kim düzenliyor bu uyuşmazlığı,
kimin elleri bir iki harf yazıyor hızlıca
nerden baksan zehir gibi kapkara
tuzla ekmek arasında suyla benim aramda
maviyi çağıran kim şimdi,
kimin uygunsuz elleri dolaşıyor aramızda
şimdi bu her şey nedir
dükkânların bankaların borsaların adı ne
yeşilin tadı hani, gölün sevinci nerde
şimdi durup dururken nedir bu
gündüzü hızlandıran, geceyi bölen öfke
maviyi çağıran kim, kimdir çağıran maviyi
asıl mavi kimi çağırıyor, asıl onun adı ne
Turgut Uyar
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Recep Tayyip Erdoğan isimli caminin açılışında “Ahiret inancı olmayan insandan her türlü kötülük beklenir. Onu engelleyecek ne var ki başka? Bu dünyada yaptığı bir şeyin hesabını ahirette vereceğine inanmayan birisi dünyada hangi kötülüğü yapmaz ki?” görüşünü dile getirmiştir. Ali Erbaş ifadelerinin kendi kişisel görüşü mü olduğuna, yoksa İslamın temel referanslarına ve birikimine mi dayandığına dair açıklık getirmemiştir. Her kötülüğün ardında yalnızca ahiret inançsızlığını ya da ahiret inancındaki eksikliği arayan bu ifadesi ile ifade özgürlüğü kapsamında görüşünü açıklamış olan Ali Erbaş ahirete inancı içeren dinlere inanan bireyler için görüşünü temelleyen kanıtları halen de ortaya koymamıştır. Ali Erbaş’tan kanıt istemesi gerekenlerse dünyanın neresinde yaşıyorsa yaşasın, ahiret inancı taşıyan bireylerdir.
Ali Erbaş’ın görüşü ahiret inancı olmayanların ve ahiret inancı içermeyen dinlerin değil; aksine, ahiret inancı taşıyanların ele alması, irdelemesi gereken bir görüştür. Görüşle, ahirete inançsızlık kötülüğün kaynağı olarak işaret edilmekte, ahiret inancı olmayanların kötülük yaptığı, yapabileceği öne sürülmektedir. Bu görüş inananlarına da müdahaleci kontrol vaad eden, otoriter bir sisteme yol açabilir. Tüm bunlar ve başka savlar Ali Erbaş’ın görüşünü savunanların da dahil olduğu bir inancın inananlarının konusudur; ancak, o inancın dışında olanların konusu değildir. Ali Erbaş’ın yaklaşımı yüzünden, ahiret içermeyen inanç sistemlerinin ve ahirete inanmayan bireylerin iş bulma, işini koruma, sosyalleşme, kariyer gibi alanlarda kendini, aslını ifade özgürlüğüne ket vurabilir ve ikiyüzlü yaşamların artışına neden olabilir. Vatandaşlık haklarından yararlanmanın ve yararlananların önüne en başta ya da sonra dışlamalarla geçilebilir.
Ali Erbaş’ın “Ahiret inancı olmayandan her türlü kötülük beklenir!” görüşünün akla getirdiği “Ahiret inancı içermeyen bir inanç, ahirete inanmayan bireyler suç mu üretmektedir, alenen suçlu mu yetiştirmektedir, kötülük mü saçmaktadır?” gibi sorulardan uzak durulmalıdır. Bu görüş, ahiret inancı taşımayan bireyler ile ahiret inancı içermeyen dinlere mensup bireyler tarafından kendi içlerinde tartışılmamalı, eleştirilmemeli; bu görüşü savunanlara karşı kendini, toplumunu, geleneklerini, dinini savunma ruh haline girilmemelidir. Bu görüşü benimseyenlerin neden benimsediğine ya da tutarlığına dair tartışmalara da girilmemesi gerekiyor. Yaklaşım “Alevilerin “devri daim” anlayışını görmezden gelmeye benziyor ve buna direnç Alevileri ilgilendirmez. Üsttencilere ve elitistlere karşı “kendini doğru anlatma” derdine, tuzağına, kompleksine düşülmemelidir.
Bu ifade ahiret inancı taşımayan inançları ve ahirete inanmayan bireyleri ilgilendirmemektedir. İlgilendiren yönü ise, kamusal alanda bu görüşün daha güçlü, daha etkin ve karar verici olma ihtimalidir. “Homojen” olmayan, “homojenize olmaya direnenlerin” yaşadığı coğrafyalarda bu görüşün nelere yol açtığı, açacağı üzerine düşünmek endişe verici olsa da yapılması gereken budur. Örneğin, Milli Eğitim Bakanlığının birkaç yıl önce sözleşmeli öğretmen alımlarının bir aşaması olarak düzenlediği mülakatlarda Alevi öğretmenlerin açıkça Alevilikleri yüzünden elendiği gündemdeydi. Ayrımcılık, eğer varsa, sadece devlet alanında değil, sosyal ve özel sektör alanlarında da öğretici, bulaşıcı, belirleyici ve yönlendiricidir.
