Türkiye PKK’si dışındaki örgütlü Kuzeyli yapı ve bireylerin PKK’ye karşı argümanlarını günümüzde Hüda Par her fırsatta dile getiriyor: Çocuklarımıza silah vermek ve çatışmalarda öldürtmek, KDP düşmanlığı, en az 15 bin iç infaz, binlerce köyün boşaltılması, CHP, Kemalizm ve Türk solu ile kopmaz ilişki, aileyi parçalama vs.. Kuzeyli yapıların Apocuları geriletmeyi başaramadığı; aksine, kendilerinin eriyiş ve parçalanışını durduramadıkları süreci, Hüda Par da yaşayacak mı, yoksa süreç bu kez Apocular aleyhine mi olacak?
Apocular aleyhine olacağını düşünüyorum.
Diyarbakır Sur’da Temmuz ayında Hewş Kafe ve Karga Otel silahlı ve bombalı saldırıya uğradı. Hüda Par çevresinden olmayan, selefi radikal bir grup olan saldırganlar saldırıyı ‘ahlaksızlığa ve ahlaksızlık mekanlarına’ karşı yaptıklarını iddia etti. Elbette bu gerekçeler doğru değildi. Saldırıdan sonra Hewş kafe işletmecileri mekanı açık tutarken, Karga Otel o günden beri gerekçesiz kapalı. Dokunulmazlığı da içeren Karga Otel sahiplerinin ilk saldırıdan itibaren mekanın kapısını açık tutarak ‘Biz buradayız!’ demesini bekleyenler bir süre sonra bu beklentiyi dile getirmemeye başladı. Saldıranlar gözaltına alındı ve yaklaşık bir ay sonra serbest bırakıldı. İlk saldırıdan sonra Hewş Kafe ve kafeyi işletenler polis korumasına alındı. Ağustos sonunda aynı kişiler Hewş Kafe’ye bu kez akşam saatinde alenen saldırdı, saldırganlardan biri üç kez polisin belindeki silahı almaya çalıştı ancak başaramadı. Yine gözaltına alındılar ancak bu kez akşamına serbest bırakıldılar: Örgütsel saldırı, örgüt üyeliği, örgüt üyesi gibi davranmakla suçlanmadılar. Her iki saldırı da bireysel saldırı olarak tutanaklara yansıdı. Israrla..
1984’te devletin bir kesiminin PKK’nin ilk saldırısına yaklaşımı şu küçümseyici cümle ile sabit: ‘3.5 eşkıya!’ Günümüzde Hewş kafeye saldıranlar için de aynı cümleler kuruluyor olabilir. Elbette bana göre bu grup PKK’leşmeyecek yani Kürd devletleşmesi karşıtı olan PKK gibi ‘devletimsi’ (PKK için, ‘mekap devleti’ kavramını kullanıyorum) bir güç haline gelmeyecek ancak bölgede bağnaz bir atmosfer, korku iklimi sağlayabilir ve ardından yerini ‘daha ılımlı’ Hüda Par’a bırakabilir. Böylece bir aşama geçilebilir ve bu aşamanın zora dayalı yolu, yöntemi, geçmişi bu kez Hüda Par ile anılmayabilir ve Hüda Par kendi ‘temiz’ zemini üzerinde biraz daha yükselebilir.
90’lardan bahsetmek gerekirse; meşru müdafa haktır ancak Hizbullah’ın bir zamanlar başı açık kızlarımızın yüzüne kezzap atışı, domuz bağı, İzzettin Yıldırım’ı katledişi vs meşru müdafa değildi. Nasıl ki, PKK’nin Güven Park ve şehirlerarası yolcu otobüsü bombalaması, Şoreş Baliç’i çocuklarıyla katledişi vs meşru müdafa değilse!
Bana göre Apocu ya da Hüda Par süreçlerini yürüten akıl Kürd aklı değildir.. Kürd aklı, bölge ve bölge dışı Kürd toplumunun yaşantısından, ilişkilerinden, tepkilerinden, çözümlerinden ve ayrıca kendine Kürd partisi diyen yapıların mevcut durumundan takip edilebilir.
