Kimseye ders vermek gibi bir niyetim yok. Ancak kavramlar doğru tanımlanmadığı sürece Ortadoğu'daki gelişmeleri anlamak, doğru tavır koymak mümkün değil. Mümkün olmadığı gibi alınan tavır birilerinin özel çabalarla yönlendirdiği yanlış değerlendirmelere de neden olabiliyor. Daha önceki yazılarımda değindiğim barış ve demokrasi gibi emperyalizm ve dolayısıyla antiemperyalist olmak kavramlarıda çarpıtılarak dostu düşman, düşmanı dost olarak gösterilmek isteniyor. Baştan belirtmekte yarar var, kapitalizmin egemen olduğu ülkeler antiemperyalist olamaz. Olsa olsa emperyalizmle aralarında hâkimiyet altına aldıkları uluslar üzerindeki çıkarlarını koruma konusunda aralarında sömürülen pay alma üzerinden çelişki olabilir. Bu nedenle başka ulusları egemenlik altında tutan ülkelere karşı olmadan emperyalizme karşı tavır alınamaz. İran böyle bir ülke.
Hizbullah Örgütü ise İran molla rejiminin Doğu Kürdistan, Azerbaycan ve Belucistan Eyaletlerinin özgürlüğü için mücadele eden muhalif gruplara karşı kullandığı, tetikçilik dahil pis işlerini yapan bir örgüt. Kendisi savaştan kaçınan molla rejimi IŞİD’in Şia versiyonu olan bu örgütü İran'ın Ortadoğu'da yayılmacı politikaları için kullanıyor. Bu örgüt ile Lübnan'da Şia şeriatını esas alan, Sünnilere yaşam hakkı tanımayan bir devlet kurmak istiyor.
Bilinen bu özelliklerine rağmen Türk solu ve sağı ABD ve İsrail'e karşı Hamas, Hizbullah ve İran'dan yana tavır aldı. Kürdlerin bu savaşta en ufak bir kazanımları olma ihtimaline karşı bu tavır anlaşılabilir. Ancak DEM Partiyi yöneten atanmış yöneticilerinin de aynı tavır içinde olması izaha muhtaçtır.
DEM Parti de çoğu parti gibi Dr.Serefkendi ve arkadaşlarının 1992 yılında Sosyalist Enternasyonel Toplantısı için gittikleri Berlin'de İran mollalarının emri ile suikast düzenleyerek öldürülmesini sağlayan Nasrallah için taziye mesajı yayınladı.
Oysa Kürd karşıtı olduğu bilinen Hizbullah örgütü ve lideri Nasrallah ayırım gözetmeden Peşmerge ve YPG'yi ABD'nin kiralık çeteleri olarak değerlendiriyordu.
Olası bir Kürdistan'ın kurulmasına da "İkinci bir İsrail olur” diye karşı çıkan yine Nasrallah. Devlet içinde olduğunu iddia eden bu örgüt Lübnan halkının da başına bela olduğunu unutmamak gerekiyor. Elinde bir sürü masum insanın ve Kürd aydınlarının kanı olan Hizbullah lideri Nasrallah için Grup Yorum ezgi besteledi.
Ayrıca tabanındaki yurtseverlere rağmen sosyal şoven egemen ulus solunun peşinden giden DEM Parti'nin atanmış yöneticileri mollaların hemen her gün yaptığı idamları, öldürülen kolberleri ve saçı gözüktüğü için dövülen kadınları ve özelliklede dövülerek öldürülen Jina Emini'yi çabuk unuttular.
Yıllardir HDP'yi kastederek "Terör örgütü üyeleri mecliste olmasın, hazine yardımı kesilsin" diyen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli 28.dönem yasama yılı için yapılan tören sonrası DEM Partinin atanmış eş başkan ve yöneticilerinin yanına giderek tokalaşıyor. Kuliste bu durumu soran gazetecilere de "Dünyada barışı isterken kendi ülkemizde de barışı sağlamak lazım" diyor. Bahçeli’nin bu sözlerine tokalaşma yarısına giren DEM Partili Sakık "Bahçeli'nin bu sözlerini önemsiyoruz. Tokalaşmamızı eleştiren troller umurumuzda değil" diyor. Sakık unutmuş rolüne yatabilir ancak Bahçeli'nin tokalaşmadan bir kaç saat önce "Demlenmiş fosiller, Devşirmeler" dediğini unutmayanlarda var.
