PKK’nin ‘Kıra Dayalı Şehir Gerillacılığı’ adını verdiği dahiyane konsepti sayesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin silahlı güçleri muhteşem bir deneyim ediniyor.
PKK, Kobani’de yetişmiş kadrolarını ve bu kadroların emrine verdiği gençleri hendek ardına hapsediyor. Ordu ve polis güçleri de doğal olarak alanı kuşatıyor ve hiç acele etmeksizin ilerliyor. Can kayıpları vere vere çemberi daraltıyor. Cizre’de yaşandığı gibi, bir süre sonra tam kontrolü sağlıyor.
Milyonun üzerinde askeri ve polisi olan bir devletin birkaç on binini birkaç mahalleye çekince kilitlendiğini ya da başka yerlere müdahalesinin engellendiğini öne sürmek safça ya da kandırmaca bir düşünce olsa gerek.
PKK Kobané’de edindiği deneyimi ordu ve polise aktarıyor. Cizre’de yaptığının bire bir aynısını Sur’da, Nusaybin’de ya da İdil’de tekrar ediyor. Böylece ordu ve polis güçleri bir yerde edindiği tecrübeyi diğer bir yere uyarlayabiliyor.
Mahalle değişse bile PKK tıpatıp aynı senaryoyu uyguluyor. Yanlış, suç ve alçaklık arasındaki ayrım nedir? Ayrımlandıranın cesaretinde midir yoksa? Bir alana sabitlenmiş hedefler hareketli ve sürekli takviyeli güçlerce kuşatılıyor. Devlet güçleri de bu senaryoya karşı edindiği tecrübeyi diğer yerlerde pekiştirmekle kalmıyor, kayıplarını azaltıyor, moralini artırıyor ve “Kıra Dayalı Şehir Gerillacılığı” konseptini her bir seferde yenilgiye uğratarak bu konseptten uzun vadeli bereketli sonuçlar elde ediyor.
Ortadoğu’da bir devletin güvenlik güçlerinin kırsalda edindiği tecrübelerin ardından şehirlerdeki çatışma sürecinden de edineceği tecrübenin o devletin bekası açısından önemini tartışmaya gerek var mıdır?
Son otuz beş yılda ciddi emek ve para harcayarak, can kayıpları vererek kırsala hakim olmuş güvenlik güçlerinin artık şehir alanı deneyimi ve hakimiyeti aşamasına da geçişi, o devlet için ilginç olmalıdır. Ve izlediğimiz kadarıyla, PKK’nin konsepti de güvenlik güçlerine gerekli tecrübeyi kazandırmaktadır.
Bu paragrafı devrimci Murat Karayılan’a ayıralım: ”İyi de; Cizre’de, Sur’da, Silopi’de gençlerin elinde ağır silah değil kleşler var; en büyük silahları kanas ferdi silahıdır. Tamam o zaman devletin askerleri de savaşabiliyorsa onlar da ferdi silahlarla savaşsınlar. Ama onlar kleşle direnen gençlere ağır silahlarla yöneliyorlar. Bu cesaret değil korkaklık; mertlik değil namertliktir. Eğer onların bordo berelileri, özel kuvvetleri gerçekten de kendilerine güveniyorlarsa buyursunlar yayan bir şekilde mahallelere girsinler.”
Devletin hegemonyasına bu konseptle meydan okuyan ve Cizre’de yaşananın aynısını Sur’da devam ettiren ekipten biri olan Duran Kalkan’ın şu cümlelerine yer vermek meseleyi netleştirecektir: “[Cizre’de] Bu düzeyde saldırı beklemiyorduk; yanılmışız, hata yapmışız.”
Ancak şu soru da sorulmasa olmaz: “Bu esnek olmayan ve hep aynı sonucu veren konsepti geliştirdiğini, hayata geçirdiğini iddia edenlerin vahşet sonuçların ardından garip gerekçelere sığınması, konseptin ‘onlara ait olmadığını’ kanıtlamaz mı?”
