Fethullah Gülen iktidarı paylaşmayı, iktidara yardımcı olmayı istemiyor, o iktidarın kendisini istiyor. Önce devlet kademelerinde yer alarak denedikleri sivil darbe başarısız oldu ve bunun ardından gelen askeri darbe girişiminin akıbetini hepimiz izliyoruz. Başarısızlık, ‘paralel örgütlenme’ anlayışının ve pratiğinin doğasından kaynaklı yanlışlığındadır.
Darbe girişimcileri parlamento binasını bombaladılar ve sivilleri katlettiler. Darbecilerin cenaze namazlarının dahi kılınmayacağını ilan edildi ve bu, sadece darbecilerin değil tüm Fethullahçıların Diyanet tarafından dinden çıkarıldıklarını düşündürtüyor.
Dr. Arzu Yılmaz’a göre “Devlet bu darbe girişimiyle kalp krizine girdi. Krizi atlatabilecek mi, henüz belli değil! Atlatabilirse hangi organları çalışamaz hale gelecek belli değil!” Devlet böylesi bir komadayken zorla ama dikkatle hareket ettirilmeye çalışılıyor.
Kendini egemen kılmayı isteyen ve kendinden olandan başkasına yaşam hakkı tanımayan bu örgütün bundan sonra nasıl hareket edeceği ise ortada duran bir soru. Gülenciler inzivaya çekilmek için koloni halinde Yeni Zelanda’ya iltica etmeyi deneyecek bir örgüt olmadığına göre, ya biat edecekler ya da daha farklı felaket senaryoları kafalarında dönmeye başlayacak. Bu örgüte bağlı olanların nüfusun %10 ila 20’sini oluşturduğu düşünülüyor.
Darbe gerçekleşseydi ve kendi dönemleri başlasaydı, örgütün tüm birimleri her görevi canla başla kabul etmez miydi? Darbe gerçekleşseydi bakanlık, üniversite, basın, muhtarlıklar vs tüm birimlerin yöneticileri ve çalışanları Fethullahçıların askeriye dışında kalan elemanlarının arasından sağlanacaktı. Şimdilerde asker dışındaki resmi kurumlara ve resmi kurumlar dışındaki siyasi, sosyal, ekonomik vs tüm kuruluşlara da yapılan operasyonun amacı budur. Bu örgütü tüm bileşenleriyle deşifre, yaşamın her alanından tasfiye etme! Pişmanlıkların işitileceği, biat etmenin umursanacağı günler başlamadı.
Fethullahçılar devlette sınırsız yetkiler aldığı dönemde kendileri dışında kimseye izin vermedi. O süreçteki rahatlıklarına, umursamazlıklarına ve acımasızlıklarına bakarak; eğer darbe başarılı olsaydı, milliyeti, dini, mezhebi ne olursa olsun kendileri dışında kalan kesimlerin başına felaketler getireceklerini tahmin etmek güç değildir.
Hasan Sabbah’ın elemanlarına “haşhaşi” denir ve İngilizcede “suikastçi” anlamına gelen “assassin” kelimesinin kaynağını oluşturur. Çocukluğundan beri hücre evlerinde sıkı bir süreçten geçirilmiş, iyi eğitimli, mesleğinde profesyonel, iş disiplinine sahip, ketum, kendine güvenen, dünya görmüş, rasyonel, sohbet edilebilir, kararlı ve korkusuz, önderliğine tartışmasız biat etmiş, militan ruhlu bireylerden oluşan örgütsel bir yapı.
1971’den beri gizlemeksizin iktidar hedefine odaklanmış Fethullahçılar özellikle 1990\'lardan sonra bölgemizde de yerel hiçbir dirençle karşılaşmadan ve hatta kolaylıkla, açıktan örgütlendiler. Gülen belki başlangıcında fakir ama zeki çocukları örgütüne alıyordu ancak bu çok kısa sürdü ve sonra yoksul kesimin yüzüne bir daha bakmadılar.
Gelecek vaad eden Fethullahçılar orta ve üst kesimlerimizin çocukları için hızla cazibe merkezi olmaya başladı. Ancak, diğer cemaatlerle karşılaştırılacak olursa; bu organik yapı dinsel eğitimlerinde bile siyasi iktidarı hedeflediğini asla gizlemedi, tüm üyelerini politikleştirdi, militanlaştırdı ve hedefe odakladı.