Eğer “Ahiret inancı olmayandan her türlü kötülük beklenir” görüşüne sahip olan bireyler yasama, yürütme ve yargı kademelerinde (belkide daha fazla) güç ve yetki elde ederse, etmişse; işe almalarda, iş güvencesinde, atamalarda ve görevde yükselmelerde, toplum yararına uygulamalarda ahiret inancı taşımayan ya da taşımadığından şüphenilen, ahiret inancını gerektiren beklentileri karşılamayan bireylere karşı objektif davranılmayacağı endişesi güçlü bir sorundur.
İnsanlık tarihi günümüze dek çok ağır utançlar edinmiş, izlemiştir. “Enerji yoktan var edilemez, vardan yok edilemez. Enerji verilmeden bir makine çalıştırılamaz.” şeklinde yasalaşmış cümleler bilim tarihinin önemli sonuçlarındandır ve bir diğer yönüyle de insanların aldatılmasının, dolandırılmasının önüne geçmiştir. Hala bazı bölgelerde, gruplarda ve bireylerde de etkisini devam ettiren kimi görüş ve deneyimlerden dünya büyük kayıplarla, ağır bedellerle çıkmıştır. Sadece Kürdler, Uygur Türkleri, Çeçenler değil başka toplumlar da sırf dili, dini, kültürü yüzünden yıkıma, kırıma uğramıştır, kimisi sürgün yollarında kaybolmuştur. Bir zamanlar “medeniyetsiz, feodal, vahşiler” denilerek Dersim’de iki ayda her yaş ve cinsiyette en az kırk bin ‘vatandaş’ katledilmişti; peki, çağımız koşullarında “iyiler, ahiret inançları gereği kötülük yapmayanlar, her yaptıkları iyi olanlar”, “kötülerle, ahiret inancı taşımamaları yüzünden her yaptıkları, yapacakları kötü olanlarla” nasıl baş edecek? Eğitim bilimleri, hukuk, antropoloji, sosyoloji, psikoloji gibi alanların bu konulardaki tartışmaları, çıkarımları, endişeleri literatürde mevcuttur.
İnsanın yaşam hakkını, iyiliği, adaleti, sevgiyi bulma ve koruma mücadelesinde birçok suçsuz, günahsız toplum, topluluk ya da bireyler ekonomik geriliğin, bulaşıcı hastalıkların, uğursuzlukların nedeni olarak suçlanarak ya yok edilmiş ve/veya birikimlerine el konulmuş ya da sindirilmiştir. Coğrafyamızda da böylesi trajedilerin tekrarlarının tekrarına meydan vermemek, karşı durmak zor değildir. Bu da ancak coğrafyamızda nefret söylemine ve nefret suçuna bulaşmak istemeyen ahiret inançlılarla mümkündür.
Laikliği savunuyu, vurguyu henüz yoğunca öne çıkarmayan, zihinlerde kılıçla yer alan Ali Erbaş’ın ifade ettiği son görüşünü düşünce özgürlüğü bağlamında kabul edebiliriz ancak kendisi de dahil, etkilediği nüfusa görüşünün toplumun tümünde hangi biçimlerde vuku bulduğu, bulacağı, yansıyacağı, hangi hallere dönüşeceği endişe vericidir.
Kendini yani ahiret inancı olanı “iyiliğin timsali, iyiliğin mutlak sahibi, tek taşıyıcısı görmek” cemaatinin her şeyi hak ettiği fikir ve tutumunu geliştirebilir. İnsanları ahiret inancına ve hatta ameline göre sınıflandırırsanız emek verme ve liyakatın bir anlamı kalmaz; sırf Allah’ın emirlerini harfiyen yerine getirdiği için birileri bakan, rektör, vali olabilir!
“Ahiret inancı olmayan birinin kötülüğe doğal olarak yatkın olduğu için her tür kötülüğü ondan beklemek, kötülük varsa onlardan bilmek, yapılan kötülüğün nedenini ve kaynağını ahiret inancıyla değerlendirmek” sizi kolayca ayrımcı, ayrıştırıcı birine, zümreye, cemaate dönüştürebilir. Oysa; anadili, dini, kültürü, görüşü, geçmişi, özel hayatı, inançsızlığı ne olursa olsun “Çalışan kazanır; emeğinin zihninin hakkıyla atanır, yükselir!” ilkesi korunmazsa; bunu korumamak asıl kötülüktür ve bu ilkeyi korumayanlar yani kendini iyi zannedenler gerçekte iyi değildir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.