İktidar partisi ve ortağı hariç bütün partiler seçilmiş Belediye Başkanı'nın görevden alınmasının hukuk devletinde olmaması gerektiğini tekrar edip duruyorlar. Doğrudur hukuk devletinde seçilmiş belediye başkanı yerine kayyum atanmamalı. Ama hukukta olmaz denilen ne varsa Türkiye'de kılıfına uydurularak olur hale getirildi. Kayyum atanması da bunlardan sadece biridir.
15 Temmuz 2016 darbe girişimini fırsat bilen iktidar OHAL ilanı ile birlikte istenmeyen belediye başkanlarının yerine kayyum atama yetkisini Kanun Hükmünde Kararname ile vesayet makamına verdi. Dün olduğu gibi bu gün de verilen bu yetki Belediye Başkanları'nın üzerinde "Demokles'in kılıcı gibi" sallandırılıyor.
Hakkari Belediye Başkanı’nın yerine kayyum atanması için on yıl önce açılan davanın sonuçlanması bile beklenmedi. Önce görevden alınıp tutuklandı sonra jet hızı ile 10 yıl 6 ay ceza verildi.
Cumhurbaşkanı Hakkari Belediye Başkanı'na kayyum atanmasına "Bu daha başlangıç" dedi. Hakkari’de sonra sırada kayyum atanmak istenen 26 belediyenin daha olduğu da söyleniyor. İktidar Kirli Hendek Savaşında ilçeleri nasıl sıraya koyduysa kayyum atanacak belediyeleri de aynı şekilde sıraya koymuş.
İktidar tepki olacağını bile bile neden kayyum atanıyor? Çünkü seçim yenilgisine uğramasındaki önemli nedenlerinden biri mutfaktaki yangındı. Yangın artarak devam ediyor. Buna ilave Rojava (Batı Kürdistan) seçim yapmak, Güney Kürdistan Federasyonu ise bağımsızlık istiyor. İktidar en azından bu üç soruna karşı kayyum atayarak gündemi değiştirmek istiyor.
Ancak üzerinde durulması gereken seçim öncesi kayyum atanacağı defalarca iktidar ve ortağı tarafından tekrar edildi. Önceki deneyimlerden de iktidarın kayyum atayarak sürekli gündem değiştirdiği bilinmesine rağmen DEM Partiyi yönetenler aday tespiti yaparken neden gerekli özeni göstermedi? Neden yerlerine kayyum atanacağı bilinen adaylar ile seçime gidildi? Seçmenin karşısına kayyum atanacağı bilinen adayları çıkarmak iktidarın yaptığı gibi seçmenin iradesine yapılan saygısızlık değil mi?
DEM Partiyi yönetenler bu sorulara ivedilikle yanıt vermek zorundadır.
"Kimi aday göstersek yine kayyum atanacaktı" demek yanıt değildir. Bu gerekçenin doğru olduğunu varsayalım, o zaman neden seçimlere katıldınız?
Yoksa DEM Parti'yi yönetenler seçimde oy kaybının nedenleri üzerinde yapılan yorumlara karşı gündem değiştirmek için kayyum atamalarını kullanmaya ihtiyaç mı duydu? Anlaşılan tabandaki yönetime karşı gelişen eleştiri ve adayların belirlenme biçimine karşı gelişen hoşnutsuzlukları ötelemek için DEM Parti'yi yönetenlerin de iktidar gibi kayyum atanmasını kullanmaya ihtiyaçları varmış. İktidarla birlikte bilerek lades mi yapıldı diye insan düşünmeden edemiyor.
DEM Partiyi yönetenlere kazanılan onlarca belediye içinde neden Eskişehir gibi örnek gösterilecek tek bir Belediye yok diye sormak gerekmiyor mu?
Siyasette bedel ödemek, ödenen bedel üzerinden mağdurları oynamak bir yere kadar vardır. Ancak yol açacağı zararı bilerek ya da bilmeden yapılan eylemler ile halka bedel ödettirmek, ödenen bedel üzerinden mağdurları oynamayı esas alan siyaset biçimi olamaz. Bu ülkede mücadele etmese bile bedel ödemeyen tek bir Kürd yoktur. Çocukları eğitim hayatına başladığı daha ilk günde kendi varlığını inkar etmek zorunda bırakılır.
