Osmanlı İmparatorluğu’nun birinci ve ikinci meşrutiyet döneminde Meclisi Mebussan da Kürdler ve diğer azınlık millet vekilleri kendi etnik kimlikleri ile temsil ediliyordu. Türkiye’nin kuruluş yıllarında da Kürd'ler ve diğer azınlıklar kendi kimliği ile TBMM'de temsil edildi.
Kürdler ve elde kalan azınlıklar ile siyasetteki balayı dönemi Lazan Antlaşması imzalandıktan sonra (24.Temmuz.1923) ve 24 anayasasının ilan edilmesi ile (20.Nisan.1924) son buldu.24 Anayasasında sonra etnik ve inançta farklı olanı asimile etmek için her yol denendi ve şiddet dahil her uygulama mubah sayıldı.
Farklılıklarına rağmen başta Kürd'ler olmak üzere uzun süre hazırlık çalışması yapılan Türk-İslam sentezi esas alınarak asimilasyon politikası resmiyet kazandı ve devlet politikası haline geldi.
Kürdçe eğitim veren medreseler kapatıldı. Yerlerine Latin alfabesi ile Türkçe eğitim veren Yatılı Bölge Okulları açıldı. Yapılan katliamlar sonrası mecburi iskan politikası uygulandı. Yerinden, yurdundan alınan aileler gönderildikleri yerlerde nüfusun %5'ini geçmeyecek şekilde yerleştirildi. Gayrimüslim çocukları ailelerinden zorla alıp asimile ederek önce Müslüman, sonra çeri (asker) yaptıktan sonra kendi milletine karşı sefere yollayan Osmanlı gibi "Gavura göre Müslüman sayılan" Kürd çocuklarını Türkleştirmek için M.E. Bakanı Reşit Galip'in yazdığı Andımız Marşı 1933 yılında okutulmaya başlandı.
Modernleşme adına kıyafet yasakları getirildi dönem yasaklanan kefiye, şal u şepik gibi Kürd giysileri uluslar arası folklor yarışmalarında Türkiye adına birincilikler kazanıyor.
Kurucu irade tek parti dönemine çok partili görünümü vermek için kendi adamlarına parti kurdurdu. İsmet İnönü, Kazım Karabekir, Celal Bayar ve Fevzi Çakmak'ın sonradan katıldığı Komünist Fırkası (1920'de) gibi Serbest Cumhuriyet Fırkası bizzat Atatürk'ün emri ile kuruldu. Yine 1920 yılında Türkiye Komünist Partisini kuran Mustafa Suphi ve 14 arkadaşı Karadeniz'de öldürüldü.
Tek parti düzenine tepki artınca CHP içinden Menderes gibi millet vekilleri ile Kurtuluş Savaşı'nın Galip Hocası, Atatürk’ün Başbakanı Celal Bayar'ın kurduğu Demokrat Parti ile çok partili sisteme geçildi.
Çok partili sisteme geçiş ile birlikte asimilasyon politikası da yumuşatılarak yeniden uygulanmaya başlandı. Deyim yerindeyse CHP ile Demokrat Parti "İyi polis, kötü polis" rolünü oynamaya başladı. Kürd isyanlarında yer aldığı için tek parti döneminde (CHP) sürgün ya da idam edilen ve mezar yerleri bu gün bile gizli tutulan ailelerin çocukları yine asimilasyon amaçlı Demokrat Parti'den millet vekili yapıldı.
Kurucu irade günümüzde sistem karşıtı parti kurmak yerine kurulmasının önünü alamadığı partileri denetimi altına alıyor.
Yurtdışından "Kürdler baskı altında ve sorunları var" diyenlere karşı millet olanları Kamuran İnan gibi bakanları ve "Kim ben Kürdüm dese yüzüne tükürün" diyen Cemal Gürsel'in Cumhur Başkanı olmasını örnek gösterip "Kürd'ler bu memlekette birinci sınıf vatandaştır" denilerek Kürdlere uygulanan baskıları içerde ve dışarıda meşruiyet kazandırmak istendi.