Hüda Par yetkilisi Diyarbakır’da bir parkta dans edenlere saldırıyı savundu ve saldıranların değil asıl saldırıya uğrayanların gözaltına alınmasını talep etti (https://x.com/FarukDinc_/status/1800255136247246908).. Yine Diyarbakır’da site havuzunda yüzen kadınlara müdahaleyi ve Hewş kafeye saldırıları Hüda Par kınamadı; dahası, Hewş kafe saldırısında ya da Narin Güran’ın katlinde Hüda Par izlerini arayanlara ‘bize iftira atılıyor, ilgimiz yok’ dendi. Gerçekten öyle mi?
Gerçekten de öyle! Hüda Par’ın Hewş kafe saldırısına fiziki olarak dahil yok ancak saldırıyı anmadan, kınamadan kendilerine iftira edildiğini ifade etmesi: saldırıyı olumlu bulduğu, saldırıya itiraz etmediği, kendilerinin de aynı yöntemi uygulayabileceği anlamına gelebilir çünkü aksi bir açıklamaları yok.
Neden Apocular kaybedecek!
-Giriş notu: kimi savaşta önce yaya birlikleri öne sürülür ve kolayca ölebilirler. Türkiye PKK’si ve Türkiye Hizbullahı’ndaki Kürdler de Türkiye ‘solunun’ ve Türkiye ‘sağının’ gönüllü, çoklu görevli yaya birlikleridir; böylelikle, savaşma ve ölme sırası Türkiye ‘soluna’ ve Türkiye ‘sağına’ hiç gelmiyor..
Oslo’da, Tahran’da, Sofya’da, Ankara’da, Denizli’de Hizbullah ya da PKK gibi yapıların kendini var etmesi, sürdürmesi mümkün değilken, tüm Kuzeyin nesi ya da neleri uygun ki, bu tür yapılar kolayca var oluyor ve kalıcılaşıyor? Sorun nerede!-
Hewş kafeye saldırıdan sonra saldırganların serbest bırakılmasını geçmişe dönerek anlamaya çalışayım.
Öcalan, 1972'de Doğu Perinçek ve çevresinin Şafak Bildirisi’ni SBF’de dağıtığı gerekçesi ile gözaltına alındı, tutuklandı, 7 ay Mamak Askeri Cezaevi’nde kaldı (https://tr.m.wikisource.org/wiki/Öcalan_davası_hakkındaki_savcılık_iddianamesi).. Birlikte yakalandığı arkadaşları ceza alırken, Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı askeri savcısı Baki Tuğ, Öcalan’a bildiri dağıttığı için ceza vermedi. Ya da, 1990’da, Yargıtay’ın karar bozması üzerine PKK’nin ilk kurucularından Rıza Altun ve Mustafa Karasu ile Rızgari örgütünün dava sanıkları M. Nuri Aslan, Süleyman Güney ve Muhlis Erdem Diyarbakır Cezaevinden tahliye edilir. Tahliye edilenlerin tümü askerliklerini yapmamıştır. Yasa gereği M. Nuri Aslan, Süleyman Güney ve Muhlis Erdem askerlik şubesine teslim edilir; ancak, Rıza Altun ve Mustafa Karasu için yasa uygulanmaz ve serbest bırakılırlar. Başka bir gün Selim Çürükkaya ve M. Can Yüce de askerlik şubesine teslim edilmeyip serbest bırakılır. Ya da, Türkiye Hizbullahı ileri geleni ile diğerlerinin tahliyeleri sonrası İran’a götürülüşleri gibi. Ya da, Hewş kafeye saldıranların serbest bırakılması gibi.. Cezasızlık politikasının bir başka boyutu!
Hüda Par Olayları
Başlangıcı yıllar önce yapılan ancak tamamlanması hayli süre, etap gerektiren planlanmış ancak simultane programlanan bu döneme de ‘Hüda Par Olayları’ diyeceğim.