Ezilen bir ulusun mücadelesi UKKTH için (Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı) verilir. Ulus adına yapılan eylemlerde ulusun yararı gözetilir, zarar verecek Güvenlik kuvvetlerinin karşısında halkı çaresiz bırakacak eylemler yapılmaz. Ama örgüt çıkarı için yapılan eylemde üç-beş militan kazanmak için yüzlerce insani gözden çıkarabilir. Bu anlayış ile örgüt çıkarı için yapılan eylemler ulusal enerjiyi tüketiyor. "Nerede hareket orada bereket" Türk solundan kalma yanlış bir anlayış. Bu mantık ile yapılan eylemler yıllardır örgüte militan kazandırmak için yapılıyor. Mesela örgütün sesi duyulsun diye sıradan bir karakolu basmak halkın yararına yapılan bir eylen değildir.
Vahim sonuçlarla dolu Hendek Savaşında ilçeler yerle bir edildi, binlerce genç öldürüldü ve yüzbinler evini, yurdunu terk etmek zorunda kaldı. Asimile edilmek üzere göç ettirildi. Halkı çatışmanın ortasında bir başına bıraktıktan sonra "Bu kadar zalim olduklarını bilmiyorduk" denemez. Ama örgüt bunu der ve özeleştirisini de vermezler. Çünkü halk onların deney tahtasıdır.
Yurtsever kadınlar toplumsal direnişlerin olmazsa olmazıdır. Kadına ve başlarına örttükleri beyaz tülbente (neçek) en çok saygı duyan halk Kürdlerdir. Kan davası için yapılan silahlı kavgada bile beyaz tülbent ortaya atıldığında çatışma biter. Ancak bu saygı eli öpülesi kadınları ve çocuklar "Türkiye'ye demokrasi getirmek" örgüt tarafından kullanılıyor olduğunu görmemize engel olmamalı.
Kolluk kuvvetlerine karşı direnişlerde önce ulusal irade ile birlikte genç-yaşlı, kadın-erkek katılımı ile yapılırdı. Sonra 90'lı yıllarda Newroz direnişlerinde olduğu gibi kadınlar ve çocuklar kolluk kuvvetlerinin önüne sürüldü. Erkekler kadın ve çocukların arkasında konu mankeni olarak yerlerini alırdı.
Günümüzde ise eli öpülesi yaşını başını almış bir kadını elinde bastonu ile Hakkari'de kayyuma karşı beyaz başörtüsü ile tek başına kolluk kuvvetlerinin önünde propaganda malzemesi yapılıyor. Ortada genel bir ayaklanmaya da "devrimin şafağında" olsak neyse. Barışın simgesi beyaz başörtüsü Kürd'lerin kutsalıdır, olur-olmaz her yerde kullanılmaz.
Değerini ve anlamını bilenlere karşı kullanılır. Değerini ve anlamını bilmeyenlere karşı kuruyabiliyorsan kullanırsın. Koruyamıyorsan başörtüsünü takanla birlikte yerlerde sürüklenir.
Bu nedenle beyaz başörtü takan kadınları sıradan eylemlerde kullanmak etik olmadığı gibi bundan siyasi beklenti umanlar insanın midesini bulandırıyor.
Kürd halkı ve özellikle yaşlı kadınları örgüt yöneticilerinin kendi siyasi amaçları için kullanılacak malzeme değildir.
Yaşlılar ulusal mücadelenin temelinde yer alan yapı taşlarıdır.
Bu arkadaşların demokratikleşmeden anladığı AKP gitsin CHP gelsin. Bunun Kürd'lere ne faydası var? İktidar mücadelesi veren partiler arasında ulusal mücadele katkısı olacaksa taraf olunur, birileri istedi diye taraf olunmaz. Kürdçe mecliste tutanaklara bilinmeyen bir dil olarak geçtiği halde TBMM'de Başkan yardımcısına ne demeli? Demokratikleşme ve Türkiyelileşme bu mu?
"Kürdistan'ı altın tepside verseler istemem", diyenlerin peşinden gitmek yerine ve bir yerlere yaranmak için "Kürdistan'ı Türkiye'ye kattık, daha ne yapalım" diyenler arasında tercih yapmak yerine ikisine de tabanı oyalamayı da bırakın demek gerekmiyor mu?
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.