Resmi ideolojinin içeride ülkeyi yönetmek için kullandığı araçlardan biri " Böl ve yönet", dış politikadaysa "Birleş ve yönet" politikasıdır. Hamas'ın terör saldırısı ile başlattığı, Netanyahu'nun devlet terörü ile devam ettirdiği kirli savaşa karşı siyasi islamı savunanlar ile egemen ulus liberal ve "solcularının" tepkileri aynı çizgide başarı ile birleştiler. Ülkede Yahudi düşmanlığı ve Filistin halkı görünümünde Hamas aşkı almış başını gidiyor. Televizyoncuların halk ile yaptıkları röportajlarda neredeysen herkes Gazze'ye gönüllü gidip savaşmak ve şehit olmak istiyor. İsrail bayrağını yakan, yerlere atıp üstüne basanların hırsı geçmeyenlerin İsrail bayrağını parçalayıp yiyenleri şaşkınlıkla izliyoruz. Ülkenin her yerinde yapılan mitinglerde "İsrail'e ölüm" gibi benzeri sloganlar atılıyor. Gazze'yi bombalar ile yok edeceğini söyleyen Netanyahu ile "İsrail'e ölüm" diyenler arasında hiç bir fark yok. Fark varmış gibi değerlendiriliyor.
Yıllarca ben de çoğu arkadaşım gibi bütün halkların kardeş olduğuna inandım ve savundum. Kardeş kadar yakın Türk, Arap, Süryani, Laz, Rum, Ermeni ve Çerkez çok sayıda dostlarım oldu. Kişisel olarak başka bir halkı kardeş olarak görülebilir ama halkların kardeş olduğuna ben artık inanmıyorum.
Egemen ulus solcuları ile Türk İslam Sentezini savunanlar sürekli Kürd'lerle Türk'lerin kardeş olduklarından söz ederler ama Kürd'lerin ulusal haklarından yoksun bırakılarak yaşadığından söz etmezler. Değerli Musa Anter'in belirtiği gibi bu kardeşlik tanımı "Türk solu" için dahi Kürd'ler her zaman tırnak oldu. Ulusal talepleri söz konusu olduğunda Kürd'ler yalnız kalır ve tırnak gibi kesilirler. Yine bu iki kesim için dünyadaki bütün halklar kardeş olabilir, yanlız Yahudi halkı hariç.
Gazze'de bombalanan hastane için Filistin'den sonra yas ilan eden ülke bildiğim kadarıyla ikinci ülke Türkiye.
İsrail'in yayılma siyasetine karşı çıkanlar Musul ve Kerkük üzerinde hak iddia etmeleri çifte standart değil mi? Afrin'e atılan bombaları CHP'li kadın belediye başkanı dahil değişik partilerden çok sayıda siyasi imzalamıştı. Gazze'ye atılan bombaları da İsrail'de imzalayanlar var. Bombalara imza atılması çok çirkin olmasına rağmen neden aynı oranda karşı çıkılmıyor, aradaki fark ne?
Siyasilerin yaptığı açıklamalarda, gazete ve televizyon kanallarında, yapılan mitinglerde gösterilen tepkiler Netanyahu yerine Yahudi halkına duyulan ön yargı, ayırımcılık kin ve nefret (Antisemitizm) öne çıkarılıp körükleniyor. Filistin halkına yaşatılan acıda payı yokmuş gibi terör örgütü Hamas'a "sütten çıkmış ak kaşık" gibi değinilmiyor. Mitinglerde "İsrail'e ölüm" demek ile "Gazze'yi yok edeceğiz" diyenlerin mantığı aynı değil mi?
Parlamentoda HEDEP dahil bütün partiler Gazze'ye destek için yazılan bildiriye birlikte imza attılar. İmzalanan ortak bildiri metnini de HEDEP'li meclis başkan vekili olan Sırrı Süreyya Önder'e okutturuldu. Bununla birlikte düşündürücü olan PKK ve YPG gerekçe gösterilerek hazırlanan sınır Suriye ve Irak tezkeresi oylandığı oturumu da Sırrı Süreyya Önder'e yönettirildi. CHP'nin meclise taşıdığı 6'lı masayı oluşturan partilerin millet vekillerinin tamamının CHP'nin aksine teskereye evet oyu vermeleri de değerlendirilmesi gereken bir konudur.
