Bu gün Birleşmiş Milletlerin kabul ettiği kadına yönelik şiddete karşı mücadele ve dayanışma günüymüş. Geri kalmış toplumlarda kadını meta olarak gören anlayış egemendir. Ancak şiddet mağduru olanlar bu ülkede sadece kadınlar değildir. Hemen her gün sağlık çalışanlıları, çocuklar, anadilini konuşanlar, kendi dilinde müzik dinleyenler veya inancı farklı olan kişiler ve sokak hayvanları şiddete maruz kalıyor, hatta öldürülüyor. Şiddet hayatın her alanında, kimin gücü kime yeterse uygulanıyor. Şiddeti oluşturan nedenleri ile birlikte bir bütün olarak ele alması gerekiyor. Tek başına ve bir tek gün sırf "dost pazarda görsün “diye kadına yönelik şiddet ele alındığı için sözde kalıyor ve önü alınamıyor.
Her 25 Kasım geldiğinde bazı AB ülkelerinden önce Türkiye'de (1934 yılında) kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınıp anayasaya konması ve çıkarılan seçim kanunu ile belirtilmesinden hep övgü ile söz edilir. Ancak kadınlara tanınan bu hak diğer bütün haklar gibi hep kağıt üzerinde kalır. Tıpkı "Yaradandan ötürü yaratılanı seviyorum" dendiği halde farklı olanları kendisine benzetmeye çalışanlar ve laik devleti savundukları halde farklı inançlara karşı mesafeli olanlar gibi. Kadın hakları da Çocuk Hakları gibi tek tek ele alınıp değerlendirilmemeli. İnsan Haklarının olmadığı bir ülkede sadece kadın haklarından da söz edilmesi ile bir yere varılamaz.
İşlenen cinayetlere gereken önemi vermedikleri halde, çözüm olmayacağı bilinmesine rağmen verilen cezaları yetersiz bulup arttırılması isteyen belli bir kesim de kaldırılan idam cezasının yeniden yasalaşması istiyor. Eşini yada sevgilisini öldürdükten sonra intihar etmeyi göze alan birini verilebilecek hiçbir ceza bu kararından döndüremez.
Yaşanan şiddet olaylarına engel olmak isteniyorsa daha çocuk yaştan itibaren sosyal ve kültürel anlamda beyinlere işlenen ırkçı, mezhepçi ve cinsiyetçi bakış açılarına son vermek gerekir. Dil din, renk ayırımı gözetmeden, doğum ile gelen farklılıklara saygı duyulması gerektiğini, ailelerden başlayarak özellikle eğitim sisteminde uzmanların hazırladığı programlar ile ele alınmalıdır.
Tekçi eğitim sisteminde olduğu gibi film ve tv dizileri ile bireysel ve toplumsal şiddetin yanında kadına yapılan şiddette kutsanıyor. Aile içinde, okulda kısaca hayatın her alanında uygulanan şiddet ile birlikte itaat etmek daha çocuk yaşlardan itibaren öğretilir. Bu nedenle ekonomik özgürlüğünü kazanmış olanlarda bile Osmanlı döneminden kalma biat etme kültürü hala birey olmaya, bireysel düşünmeye engel olabiliyor.
Toplumu şiddetten arındırmak için evrensel insan haklarını temel alarak savunan bir adalet sistemine ve buna uygun herkese eşit olmak kaydıyla uygulanan yasalara ihtiyaç var. Ayrıca ivedilikle daha ilkokullarda başlatılan etnik ve inanç farklı olanı aşağılayan ve asimilasyon amaçlı uygulamalara son verilmeli. Bir kadına tekme atma hakkı sadece doğuma kadar karnındaki çocuğunun hakkıdır.
A.Güllüoğlu
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.