Gare operasyonunun ardından hükümet ve muhalefet HDP’yi vekilen meclisten ve kurum olarak da Türk siyasi hayatından çıkarmak istemiş olabilir. Diğer siyasi partilerin açıklamalarından da HDP’nin istenmediği anlaşılmaktadır. Vekilliklerin düşürülmesi, HDP’nin kapatılmasının tartışılması Kürdlere karşı ya da Kürd karşıtlığı yüzünden değildir. CHP’nin resme uzaktan bakması ve belki de HDP oylarına gereksinimi yüzünden, hükümetin HDPyi kapatmaya dair işbirliği daveti CHP’de karşılık bulmamış görünüyor. Muhtemelen hükümetin ikinci denemesi HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması oylamasında CHP’yi ortak tavra zorlama amaçlı olabilir.
Vekillerden Leyla Zana’nın “Silah Kürtlerin sigortasıdır.” cümlesi, Figen Yüksekdağ’ın “Biz sırtımızı YPJ’ye, YPG\'ye, PYD\'ye yaslıyoruz.” cümlesi, Abdullah Zeydan’ın “PKK sizi tükürüğüyle boğar tükürüğüyle...” cümlesi ya da Selahattin Demirtaş’ın \"Başkan Apo\'nun heykelini dikeceğiz, heykelini…\" cümlesi neyse, Kemal Bülbül’ün “Biz Kemal Pir’iz.” cümlesi odur ve her bir cümle HDP’nin ya sivil siyaseti bilmediğini yansıtmaktadır ya da bilinçli yani kötücül bir tarzdır. Diğer taraftan kimi Kürdün bu cümleleri doğal, masum bir misilleme ya da savunma sanması da sivil siyaseti bilmediği anlamına gelir. Bu bilmeme hali bölgeyi ve bölgesinde yaşasın, yaşamasın her bir Kürdü 40 yıl boyunca vahşete açık hale getirdi ve sonuçta kaybettirdi. 6-8 Ekim ve hendeklere değinmiyorum bile.
Ankara’dan önce asıl bölge HDP’yi ve ona yanaşan yapıları tartışmalı.
İnşaî yapılar gücünü sivil toplumdan alır ve toplumunu yerinde tutarak refahını artırırken; operasyonel yapılar kolektif sorunları istismar eder, sivil alanı paramparça eder; göç ettirmenin, toplumu zayıflatmanın, mağduriyeti büyütmenin yollarını arar, çözümü değil çözümsüzlüğü derinleştirir. PKK güçlendikçe Kürdler bu nedenle zarar gördü; PKK büyüdükçe Kürdler bu nedenle daha da acizleşti, parçalandı. Bu acziyet kılıcı, yeni anayasa ya da reform tartışmalarında bölgenin en ufak bir talebinin bile olmamasını bölgeye kanıksatmıştır. Silahlı ya da silahsız şiddetin; vesayetçi ve iradesiz siyasetin Kürdlere maliyeti ağır oldu.
Demokrasi güçlerinin çatı örgütü olan HDP, “bölgesinde yaşamayan KürTlerin” hayatına, dil ve kültürel ihtiyaçlarına ve duygularına hitap eden bir yapıdır. HDP, “bölgesinde yaşayan KürDlere” ve taleplerine ise hitap edemez. Bu bağlamda PKK de “Kürtlere ‘de’ özgürlük isteyen bir harekettir .
1979’da Siverek’te PKK, “feodalizme karşı” bir aşiretle çatıştı (tıpkı Dersim 38’in resmi gerekçesi gibi ya da katliamlar için “doğuda feodalizm tasfiye ediliyor” diyen TKP gibi). Aslolanın toplumunu, canı korumak, savunmak ve toprağında tutmak olduğunun farkına bile varmamış birkaç “devrimci” örgüt de ilerici sandıkları PKK’nin safında yer almış, kimisi de PKK’den ayrı dursa bile aynı hedefe yönelmiş. Sayılar kesin olmamakla birlikte, bir yıl içinde Siverek’in nüfusu 68 binden 30 bine (20 bine de deniliyor) düşerken yaklaşık 600 insan ölmüş ve yaklaşık 1000 insan da yaralanmış. Siverek Olayları darbe ile sona ermiş. O günlerde diğer birkaç örgüt PKK’nin yanındaymış gibi değil de olmaları gereken yerde (yani saldırılan aşiretin yanında) olsalardı ya da en azından PKK’yi yalnızlaştırmış olsalardı bugün başka bir bilinç düzeyinde ve düzlemde olabilirdik. PKK’nin ilk ciddi provası niteliğindeki o çatışmalara yani o suça sessiz kalan örgüt, birey ve aşiretler de bu tartışmaya dahildir.
Siverek olaylarında, sonrasında ve günümüzde yaşananlarda bu operasyonel anlayışla kurulan ilişkiler ve ona yönelik tutumlar oldukça etkilidir. En son 6-8 Ekim ve hendek trajedisinin, ilkelliğinin ardından bu anlayış, bu tarz yalnızlaştırılsaydı bugün de başka bir düzlemde olabilirdik.
Bölge toplumu kentlerini çatışmalara, dış göçe, ekonomik çöküntüye ve değerlerin çürümesine karşı koruyamayan, irade sergileyemeyenlere, saldırıya açık hale getirenlere bunun yani yaşanan acıların ve kayıpların bir karşılığının olduğunu birer seçmen olarak sandıkta gösterebilmelidir.
Ankara’da istenmeyen HDP ile bölgeyi yıkanların, yıktıranların kaderi bir kez daha bölgesel rasyonelliğin elindedir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.