\"Aram Pehlivanyan\'ların sessizliğine kaldığı yerden..\"
Geçen Cumartesi Cegerxwin’de Nezahat Gündoğan ile Arıcılar isimli yapımı izledikten sonra kenidisine ilk cümlem şu oldu: “İyi bir konu ve iyi bir başlangıç ama sonrası biraz duraksatıyor!” Ertesi gün, Kelebeğin İzi’nden sonra da kendisine aynı cümleyi kurdum. Özcan Alper’in vizyondaki Rüzgarın Hatıraları iyi bir film ama yukarıdaki cümle bu film için de biraz geçerli.
Henüz üniversite öğrencisiyken uzunca kaldığım Karadeniz’de filmde de yansıtılan dalgaların görüntüsü beni kendine kilitleyince, Nazım’ın “oy Karadenizin gümüş telleri” mısrasında da geçen o teller bakışlarımdan kanıma karışmıştı. Bu anımı tekrar yaşattığı için yönetmene teşekkür ediyorum. Ve de; Kazım Koyuncu ve ekibi olmasaydı, Hayde şarkısında söz arasındaki solo tulumun Karadeniz’in hırçın dalgalarının sesi, yüzü, gücü olabilmesi ve dinleyicisinin içini de aynı hırçınlıkla sevebilmesi, dövebilmesi mümkün müydü? Alper görüntüyle başarmış bunu, kimi ise müzikle; yani hissedebilen başarıyor.
Rüzgarın Hatıraları, hızlı başlayan sahnelerini aniden yavaşlatıyor, pastelleştiriyor ve konuyu ağdalaştırıyor. Alper, Gelecek Uzun Sürer’de yaşattığı sendeletmenin ardından yeniden Karadeniz’e kadrajını çeviriyor ve muhtemelen Sonbahar’ındaki konuyu işleyiş tarzını ve güzelim görselliği tekrarlayarak toparlanmak istiyor sanki. Ancak filmin Karadeniz kısmı başlayınca sürekli manzara görüntüleri izletiyor, bazen salyangoz yürüyüş hızı eşliğinde.
1943’te Türkiye’nin Nazi hayranlığına şöyle bir değinerek geçen film, bununla çok iyi bir iş yapıyor. 1915’ten de eskiye dayanan Alman-Türk işbirliğinde daha çok Almanya’nın hakimiyeti ve yönlendiriciliği baskındır. Han ve Tan matbaası baskınını yansıtmayı başaran yönetmen, ölümsüz “öfkeli kalabalığın” Aram’ın peşinde olduğunu öne sürerek Aram’ın sınır dışına çıkmasına zemin hazırlıyor. Karadeniz sahillerine ve ardından doğanın hapishaneliğine böylece ulaşabiliyoruz.
1915 demişken, filmde 1915 geçiyor ama bunun ne anlama geldiği ortaya konmuyor. Burada filmde şiddet pornografisi eksikliğinden bahsetmiyorum. Film, 1915’i anlatmıyor. Ermeniler, Süryaniler, Lazlar bu topraklarda azınlık mıdır, azınlıklaştırılmış mıdır? Siz hangisini kullanmayı tercih edersiniz? Filmde 1915’in soykırım olarak resmedildiği, anlatıldığı her hangi bir sahne var mı? Ben rastlamadım.
1915’in hiç farkında olmayan birine bu filmi izletirseniz olayın soykırım olduğunun ayırdına varabileceği şüphelidir. Bu filmi izleyen bizlersek yani potansiyel izleyici kitlesine dahilsek eğer, yönetmenin demediğini, diyemediğini hatta izleyiciye dedirtmeye çalıştığını filmi izledikten sonra neden sanki yönetmen ve senaristler öyle diyormuş gibi anlatmaya çalışalım ki? Filmde, Alper soykırım diyemiyor peki ama bunu izleyiciye mi dedirtmeye çalışıyor? Fatih Akın’ın dolaysız gösterdiğini, Alper bulanıklaştırmakla kalmayıp, izleyiciye söylettirmeye çalışıyor olabilir mi? İzleyici aracılığıyla edinilmeye çalışılan ısmarlama cesarete ilk kez rastlıyor olabilir miyiz? Başka bir garip soru ise; varlık vergisi denilen şey 10 liralık borcu 100 lira olarak gösterme sorunu mudur? ‘Borç’sa, bu borç neyin borcudur?
Borçka’da günlerin geçmediği hissine izleyicinin de kapılması amaçlanmışsa bu başarılmış. Halbuki insanlar her yerde ve huzurla yaşayabilir. İstanbul kalabalığını bazı yörelerin ıssızlığıyla ölçmek hiç de adil değil ve ıssız yerlerde yaşayanlara kalabalıklar içinde büyüttüğünüz o kendi yalnızlığınızla baktığınızı gösterir.
