haline bırakarak kendine yeni bir yer ve yol açıyor. Daha doğrusu, yeni o kadar haklı, istekli, bilinçli, duygulu, kararlı ve dipdiri ki;
eski, çaresizce kenara çekilmek zorunda kalıyor. Bu çaresizliği hissedenler tarihte başka yapı ya da toplumları çaresiz bırakarak serpilmişti. Evrim devam edecek.
Film, yeni bir bilinci örerken/örülmüşü devam ettirirken bunun karşısında duranın sadece din, erkek ya da devletin değil, kadının da olduğunu ortaya koyuyor. Ortaya koyuşlar sadece mevcut yapılar üzerinden değil, bilinçaltı sorgulamaları üzerinden de yapılıyor. ‘Kızı ya da kızları olan anne hali’ ve anneden anneye aktarılan ve arkaik olan bu yaralayıcı, yıkıcı devrediş kendine has bir tutum olarak o karşı duruşta doğal yerini alıyor. Senaristler ‘anne haline/tutumuna’ yer verirken kızgınlık taşımıyor. Bilincin, bilince vurmanın, bilinçte aşmanın sakinliği sergileniyor.
Senaristlere göre artık Tanrı Petrunya’dır. Bu kimine göre ütopya ya da kimine göre distopya kadar nesnel, engellenemeyen, önlenemeyen bir bakış olarak yansıtılıyor. Tanrı’nın Petrunya yani kadın hali meseleyi yalınca tartışabilmek için yerinde bir cinsiyettir ancak bu tamamen önemsizdir ve sonuçta önemli olan ‘birey’dir! Bireylerin ilişkisi eşitlerin ilişkisidir. Bireyin cinsiyeti olmaz. Yeni yaşam Petrunya ve karşısındakinin Petrunya olduğunun ‘farkında’ olan ve Petrunya’nın elini tutan kişi ile yeşermeye devam edecektir. Bu ikisi yaşayanların, var olanların sadece görünür kılınanlarıdır, yani yaşamış ve yaşayan ve yaşayacak diğerlerinden sadece birileridir.
‘Bir kalabalığın fikri olmaz.’
Film, belirgin ve sabit çizgisinden ayrılmayan bir kasabanın olayı izlenimi veriyor sanılabilir, gerçekten de öyle bir başlangıç yapıyor gibi görünse de (örneğin, düz çizgi ve Petrunya’nın arkadaşından özür dilediği sekanslar) olaylar öyle ilerlemiyor. Karakol çalışanları, rahip, kameraman, butik çalışanı, patron, işçiler, özellikle karakol kapısında bekleyenler-in sayısı ve sembolize ettikleri-; her biri farklı temsiliyette. Sadece kişilerle değil, söz ve tutumlarla da güçlü, tutarlı ve açık temsiliyetler belirlenmeye çalışılmış ve bu yerli yerindelikle kotarılmış. Değiniler sıradan, basit, gündelik, genel-geçer gibi görünse de bu açıdan bakıldığında film izleyicinin meseleye ilgisi ölçüsünde yorucu olabilir.
Filmde muhabir kadının Petrunya ile gelişeni fark edememesi ama ‘ciddi bir şey oluyor’ diyerek oradan ayrılamamasının hoşluğu, başlangıçta yer verilen manken halleri, kameranın yüzlerde gezinme halleri, haça dokunuşlardaki ciddiyet, kameranın kendisinin özneleşmesi, Petrunya’ya iki erkeğin dokunuşları arasındaki farklılık ve Petrunya’ya etkisi, Petrunya ve diğer oyuncuların seyircinin yüzüne bakma halleri filmin meselesinin senaristlerce etraflıca, sağduyuyla ve soğukkanlı bir bütüncüllemeyle ortaya konmaya çalışıldığını düşündürüyor. Hele de en son kendine güvenişin tarihsel birikiminin güvencesindeki duruşta somutlaşmış hal olan Petrunya’nın gülümsemesi ve gülümserken özellikle bize bakmaması, özgür bir ‘bireyin’ kendi ‘doğasına doğuşunun’ manifestosu olarak okunabilir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.