Kurucu irade ülkede uygulanacak demokrasinin sınırlarını kırmızı çizgilerini yasa ve yönetmelikler ile belirlemiştir. Bu çizgilerin aşılmasına kesinlikle izin verilmez. Belirlenen yasa ve yönetmelikler ülkeyi yönetmeye yetmediğinde de komünizm, şeriat, bölücülük gibi bahanelerle gizli ya da açık darbeler yapıldı. Kırmızı çizgilere (Türk-İslam Sentezine) bağlı kalarak ülkenin daha rahat yönetilebilmesi için yeni yasa ve yönetmelikler çıkarıldı.
Ülkeyi yönetenlerin kendi oluşturdukları anayasaya uymak zorunda olmalarına rağmen "Anayasa bir kere çiğnemekle bir şey olmaz" dendi. Gerekli görüldüğünde anayasaya aykırı Kanun Hükmünde Kararname'ler çıkarılarak ülke yönetildi.
Kanun Hükmünde Kararnamelere muhalefet etmesi gereken CHP yapılan sınır ötesi operasyonların "anayasaya aykırı" olduğunu bilerek mecliste yapılan oylamalarda evet dediği akıllardadır.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden bu güne Kürd'ler ve "Kürd asıllılar" her dönem ve her partiden (MHP dahil) millet vekili, bakan, Genel Başkan hatta mecliste başkan vekilliği yapıp oturumları yönettiler. Buna rağmen her dilin serbest olduğu ve kürsü dokunulmazlığı olduğu TBMM'de yazılı olmamasına rağmen Kürdçe yasaklı bir dildir. Söylenen üç beş Kürdçe kelime de zabıtlara hala bilinmeyen bir dil olarak yazılıyor.
Tabanı Kürd olmasına rağmen Türk solunun görüşleri ile yönetilen DEM Parti demokrasi ve Türkiyelileşme mücadelesinin önünde engel olarak AKP iktidarını görüyor ve gitmesi gerektiğini savunuyor. Kurucu iradenin oluşturduğu, bu günde devam eden politikada AKP gitse yerine CHP gelse asimilasyon anlayışında değişen bir şey olmaz. Uygulanan devlet politikasıdır.
Çağımızda evrensel ilke olan UKKTH'nı savunmayan hiç bir demokrat değildir, demokrasi mücadelesi veremez.
Akıllara "O zaman genel seçimlerde ne yapalım?" sorusu gelebilir. Sağda ya da solda olması hiç fark etmez UKKTH'nı savunan bir partiye hiç bir şart ve talep öne sürmeden destek verilebilir. Kürdler ve ulusal mücadele açısından iradelerini yansıtabilecekleri yerel seçimler genel seçimlerden çok daha önemlidir.
Körfez Savaşı ile birlikte Irak'ta dengelerin değişmesi ile Güney Kürdistan'daki kazanımların Birleşmiş Milletler'de de kabul görmesi diğer üç parçada da ulusal bilincin güçlenmesinde etkili oldu. Kurucu irade bu yeni gelişme üzerine yeni hesaplar yapılmaya başlandı. Türkiye savaş sürecinde yenilediği silah gücü ve oluşturduğu 80.000 kişilik korucu ordusu ile PKK'yi eylem yapamaz duruma getirdi. Güney Kürdistan'daki gelişmeler ile birlikte sınır güvenliğini sağlamak için Irak Merkezi Yönetimi'nin onayı ile PKK ile savaşı Güney Kürdistan'a taşıdı.
Kurucu irade yukarıda saymaya çalıştığım akla hayale gelmeyen yöntemleri yüzyıl kesintisiz uygulamasına rağmen Kürdleri asimile edemedi. Yüz yılda yapamadığını ikinci yüzyılda yapmak istiyor. Bu artık mümkün değil. Çünkü Kürdistan dört parçada. Her parçada yaşanan gelişmeler uluslararası boyut kazandı. Parçaların birindeki ulusal kazanım diğer üç parçada "Dipten Gelen Dalga" etkisi yapıyor. Sorunları eşitlik temelinde tartışmanın zamanı geldi ve geçiyor.
A.Güllüoglu
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.