“Ermeni, Ermenice yayın çıkaran, kömünist, yazar, ressam, şair, çevirmen, aşık ve kaçak” ve Kara Kuşak’tan olan Aram\'ın beklediği evrakların ne olduğu net değil. Ülke dışına kaçacak aranan biri neden ve hangi evrakı ısrarla bekler, buna anlam veremedim. Yönetmen sanki kafasındaki belli bir final sahnesine ulaşmak için çeşitli araçlar bulmuş hissini yaratıyor. Aram’ın Karadeniz\'e gideceği, Meryem’in soyunacağı ve Aram’ın mutlaka öleceği baştan belirlenmiş ve geri kalan herşey buna bir dolgu sanki. Sonbahar’da tabut kullanan yönetmen, bu kez sandalda karar kılmış. Kadınla Aram o evde aynı nedenle oradaydı; gitmek için güvenli çıkış yoktu. Komşu eve yapılan baskından sonra bile, Aram evdekilerin güvenliği için evden ayrılmaya çalışmadı, bunu Mikail zorla sağladı. Sonuçta Aram iki kişinin de kendisi yüzünden ölümüne neden oldu.
Filmin oyuncuları ve oyunculukları da dertli. Ne Menderes Samancılar ne Mustafa Uğurlu Karadenizli spesifiklerini sergileyebiliyor. Onur Soylak\'a ise illa en uzun süre rol biçilmiş. Filmde, sanki Meryem’e de zorlayarak uzun süreli rol verilmiş gibi görünüyor, çünkü Meryem oynayamıyor. ‘Yüksek bir kütüğün üzerinde bir elle baltayı tutarken, diğer elle tavuk nasıl kesilir?’ sorusuna bile takıldım. Yemekte Aram kadının bakışını kaçamakça yakalamak isteyince Aram’ın kişiliği belirmeye başladı. Aram ve Mikail gibi iki komünistin dinlenilen haberler üzerine hiç mi yorumu, tartışması olmaz? Yerde uzanmış birinin kolunun çıktığı uzaktan nasıl anlayıverilir ve hemen nasıl müdahale edilir?
Aram ve kadın o eve sığınmış birer kişi. Meryem üzgün Aram\'a \'eeeehhhh\' diyemiyor. Mikail Meryem\'in nerede olduğunu öğrenmek istediğinde, Meryem yalan ya da gerçeği söylemek yerine susuyor. Meryem Aram’a, Mikail’le aralarındaki büyük yaş farkını; Mikail’den uzak durmasının ya da Aram’a yakınlaşmasının gerekçesi olarak öne sürüyor mu? \'Mikail beni ev ev, köy köy gezdirir. İtibarım bu evdeki varlığım sayesindedir. Şükür geleceğim güvence altında. Bu yaşantı için bu evin kadınıyım.’ diyor mu; hayır. Aram ve kadın birbirlerine aşık değilken bile kadın Aram’ın kendisini yanlış anlayabileceğinin kaygısını açıkça sergiliyor ve ona basit de olsa bir cümle kuruyor. Kadın figürünün filmde sadece bir fon değil, vicdanlı ve saygılı bir birey de olduğu ortaya konuyor.
Aram günlük yaşantısında vurdum duymazken, başkalarını umursamazken, iç seslerini nasıl yorumlamamız gerekir? Aram’ın iç sesleri ile filmde izlediğimiz Aram’ın uyuşmadığını ve iç seslerin yapmacık, beylik olduğunu düşündürtüyor. Şu notu düşmem gerekiyor: Özcan Alper fikirlerinde, hazırlık aşamasında ve yaptığı işte samimidir ve bu nedenle bu yazı da samimice eleştiri derdindedir. Şu notu düşmem gerekiyor: Özcan Alper fikirlerinde, hazırlık aşamasında ve yaptığı işte samimidir ve bu nedenle bu yazı da samimice eleştiri derdindedir.
Rüzgarın Hatıraları mı? Filmin teması rüzgar ile sağlanmış. Anılar birer yapraktır, çimendir, çalıdır, steptir ve onların kımıltısı asla kesilmez. Bilinçaltı ya da arka plan denen şey bir rüzgardır ama canlı bir rüzgardır; sizinle birlikte hep var olacaktır. Bazen yavaşça, bazen sertçe dalgalanır ama asla dinmez, yok derecesinde hafifler ama bitmez, gitmez. Film, \'kişiyi rüzgarıyla\' sağlam tartışıyor, örtüştürüyor, görselliyor; tek olumsuz tarafı, Karadeniz sahneleri boyunca tartışma kendini tekrar ediyor.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.