Aydın Orak’ın “Asasız Musa” adlı filmi vizyonda. 10 yıldır durup dinlenmeden Musa Anter okuyan, anıları dinleyen ve onun üzerine kafa yoran Orak, bu filmini bir giriş olarak değerlendiriyor ve “gelişme ve sonuç filmleri de ortaya çıkabilir” diyor. Filmin iyi yönleri zaten kolayca fark edilir, bu yazının amacı filmin bazı sahnelerini ve yönetmenin bazı demeçlerini tartışmaktır.
Musa Anter’in, peygamber Musa’dan tek farkının asasız olduğu filmin adıyla verilmeye çalışılmış. Anter asasız bir peygamber miydi, yoksa bir derviş miydi? Derviş olan birinin kendi sesiyle kerhaneden, birilerinin karılarının iki kuruşa satılmasından bahsetmesi, bahsetse bile bunun filmde kullanılmasının tutarlı bir sebebi olduğunu sanmıyorum. “Asasızsa sıradan bir Musa” mı denmeye çalışılmış, belli olmuyor.
Film, Musa Anter’in Türkiye aşkına vurgu yapıyor. “İzmir varken Şemdinli de nesi?” sözünü ve bölücü olamadığına kimseyi inandıramayan Anter’in mahkemede “Memleket hıyar mı ki böleyim?” yanıtını yönetmen çok sevmiş. Anter’in kızı, babasına yazdığı mektupta vicdansız dediği askerlerin Anter’i gözaltına almalarını ama o esnada Anter’in evinde kalan çocuklarını askerlerin taksi ile eve bırakmalarındaki vicdanı bağdaştıramıyor.
Bir sokak sahnesinde bir kadının yanından geçen erkekle olan dialogu tamamen yersiz! Seyirciyi çarpıcı sanılan bir sahneyle etkilemeye, düşündürmeye çalışmak ayrı, filmin akışıyla ilgisiz bir sahneyi yapayca yerleştirmek ayrı. Belli ki yönetmenin bize öğretmek, kafamıza dank ettirmek istediği çok şey var; erkek topraktan yaratıldığı için asıl yere bakması gereken kadın değil erkektir çünkü kadın erkeğin kaburga kemiğinden yaratılmıştır! Bu replikte kadın kaburga kemiğinin ana maddesinin toprak olduğunu es geçiyor. Bunlardan diğeri de avuç içinden üflenen tüyün ve barış talepli atılan her şeşin (baş örtüsü) her defasında yere düşeceğidir. Bir diğeri ise, Dara’daki pencere sayısına göre Anter’in konumlandırılmasıdır. Elbette bunların ve geri kalanların tümü karmaşık imge ve metaforlar dizisi!
Çocukların iskeleden baktırılma sahnesi, para yıkama sahnesi, yukarıdan akıtılan kanın acelesiz artan debisi, gravürlerin yukarıdan aşağıya doğru acelesiz çekimleri, leğende yıkanan ve kirli yerden alınan havuyla sarılan zavallı çocuğun bitmek tükenmek bilmeyen ağlaması, anlamsızca sıraya dizilmiş çocukların sonra silahlanmış hallerinin gösterilmesi, çınar ağacı etrafında acelesiz tur, duvara epeyce yumurta atıp yumurta başına kelime sayılması, yere atılan daktilonun üzerine taşların atılması ve daktilonun taşlarla örtülmesi için isabetsiz sayısız taşın atılmasının yine acelesiz çekimleri, kemençe eşliğinde söylenen bir türkünün yeşil dallarda gezinerek dinletilmesi ve türkünün sonunda karşınıza dervişimsi bir Anter çıkması, vs… Her sahnede metafor, her sahnede felsefik çözümleme!
Sizce hangi Kürd baba çocuğunun elinde tuttuğu içinde keklik bulunan kafes için “Bu nedir?” der ve sonra kekliği ne yapacağını sorar ve aldığı şaşırtıcı (!) yanıta kızıp kekliği serbest bırakır? Baba “Hain cezasız kalmamalı” diyor! Aynı durum birbirlerini yemeye başlayan fare hikayesinde de göze çarpıyor. Ne o hain kekliğin ne de kedileşmiş farelerin bizimle bir alakası yoktur. Bizim fare meselemiz bambaşkadır.