Yapılan yorumları bir yana bırakalım, Devlet Bahçeli'nin bu tavır değişikliği ve ettiği sözleri ister istemez kurucu iradenin Yunanistan'a karşı "Kurtuluş Savaşı" verdikten ve içerideki başkaldırıları tek parti rejimi istendiği gibi çözdükten sonra söylenen "Yurtta sulh-Cihanda sulh" sözlerini hatırlattı.
AKP HDP'den sorunları konuşmak için randevu talep ettiğinde SS Önder "Kaçak çaylarını içer giderler” diyerek bir araya gelmenin önünü kesmişti. Şimdi siyasette yumuşama Devlet Bahçeli ile tokalaşarak başlanıyor. Anlaşılan yıllardır sözünü ettikleri "Onurlu barış" bu olsa gerek. Siyasette yumuşama isteniyorsa bu MHP ile değil iktidar partisi AKP ile olur.
Bir diğer dikkat çekici gelişme yıllarca iktidarla birlikte halka karşı oynadıkları iyi polis-kötü polis oyuna devam eden CHP yeni genel başkan Özgül Özel ile de ABD'de yapımında çeşitli şaibelerin olduğu Türk Evi için yaptığı açıklamalar ile iktidarı söylentilere karşı aklaması, telefonlara Cumhurbaşkanı geldiğinde ayağı kalkın mesajı kalkınmasını telefonlara gönderilen mesaj ile istenmesi
TBMM'de Devlet Bahçeli ile karşılıklı gönül alma üzerine yaptıkları sohbetten anlaşılan Kuvayı Milliye ruhunun yeniden canlandırılıyor.
2013 yılında söz alan atanmış eş Başkan Pervin Buldan mecliste "Biz de BDP Grubu olarak Gazeteci-Yazar Sayın Uğur Mumcu'nun ve Sayın Gaffar Okkan'ın katledilişlerinin yıl dönümünde her iki insanımıza, yurttaşımıza Allah'tan rahmet diliyoruz" demişti. Rahmet dilemekten Haniye ve Nasrallah'ta nasibini aldı. Bakalın daha kimler alacak?
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın son yollarda iç politikada sürekli beka konusunu işleyip sıcak tuttuğunu biliyoruz. Hamas'in başlattığı ve Hizbullah’ın devam ettirdiği savaşta da "Vaat edilmiş topraklardan" söz ederek lafı beka sorununa getirdi. İsrail bir kehanetten yola çıkarak Kuzey Kurdistan'ı da vaat edilmiş topraklara (Arz-ı Mev'ud) katabilirmiş.
Bu iddia Kürdlerin kökeni ile ilgili bir zamanlar söylenen "Kart-Kurt" iddiası kadar komik.
Kürdler bu iddiaya inanacak kadar aptal mı? Ayrıca İsrail kurulduğunda bu kehanet vardı. Buna rağmen İsrail'i ilk tanıyan devlet yine Türkiye oldu.
Yukarıda değinmeye çalıştığım gelişmeler karşısında "Kimin eli kimin cebinde belli değil" demek gerekir. Çünkü kimin elinin kimlerin cebinde olduğu artık belli, kimse gizleniyor.
Bütün bu gelişmeler ve yaşanan olaylar sonrası Türkiye’de sürecin nerelere evirileceği konusunda devletin derinlerinde Avrasyacılar ile Ergenekoncular arasında verilen kavganın detaylarını bilmesekte beka konusunda izlenmesi gereken politikada uzlaşma olduğunun sinyallerini veriyor.
Ortadoğu’da son gelişmelere bakınca daha iyi anlıyoruz. İmralı, Kandil ve DEM Parti'nin atanmış yöneticileri elbirliği ile İran'dan sonra sıranın Türkiye'ye geleceği varsayımıyla adım adım tabanı pasifize ederek bu günlere gelindi.
A.Güllüoğlu
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.