Sınır ötesi operasyonlar için CHP'nin anayasaya aykırı olduğunu bile bile iktidara açıktan verdiği desteği bu sefer veremedi ve mahalli seçimde ihtiyaç duyacağı Kürd oylarını yeniden bölüp almak için hayır oyu kullandı. Hayır oyu kullanmasına rağmen parlamentoya taşıdığı 6'lı masadaki partilerin millet vekilleri ile dolaylı yoldan da olsa evet oyu verilmesini sağladı. Yazılan senaryoda ana muhalefet partisi olarak kendine biçilen rolü her zamanki gibi CHP yine başarıyla oynadı.
"İyi polis, kötü polis" gibi iktidar ile ana muhalefet arasındaki böylesi trajikomik oyunların senaryosu Türkiye’de başarı ile yazılıp oynanır.
Bir diğer ilginç konu da teskere oylanırken HEDEP millet vekilleri ile AKP ve İYİ Parti millet vekilleri arasında "tansiyonun" hayli yükseldiğine ülkede Kürd'lerden yana yapılan muhalefet varmış gibi dikkat çekiliyor.
Oysa seçim sonrası yapılan eleştiriler sonucu ismini değiştirerek "halkların kardeşliğinden halkların eşitliğine" terfi eden HEDEP mecliste hız kesmeden Türkiyelileşme siyasetine atanmış yeni eş genel başkanları ile devam ediyor. Seçimlerde izlediği ilkesiz siyaset ile verdiği öz eleştirinin yanında "Çöpe attık" dedikleri Kürdistan ile ilgili verilmiş kayda değer bir sözleri dahi hala yok.
Türk televizyon kanallarının İsrail'e gönderdiği savaş muhabirleri canlı yayınlarda Gazze halkına yaşatılan acıdan söz edip İsrail aleyhine yorumları yapabiliyorlar. Ama Rojava'da yaşananlar ile ilgili Türkiye'de PKK karşıtı olanlar söz edemiyor, düşüncelerini yazamıyor. Rojava'da, Afrin'de halkın yaşadığı acılardan söz etseler PKK'li terörist diye suçlanacak ve yargılanacaklar.
İsrail'de Filistin'in bağımsız devlet olma hakkını savunanlar Kürdistan'ın güneyinde Kürd'ler ve diğer halklarla birlikte bağımsız devlet olabilmek için yaptıkları referandumu yok saydılar. Her parçada Kürd'lerin ayrılma hakkı gibi otonomi ve federasyon talepleri emperyalizmin (ABD, İsrail ve BOP'nin) oyunu sayıldı. Filistin halkının Gazze'de yaşadığı olaylar gibi benzeri acı olayları yaşayan Kürd'ler olduğunda farklı tavırlar alınır ve olaylar çifte standart ile farklı değerlendirilir.
İsrail’in sivil insanların bombalaması insanlık suçudur ve devlet terörüdür, Hamas'ın esir aldığı sivilleri canlı kalkan olarak kullanması da insanlık suçudur ve örgüt terörüdür. İnsanların yaşadığı acı olaylara at gözlüğü takarak bakılmamalı. Yaşanan acılar etnik yada inanç gruplarına göre değil vicdani olarak değerlendirilmeli. Gazze'de halkın yaşadığı acıyı malzeme yapıp siyasi olarak kullananların Gazze halkına o acıları yaşatanlardan hiç bir farkı yoktur.
Hamas'ın yaptığı terör eylemlerinin karşılığı olarak Gazze'de yaşayan sivil halkı cezalandırmak devlet terörüdür. Filistin halkının bağımsız devlet olma hakkı olduğu gibi Yahudi halkının da İsrail'de güven içinde yaşama hakkı vardır. Birini savunup diğerini görmezden gelmek olmaz. İkisi birlikte, ayırım gözetmeden desteklenmelidir.
A.Güllüoğlu
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.