Sahnelerin bıktıran uzunluğunun bir kusur değil de kendi seçimi olduğunu savunan sayın Orak, kusursuzluğuna bizi maruz bırakmamalıydı.(1)15-20 dakikada vermesi gerekeni, uzatılmış sahnelerle 80 dakikada vermek gerçekten göze batıyor. Örneğin kağıt para sabunlama sahnesinde bir, iki, üç derken sayısız para yıkanıyor, bir paranın diğerinden bir yıkamanın öbüründen bir farkı yoksa eğer o sahneler tekdüzeleşir. Bu kabullenememe olgusu bizim coğrafyamızdaki temel tutumlardan biridir. Sahnelerin uzatılmasının amacının seyirciyi rahatsız etmek ve böylece seyircinin konuya bağlı kaldığını öne sürenler var!(2)
Sahnelerin uzunluğu hakkında şöyle diyor Orak: “İnsanlar bazı sahnelerin hızı, ağırlığı ve süresini eleştireceğine kendi hayatındaki hız kavramını gözden geçirmeyi aklından geçirmez. Çünkü o hemen sahne geçsin de son otobüse yetişeyim derdindedir.”(3). Bu ifadeleri anlamaya çalışayım; Siz siz olun bu filmin çoğu sahnesi için sünmüş demeyin; derseniz, “kendi hayatınızın sünmüşlüğünü gözden geçirin” derler, bu bir. Yönetmene göre kendi hayatınızdaki hız kavramı filmdeki sahnelerin hızına en azından denkse eleştiriye hakkınız olabilir, bu da iki! Ayrıca, filmin süresini salona girmeden bilen ama nedense son otobüse yetişme derdinde de olan bir seyircinin filmi izlerken sahneler kısalsın diye dua ettiğini iddia eden bir yönetmenle karşı karşıyayız, bu da üç. Ben bu filmi son otobüse yetişemediğim için eleştiriyor olmalıyım. Fazla uzatmayayım bu faslı!
Bir söyleşisinde, Orak’a Anter Kürt milliyetçisi miydi diye sorulunca yanıt olarak hayır diyor ve ekliyor “Onun Kürt’ten çok Türk dostu vardı. İlhan Selçuk, Necip Fazıl, Neyzen Tevfik, Ahmed Arif bir çok Türk ve Kürt dostu vardı. Bunlar şu an aklıma gelen isimler. Barışçıl, iki kültür arasında köprü görevi görmüş birinden bahsediyoruz. Ona milliyetçi demek haksızlık olur.”(4)
“Metafizik ve gerçeküstü” olduğunu iddia ettiği filminin kendi ifadesi ile “metaforik akışını”, Ermeni yönetmen Parajanov’un “Nar’ın rengi” filminden esinlendiğini belirten Orak çektiği filmin bambaşka olduğunu iddia ediyor. Bu filmi tasarlarken bildiği tüm tarz ve kategorileri bir kenara bıraktığını açıkça dile getiren yönetmen(3), Ahmet Kaya’nın garip “8. Notayı bulmak lazım” sözüne uygun bir güdüyle yaklaşarak ortaya koyduğunu belirttiği eserinin başkalığını ve başarısını kendisi ilan ediyor.(5)
Yeni film çekme isteğini söyleşilerine yansıtan yönetmen, bu filmin “dilini” ilerletmek istiyormuş. Yönetmen her ne kadar “felsefik bir arayış” olarak nitelediği filminin amacını “seyirciyle beraber analiz edecek interaktif bir film yapmak” olarak sunsa da, bu iddiasına kanıtlarını hala düşünüyorum.
Yönetmen bu filmle Anteri anlatmanın haddine olmadığını ve yaptığının ona dair sorular sormak olduğunu iddia ediyor. Bu sorularla Anter’i anlamaya, algılamaya çalışmanız ve kendi cevaplarınızı vermeniz gerekiyor! Basbayağı sakallı olan asker sahnesindeki ısrarcı ıslık metaforunu anlamamışsanız, filmin mükemmeli yakalamasa da amacına ulaşmış, gayet özenli, yaratıcı ve ilginç bir çalışma olduğunu da kavrayamazsınız.(6)
Hep derim, özellikle bizimkilerin yaptığı herhangi bir işi “ulusal medya” övüyorsa, durup dikkatlice düşüneceksiniz; “Bunda birşey var!” diye.
Feylesofik bir kişiliğin anlatılışının güvencesinde; kesintisiz metaforik, imgesel ve kardeşçesine akışa sizin de kapılmanız ve eleştiriyi hoş gören, sinemaya bambaşka bir soluk getirdiğini iddia eden bu filmi anlamaya çabalamanız için izlemenizi tavsiye ediyorum.
Aziz Yağan
(1) http://www.evrensel.net/haber/93132/asasiz-musa-yarin-vizyonda.html#.VDrz3Gd_s1I
(2) http://www.sinematopya.com/2014/10/metaforik-carpici-bir-film-asasiz-musa.html
(3) http://m.ilerihaber.org/musa-anter-uzerinden-bir-cografya-anlattim/3390/
(4) http://www.yenisafak.com.tr/pazar/anter-iki-kultur-arasinda-kopruydu-690203
(5)http://haber.sol.org.tr/kultur-sanat/asasiz-musa-gosterimde-musa-anteri-tum-ulke-bilmeli-haberi-98166
(6) http://t24.com.tr/haber/musa-anterin-hayati-beyazperdede-asasiz-musa,272843
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.