\'Çocuklarını İslami yaşam tarzının dışında görmek istemeyenler\' de eğitim süreçleri boyunca çocuklarını bu cemaate de teslim etti. Etkili bir diğer önemli neden ise; \'çocuklarının şiddetten etkilenmesini istemeyen\' ailelerin varlığı ve ayrıca bazı ailelerin de \'çocuklarının şiddet uygulayanlarla temasını engelleme\' isteği de bu cemaatin içimizde genişlemesine neden oldu. Yani Kürdler farklı bilinçlerle de olsa, bu suça karıştılar ya da sürece seslerini çıkarmadılar.
Fethullahçılar etnik olarak homojen bir grup değil. Bu grubun içinde sayısını bilmediğimiz bir Kürd gövdesi var. Şiddetle var olan, şiddetle güçlenen ve Kürdleri pervasızca ölüme gönderen tüm silahlı radikal örgütlerde yer alan (ve dahası, o örgütlerin emriyle öldürtülen) insanlarımızın sayısını bilmediğimiz gibi, Fethullahçıların içinde yer alan insanlarımızın da sayısını bilmiyoruz.
Fethullaçılaşan Kürd aileler çocuklarının ders notlarının düzelmesinden, merkezi sınavlarda başarılı olmaya başlamalarından, okulu bitirir bitirmez iş buluşlarından, askeriye hariç emniyet, yargı ve üniversitelerde kolayca işe girmeleri ve yükselmelerinden, esnaf örgütlenmesinden, cemaat içi evlilikten de mi bir şeylerin ters gittiğini anlamadılar?
Evliliklerin bile örgüt içinden ve katalog seçimleri üzerinden yapıldığına dair konuşmalara şahit oluyorduk. Davul dengi dengine çalar hesabı, sınıfsal katmanlara göre “eş adayı” katalogları hazırlanıyordu. Çocuklarının örgüt içi emirle kararlaştırılan evliliklerine anne babalar neden itiraz etmiyordu? Kendilerine danışılmamasında da mı bir sorun yoktu? Elbette herkes her şeyin farkındaydı. Kısacası ailesiyle, çocuğuyla muazzam bir örgütselleşme süreci yaşandı.
Ermeni katliamının planlayıcısı nasıl Kürdler değilse ve bu katliamdan doğrudan sorumlu tutulamazsa, yine içinde yer alsalar bile Fethullah’ın kalkışmasından da Kürdler sorumlu tutulamayacaktır. Fethullahçılar kanalıyla olsun olmasın, Kürdler sadece askeriye içinde yer alamıyor, ancak diğer tüm kurumlarda yer alabiliyorlar.
Ancak ortada bir gerçek var; kimi Kürdler bu tür tarihsel suç durumlarında geri durmayı, alet olmamayı, kanlı pastadan pay almamaya çalışmayı başaramıyor. Toprağına, tarihine, kültürüne, toplumuna olan aidiyet duygusunun zayıflığı mı bu tür savrulmalara yol açıyor?
Bu örgüte katılmış Kürdler ne kadar suçluysa; bu örgütün içimize girişine, insanlarımızı almasına sesini çıkarmamış her Kürd de o kadar hatta daha fazla suçludur. Hiçbir Kürd kendini bu sürecin dışında tutma, süreci uzaktan izliyormuş gibi bir tutum takınma çabasına girmesin. Mesele, ‘Her koyun kendi bacağından asılır!\' sözüne sığınamayacağımız kadar büyüktür. Sonuçta, bu son sürecin yıkıcılığı sadece suça bulaşanlarımızı değil, toplumumuzun tümünü etkileyecek. Hepimiz bu sürecin ve sonuçlarının sorumlusuyuz.
Coğrafyamız kökenli ve coğrafyamızda yaşasın ya da yaşamasın, milliyeti ve dini ne olursa olsun Fethullahçılarla birlikte davranan her bireyimizi kınıyorum. Örgüte katılmasa da çıkarları gereği bu örgüte karşı sessiz kalanları kınıyorum. Fethullahçıların içindeki Kürd varlığını, rolünü ve nedenlerini tartışmak aklına gelmeyen, aklına geldiyse bile sessiz kalan, darbe girişiminden sonra toplumumuzun ve dünyanın dikkatini bu iştirake çekmeyen, kendimizle ve toplumumuzla yüzleşme şansımızı yine heba etmekte olan siyasi partilerimizi, sendikaları, STK’larımızı, psikologlarımızı, sosyologlarımızı, siyaset bilimcilerimizi vs kınıyorum.
