Şu sıra, CHP bölgemize giriş yapmaktadır. Sırada yeni kurulacak partiler de var. İçişleri Bakanlığı’nın kanıtsız, hukuksuz kayyım ataması kararını sadece CHP en verimli biçimde değerlendirmektedir. Kanıt sunulması HDP’yi mi bağlar, yoksa belediye yönetimini mi, yoksa bir ya da birkaç kişiyi mi? Kayyım atamaları için somut kanıt sunmak son adımı atmayı da gerektirir ki, bu da süreç yönetimi açısından istenmediği anlamına gelir. Üstelik, Bakanlık kanıt sunsa CHP daha çok sempati toplayacaktır. Cumhur ittifakına rağmen, bölgede CHP’nin de aktör olmasını sağlayıcı yeni bir oyun kuruluyor, yeni bir denge zorla sağlanıyor. İçişleri bakanlığı bu saatten sonra kanıt ortaya koysa da koymasa da, HDP kapatılsa da kapatılmasa da, HDP’li vekillerin dokunulmazlığı kaldırılsa da kaldırılmasa da, HDP’li diğer belediyelere de kayyım atansa da atanmasa da CHP bölgeye giriş yapmıştır. CHP tarihi açısından bu ilginç bir giriş ve deneyimdir. Bu başarılı girişin ne AKP önüne geçebilmektedir, ne de HDP’ye oy verenler, ne de ‘demokrasi güçlerini’ ayakta alkışlayanlar böyle bir başarının ne anlama geldiğinin farkındadır. İki kutuplu siyasi yapıya evrilen Türkiye’de, miraslarıyla barışık HDP’li yöneticiler, yine geçmişiyle barışık CHP’nin kılavuzluğunda ve hamiliğinde ‘demokrasi mücadelesine ve kültürüne’ katkıda bulunmaya isteklidir.
Böyle bir süreçte tarafımızın temsilcisi ya da temsilcileri bir yolunu bulup oyuna dahil olabiliyor mu? Oyun içinde (engellenemeyen) bir oyun kurulurken oyuna dahil olunabiliyor mu? 1984’te PKK o koşullarda nasıl oyuna dahil edildi? CHP şu günlerde oyuna nasıl dahil ediliyor? Peki, oyunda asıl olması gerekenlerin neden kıvrak bir planı yok? Taraf zayıfsa temsiliyet de cılızdır. Çünkü ortak duygu ve düşünceye sahip bireyler bir arada değil.
(Bağlar’da panzer çarpan 6 yaşındaki Efe Tektekin öldü, tıpkı yıllar önce panzer çarpıp ölen dedesi gibi. Kulp’ta 7 kişi mayın patlamasıyla öldü! 2016’da 56 bin 604, 2017’de 48 bin 983 kişi Diyarbakır’dan göç etti...)
Toprağıyla, geçmişiyle, değerleriyle, bugünüyle, geleceğiyle odağına toplumumuzu alan bireylerimiz; odağına toplumumuzu almayan bireylerimizden ayrışmak zorundadır. Sorunlarımızı sıradanlaştıran, ikincilleştiren, erteleyen, demokrasi talebinin içinde boğan, araçsallaştıran, silikleştirenlerden ayrışmalıyız. Evet, elverişli durumlar, fırsatlar asla tükenmeyecek ancak, ayrışma gerçekleşmediği sürece sadece seyirci kalınacak.
Yan yana gibi göründüğümüz, aynı söyleme sahip olduğumuzu sandığımız kişi, grup ve partiler seçime yakın bir zamanda ya da kritik dönemlerde birden bire hem söylem, hem de tutum olarak değişmeye başlıyorlar; birden bire onları tanıyamıyorsunuz, onlardan işittiklerinize inanamıyorsunuz. Bu epeydir sadece seçim dönemiyle sınırlı kalmıyor. Seçim dışında da gelişen olaylarda birden bire beklenmedik yazı, söylem ve tutum sergileniyor. Üstelik, o yazı, söylem ve tutumların bizimle bir ilgisi olmadığı gibi, bizler öyle yazı, söylem ve tutumlara açıktan karşıyız. Bu değişim bizim alanımızı terk ederek sergilenmiyor, sanki bizim alanımızdan yapılıyormuş gibi yansıtılıyor. Böylece tarafımız güvenilmez, belirsiz oluyor. O koşullarda bile düşüncelerimizi ifade ettiğimizde sesimizin kısık olmasına yol açıyor.