Kürd toplumu deneyim edinemediğine, yaklaşan riski görmediğine, önlem alamadığına, irade gösteremediğine göre..
1978’de Özgürlük Yolu adaylarına oy veren seçmen, sonrasında ‘Türkiyelileşme hareketine’ oy verdi, birkaç yıl ya da birkaç on yıl sonra da Hüda Par’a oy verebilir.
Öngörüm:
Saraycılarla İleri Çankayacılar yani Ümmetçilerle ‘Daha Batıcıların/radikal devrimcilerin’ bölgemizdeki kolları, kuvvetleri olan Türkiye Hizbullahı ile Türkiye Apocuları yakında muhtemelen (siyasal, ekonomik, sosyal ve belki de fiziki şiddet) çatışacak. Her iki kesim de kendi sanal gerçekliğine, bölgeden ve çağdan kopukluğa sahip.. Bu çatışmadan muhtemelen Apocular yani ‘Çankaya’dan daha İlerici olanlar’ yenik çıkacak ya da gerileyecek ve bölge dünya ile uyuma daha çok kapanacak..
Böylece, Said-i Kurdi’nin bahsettiği ‘Kürd kuvveti’ nispeten el değiştirmiş olacak ama bekaya hizmette kesinti olmayacak.
Apocular bu nedenle parkta dans, kafe ve Narin olaylarında ellerinde kanıt olmasa da nihai rakibin Hüda Par olduğunu seziyor ve bunu açıkça dile getirmekten kaçınmıyor. Normalde Apocular bağnazca değil de, sürece kendi perspektifleriyle baksalar Hüda Par’ın doğrudan dahlinin olmadığını fark edip oyuna gelmezler, nefret örgütlenmesinde yol almazlar ancak süreç böyle ilerlemiyor. Yersiz eleştirilerde bulunan Apocular zamanla kendi çevrelerinin de güvenini, saygısını zorlayacak ve Hüda Par zeminini daha da genişletecektir.
Türkiyelileşmede Kürdlüğü coğrafyasından soyutlayarak, statü iddiasına karşıt kültürel bir sembol haline getirmeye çalışan Apocular Ankara’dan edindikleri imtiyazı yine Kürdlüğü sembolik olan ve yine Ankara’dan imtiyaz edinen ümmetçi dindarlara yerini zamanla bırakacak ya da paylaşacak. Kürdistan’ın devletleşmesi için PKK’ye katılan ve bu uğurda kayıplar verenler ise ensaygıdeğer ancak en zavallı kesim olacak ve belki anılmayacak bile.
Bu olası planlanmış ama programlanmamış süreç durdurulabilir mi? Elbette. Öncelikle, Kürd bireyleri bu çatışmada taraf olmamalı ve yapay, oportünist ve kontrollü gerilimi deşifre edip lanetlemeli. Aslolan ise, bölgemizde ‘sağlıklı çağcıl birey, sağlıklı toplum’ gelişimi için her birey elinden geleni yaparsa hem bu çatışma baskı altına alınır hem de yakın gelecekte kazanan, gelişen, güçlenen bölgemiz olur.
Apocular geriletilecek diye kimi Kürdün Hüda Par’a destek vermesi, anlayış göstermesi kabul edilemez, yakışık almaz. Kötünün iyisi, kötünün kötüsü arasında taraf olmak utanç vericidir.
Ancak kritik soru şudur: Kaybını, acısını, değerlerini, coğrafyasını paraya, imtiyaza ve itibara çevirmeye çalışanlar, araçsallaştıranlar yani ‘çakal Kürdler’ (kavram bana ait) bu karakterden, alışkanlıktan sıyrılıp haysiyetli bir yaşamın inşası için bilgi, duygu ve pratik üretebilecek mi?
Yüzlerce yıldır dirençsiz, önlemsiz, hamlesiz şekillenmiş karakterleri yeniden yönlendirmek için ekstra, karmaşık komplolara gerek var mı!
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.