İnsanlarımız birer birer, onar onar, yüzer yüzer, biner biner katledilirken/katlettirilirken sessiz kalmak, kalabilmek! Her şiddet uygulayan örgütün rahatça içimizde yaşayabilmesine ve kendi insanlarımızın bize karşı durur hale getirilmesine sessiz kalmak, kalabilmek! Bu dünyada bunlara izin veren kaç toplum kaldı?
Bölgemizde ve diğer ülkelerdeki \'iç dinamiklerimizin\' bu ve benzeri süreçlerde tehlikelere karşı toplumumuzu uyarmakta, önlemekte, korumakta yetersiz kalması ciddi bir sorundur. Bu sorun ortadan kalkmadıkça insanlarımız ve toplumumuz zarar görmeye ve dejenere olmaya devam edecektir.
Bu örgüte katılan Kürdleri biz de deşifre etmeliyiz, açıkça kınamalıyız. Çocuklarımızı, gençlerimizi bu tür tehlikelere karşı uyanık tutmanın bir kez daha tam zamanıdır. Biz Fethullahçılara sadece kanlı ya da kansız darbe girişiminde bulundukları için karşı olmamalıyız, biz onlara Kürd düşmanı oldukları için de karşı olmalıyız, bırakınız Kürdü kendileri dışında hiç kimseye yaşam hakkı tanımadıkları için de karşı olmalıyız.
Dinsel yakınlık, hassasiyet, ortak his bağlamında Müslüman Kürdlerden bu örgüte iyi niyetle katılanları bir dereceye kadar anlayabiliriz, peki ya Alevi Kürdlere ne diyeceğiz? Dersim başta olmak üzere Malatya, Maraş, Adıyaman, Erzincan, Bingöl, Elazığ, Antep ve dünyanın geri kalanında yaşayanların bırakalım kendilerini, çocuklarını onların okullarına kayıt ettirmek için çırpınan ve ardından çocuklarının bu örgütün sunduğu olanaklardan paylanmasına ve bu örgüte katılımına göz yuman Alevi Kürdler ne olacak? Bu yapıyı içimize sokmaya çalışanlara ne demeli?
Fethullahçılar nasıl kendi elemanlarını koruyup, kolluyorsa biz Alevi Kürdler olarak bu tür yapıların içinde yer alan Alevi Kürd bireylere karşı biz de toplumumuzu koruyup kollamalıyız. Dünyanın her yerinde bu tür yapılara destek veren, katılan canlarımızı deşifre etmeliyiz. İsteyen onlara katılabilir, ama katılan artık bizden değildir. Bu tür yapıları içimize taşımaya çalışan canlarımıza dikkat etmeliyiz. Alevi Kürd çocuklarını ve gençlerimizi içimizdeki bu tür fırsatçılardan ve toplumumuza yabancılaşmışlardan uzak tutmamız gerekmektedir. İnsanlarımızın bu yapılara girişini ve bu yapıların toplumumuza sızmasına aracılık edişini anlayışla karşılamamamız, reddetmemiz ve bunu sesli dile getirmemiz gerekir. Biz Alevi Kürdler tarihin hiçbir döneminde düşkünün, güçlü de olsa haksızın, zengin de olsa haksızın, yanlışın yanında yer almadık; bunlara yanaşmadık ve toplumumuzun kirlenmesine, kirletilmesine izin vermedik. Fethullahçılara destek veren, onlara katılmış tüm Alevi Kürd bireylerimizi kınıyorum. Pirlerimizden bu insanlarımızı “düşkün” ilan etmelerini talep ediyorum.
Çocuk toplumundur, toplumun sorumluluğundadır. Toplumunun bireylerinin yanlıştan, suçtan uzak durmasını sağlamaya çalışan aslında kendini korumaya çalışıyordur. Bir toplumun gelişmişliği, o toplumun kendisine aykırı, kendisine düşman yapılara ne kadar az bireyini kaptırdığıyla, ondan ne kadar az zarar gördüğüyle ilintilidir. Sağlıklı toplum çaba ister. Toplumunuza zarar veren her girişim sizi de gelir bulur. Kürd ve dünya tarihi bu tür örneklerle doludur.
Toplumuzda çocuklarımızı ve gençlerimizi sahiplenen, sesli düşünen, yazan ve buna uygun davranan bireylerimizin sayısının artması ve bir araya gelip birlikte hareket etmesi gerekiyor.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.