Seçim sürecinde bir aday ‘seçilmek’ için çalışma yaparken, diğer ilde ‘rakip’ partilerden birine destek açıklaması yapanlardan bizler uzak durmalıyız. Bu çarpıklığa karşı o partilerin içlerinden sesini yükseltmeyenlerden de uzak durmalıyız. Seçim öncesinde tavrını belirten bir partinin kimi üyelerinin ‘rakip’ partilerden birini destekleyici görüş bildirmesine, yazılar yazmasına, açıktan propaganda yapmasına karşı bir şey yapmayan partilerden de uzak durmalıyız. Parti ve gruplarında yaşanan çarpıklığa sesini çıkarmayan yönetici ve üyelerden de uzak durmalıyız. Sürecin ulusal ya da toplumsal fayda için değil, kişisel çıkarlar için yönetildiğini görüp de sessiz kalanlardan, ayrışmayanlardan da ayrışmalıyız.
Uzak durmak ilişkiyi koparmak anlamına gelmemeli. Uzak durmak, artık aynı tarafta olmadığımızı, aynı temsiliyeti ortaklaşmadığımızı belirtmekle sağlanır. Bölgemizde üç hat vardır. İkisi zaten bilinir. Bizlerse tam merkezdeki ‘kök hattı’ temsil ediyoruz ve bizim hattımızla diğer iki hat arasında gidip gelenlerden dördüncü bir hat çıkması mümkün değildir.
Değişen ya da birikimiyle, geçmişiyle çelişen yazı, söylem ve tutumundan dolayı kimseye sitem bile etme hakkına da sahip değiliz. Kimsenin, grubun ya da partinin tercihi, yönelişi bir başkasını ilgilendirmez. Kendine gelmesi gerekenler, kendini kullandırtmaması gerekenler; kendilerinin asıl taraf olduğunu, temsilci olduğunu iddia eden birey, grup ve partilerdir. Bu inançta samimi ve kararlı kişi, grup ve partiler, kendilerinin yanındaymış gibi görünen diğerlerinden uzak durmayı, kendilerinden uzak tutmayı sağlamak zorundadır. “Ayrışalım” demekle ifade edilmek istenen budur!
Ayrışmak küsmek, dışlamak, düşmanlaşmak anlamına gelmemektedir. Farklı düşünmekteyiz ve farklı davranmak istemekteyiz, bu nedenle de bizim gibi düşünmeyenlerden, davranmayanlardan ayrışmak istemekteyiz. Onlarla aynı denize akan nehirler değiliz; bizler, akan nehirlerimizle kendi denizimizi var etmek isteyenleriz; denizimizi şimdilik var edemesek de başka denizleri beslemeyiz.
Bizler, parti ya da gruplarını kendi kişisel ve grupsal çıkarları için yönlendirenlerle aynı tarafta değiliz. Bizi bizim tarafımızda olduklarını, göründüklerini sergilemek, belgelemek için kullanıyorlar. Bu psikolojiyle devam edersek, isteyen aramıza girip bir süre sonra da ittifak, destek vs adlar altında işlerine bakmaya devam edecek. Aynı tarafta görünenler bir araya gelip başlangıç yapmamak için elinden geleni yapıyor; ardından da gidip diğer tarafın hatlarından herhangi biriyle her koşulda ilişki kuruyorlar. Sorunlu yapılarla ‘ittifak, destek’ diye çırpınan kişi, grup ya da partilerin, buna yanaşmadığımız için bizleri suçlayanların bir daha bizim tarafa uğramamaları gerekiyor. Halbuki, biz onlarla aynı tarafta değiliz, onlar bizim tarafımızı, temsiliyetimizi istismar ediyorlar ve yanımızda görünerek kendilerine çıkar sağlıyorlar. Buna bir son vermeli, asıl yakın oldukları alanlarda, hatlarda bulunmalarını teşvik etmeliyiz. Alanımızı sadece kendi söylem ve tutumumuzda kararlı bireylerin sığınağı, fikir üretilen bölgesi haline getirmeliyiz.