Hendek sürecine devletin silahlı müdahalesi ayrıca kimi köşe yazarlarının, kimi aydınların, kimi akademisyenlerin, kimi emekli askerlerin yorum, analiz ve raporları ile de ciddiyetle destekleniyor, şekillendiriliyor, tamamlanmaya çalışılıyor. Bu değerli araştırmacılar KCK, PKK, YDG-H’nin yetkilileriyle ve sahadaki silahlı üyeleriyle röportaj, anket, mülakatlar yapıyor. Dahası, günlerce içlerinde yaşıyorlar. Basından izleyip, okuduğumuz kadarıyla; bu kadrolar da sosyo-ekonomik durumlarını, geçmişlerini, aldıkları silahlı ve siyasi eğitimi, düşüncelerini, duygularını, hedeflerini olduğu gibi bu araştırmacılara açıyor ve yazınsal alanda da birikim sağlanmasına destek oluyorlar.
PKK’nin “Kıra Dayalı Şehir Gerillacılığı” konseptiyle başlattığı ve hendeklerin ardında ‘(ölerek) direniyoruz’ dediği süreç için kaç Kürdden elemanı gözden çıkardığı, daha kaç milyon insanın göçünü planladığı ise birer soru işareti. Ayrıca, son süreçteki güvenlik güçlerinin can kayıpları ‘ölümsüz öfkeli kalabalıkların’ sabrını zorluyor olmalı.
PKK’nin ‘hendekleri geniş kesimlerin ayaklanarak sahipleneceği’ hedefi tutmadı. B planı olarak, bu hedefi ‘Batı’da yaşayan Kürdlere ölümsüz öfkeli kalabalıkların saldırmasıyla’ da henüz sağlayamadı.
İnsanlar göç anı gelip çattığında İstanbul, Mersin, İzmir, Antalya yerine Hewler’e gitmenin daha güvenli olduğunu tartışıyor. Bunu tartışan sadece bu kesimler değil. Hali hazırda İstanbul, Mersin, İzmir, Antalya vs yerlerde yaşayanlar da ölümsüz öfkeli kalabalıkların hışmına uğramayı bekliyor ve eğer bu yaşanırsa onlar da Hewler’e gitmeyi tartışıyor.
Bu paragrafı Sur’da panzere bindirilip tarihsel Bağlar’ın orta yerine öylece bırakılan Türk babalı Kürd analı bir ailenin imdadına koşan bizlerin, halkımıza yardım için çırpınanlardan kapı kapı eşya toplarken, Siverek’de denildiği gibi ‘deleme gibi dönerek’ trafik kazası geçirdiğimiz, ve ev eşyalarını omuzlarımızda taşıdığımız ağır bir günün ardından haftalar sonra Rahime Kesici Karakaş’ın bana dört gün önce gönderdiği şu mesaja devredeyim: “İlk eve benzetmeye çalışırken; deleme gibi döndüğümüz anne bebeğini kaybetmiş L Bil istedim.”
Yukarıda adı geçen ilk iki kişiden sonra şu son paragrafı ise öngörü sahibi, birikimine güvenilir, “hep bizden yana” delikanlı yürekli, bilinçli ve şefkatli Kürd büyüğü olan Munzur Çem’e teslim edeyim; “… Bu tür ırkçı, işgalci ve kanlı senaryolara karşı mücadele, ülkede ve ülke dışında, tüm yurtsever ve demokrat kesimleri kucaklayan ulusal bir direnişle başarıya ulaşabilir. Kürdlerin bir an önce bir ulusal kurtuluş cephesi ya da benzeri bir yapıda bir araya gelmeleri zorunludur.
Yurtsever ve demokrat olmak, başka türlü davranmaya haklılık kazandırmıyor.”
Hendek tatbikatı sayesinde Tanrı Türk\'ü koruyacak. Şükürler olsun..
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.