Bu ayrışma, web sitelerimiz için de geçerlidir. Bazı siteler hangi tarafta olduklarının kararını verebilir. Bazı sitelerimizde yayınlanan yazılar pekala diğer hatların gazetelerinde, web sitelerinde de yer bulabilir. Peki, diğer hatların gazeteleri ve web sitelerinde bizim yazılarımıza yer verilir mi? Yayında, söylemde, tutumda geleceğin inşasına başlamak için ayrışmak gerekiyor.
Artık tutarsızların, çıkar için yaklaşanların, fikir aşıranların, kendi geçmişini bile kendi kişisel çıkarı için kullananların, hep böyle yaşamışların içimizde tutunmasına, bizi basamak olarak kullanmalarına izin vermememiz gerekiyor. Bizi, haklılığımızı istismar edenlerle ayrışmamız gerekiyor. Enerjimizi, samimiyetimizi, fikirlerimizi kullanmalarına izin vermememiz gerekiyor. Üstelik destekleri, ittifakları bitince ya da pazarlıkta anlaşamayınca yine bizim aramıza dönüyorlar ve hiçbir şey olmamış gibi devam edebiliyorlar. Sonuçta hareket edememiş, daha yılgın bizler oluyoruz. Bu şekilde yaşayanlarda, bunu alışkanlık haline getirmişlerde sorun yok çünkü zaten açık yaşıyorlar; sorun, bizi yeşertmeyen bu çevrelere hala göz yuman, görmezlikten gelen bizlerdedir. Bizde erozyona yol açan bu yaşantıya bir son vermek yani “ayrışmak” gerekiyor.
Eğer ayrışırsak, bizden çekinmeyi ve bizim tarafımızla da ilişki kurmayı öğrenebilirler. Böylece, bizim tarafımızdaymış gibi görünmek isteyenlerin açıklamaları, ittifakları, destekleri yüzünden hayal kırıklığı da yaşamamış olunur?
Türklük Sözleşmesinin bir alt-sözleşmesi olarak düşündüğüm ve ileriki zamanda içeriklendireceğim “Apoculuk Sözleşmesi” kavramı ayrışmak istenilen çevreleri de kapsamaktadır. Bana göre, sözleşmelerin dışında kalabilmiş bireyler yeni, güvenli, şiddeti dışlayan, suça ve suçluya karşı dikkatli, illegaliteyi ve tekçiliği reddeden, yaşam hakkını koruyan bir anlayış ancak önlenemeyen bir dalga yaratabilir. Bu nedenle, ayrışalım demekle sözleşmelerin etkisi altına girmemiş ya da o etkiden tamamen kurtulabilmiş, o yapılardan beklentiyi kendine zul sayan bireylerin ayrışmasını kast ediyorum.
Doğru yer, doğru zaman diye bir şey yoktur! Aslolan, doğru insanların bir araya gelmesidir. Gelişmeleri, süreci objektif değerlendirebilen ve tekrar tekrar denemeye hazır olanlara ‘doğru insan’ diyoruz ve o doğru insanlar bir araya gelirse döneme en uygun, rasyonel çalışmalar yapabilirler. Bu çalışma çok basit de olabilir, karmaşık da; önemli olan koşulların gerektirdiğinin en iyisini, en uygununu yerine getirebilmeleridir.
Ayrışmak, sorunlarımıza odaklanmamızı sağlayacak ve güçsüz, ilgisiz, toplumdan kopuk gibi göründüğümüz yanılsamasının önüne geçecek. Ayrışmak prensipli yaşamı, güveni, umudu hakim kılacaktır. Bu yanlış gidişe ortak, aracı olmak istemeyenlerin ayrışması kümeleşmeleri, gruplaşmaları getirecek.
Ayrışmak, oyun içinde oyun kurmayı denememizi sağlayacak.
Ayrışmak, ulusal utanç diye bir duygunun da var olduğunu öğretecek.
Ayrışalım...
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.