Yanlış hatırlamıyorsam 75 yada 76 yılıydı, Edirne'den Hakkari'ye kadar dağa taşa Karaoğlan yazıldığı dönem.12 Mart darbesinin şoku atlatılmış, sol fraksiyonlara bölünmesine rağmen yeniden örgütlenmeye başlamıştı. Bu gün olduğu gibi o günlerde de umut ile demokrasi beklenen CHP Tandoğan Meydanında miting yapıyordu. Kürsüde de konuşmacı Genel Başkan Bülent Ecevit vardı. Sosyalizmi yeni yeni öğrenen bizler emekçilerin olduğu gibi bütün halkların da kardeş olduğuna inanıp savunuyorduk. "Bütün halklar kardeştir” sloganını atarak miting alanına girmek istediğimizde Ecevit kürsüden bizleri işaret ederek
"Maocu bozkurtlar geliyor, onlara engel olun" diyerek bizleri işaret etti. Önce CHP gençlik kolları, yetmeyince polis alana girmeyelim diye bizlere saldırmıştı. Yine Ecevit'in başbakan olduğu iktidar olduğu dönemde önce İnsan Hakları Bakanı olan Hikmet Sami Türk sonra Adalet Bakanı oldu ve cezaevlerinde direnen siyasilere "Hayata Dönüş Operasyonları” adı altında en acımasız, en kanlı müdahaleler yapıldı. H.S.Türk daha sonra "Benim değil devletin kararıydı" demişti. Demokratik solun mimarı yine Ecevit’tir. Ecevit’in ne kadar demokrat olduğu Merve Kavakçı'nın başı örtülü diye yemin törenine engel olduğu hakaret ve küçük düşürücü protesto da ortaya çıktı.
Bu günün CHP'si de Ecevit döneminde olduğu gibi ne olursa olsun statükoyu koruyarak asimilasyonun devamını sağlamak anlayışı ile yönetiliyor. CHP’nin demokratlığını özellikle OHAL, kayyum, dokunulmazlıkların kaldırılması, sınır ötesi operasyonlar gibi antidemokratik yasa ve uygulamalara evet oyu verdiği yere kadardır. Yani kendi deyimleri ile "sözde" demokrattır. CHP’nin bu yönü iyi bilinmesine rağmen başta Demirtaş olmak üzere HDP ve YSP yöneticileri talep öne sürmeden Kılıçdaroğlu’nu hiç bir şart öne sürmeden destekleme kararı aldılar. Destek için sadece AKP karşıtı olmak yeterli sayıldı. Kapalı kapılar arkasında alınmış sözler varsa dahi bu sözler "Suya yazılmış yazı gibi” olup hiç bir anlamı ve değeri yoktur. Millet ittifakı seçimi kazansaydı İttifakını oluşturan diğer partiler ve sonradan ittifaka kaynak olan Ümit Özdağ verilmiş bir söz olsa dahi uygulanmasına izin vermezlerdi. Aslında Türkiye'lileşmek iddiası olanların tekçi partilerden birini desteklerken Kürd'ler adına kayda değer bir talepleri zaten olamaz. Talep olmayacağını İstanbul belediye başkanlığı seçiminde Topal Osman'ın torununa verilen destekte de gördük. Şimdi hemen İstanbul Büyük Şehir Belediye'si Kürd dili ve kültürü ile ilgili olumlu adımlar atıyor diyenler çıkacak. Onlara yeterli bulmadığım halde TRT 6'i AKP'nin kurduğunu, ilkokullarda andımızın okutulmasını yine AKP'nin kaldırdığını hatırlatmak gerekiyor.
Geçmişte yapılan kıyımlar için özür dileyerek tarih ile yüzleşmek yerine Kılıçdaroğlu sadece "helallik" istiyordu. Tarih ile yüzleşmek ile helallik istemek bir olmadığı gibi helallik istemenin yaşanan kıyımların tekrar etmeyeceği anlamına da gelmiyor. Yalçın Küçük'ün öğrencileri Kılıçdaroğlu'nu da tıpkı 70'li yıllarda Ecevit'e verilen benzeri destek gibi demokrasi beklentisi ile el birliği ile umut haline getirildi.
Türkiye'nin kurucu partisi olan CHP aynı zamanda seçimde oluşan iki ittifakında savunduğu tekçilik düşüncesinin fikir babasıdır. Kısaca farklı olanın varlığını, haklarını inkar eden bir partidir. Aynı zamanda iktidarda olsun yada olmasın mevcut statükocu rejimin koruyucu emniyet sigortasıdır.
6'lı masayı da oluşturan CHP'nin gerek iktidar gerekse muhalefet olduğu dönemlerde iddiası eşitlik ve demokrasi olmadı. CHP’nin sorunu sadece "AKP iktidarının yıprattığı statükoyu en iyi ben korurum ve düzeltirim" düşüncesidir. Yani Türk tipi başkanlık sistemi yerine eski, bilinen parlamenter sistemi ile statüko daha iyi korurum anlayışını savunuyor. Çünkü sağı ve solu ile Ķürd'lerin birlik olması halinde Türk tipi başkanlık sistemini savunanlarında seçim kazanmak için oylarına ihtiyaçları olacak. Böylesi bir durumda olası ilkeli bir ittifakta ile denetlenebilir bir başkanlık sistemine, dolayısıyla eyalet sistemine geçiş ihtimali her zaman olacak.
Hatırlayalım, buna engel olmayı düşünen Yalçın Küçük'ün öğrencilerinden biri "Ver başkanlığı al özerkliği diyenler kusura bakmasın. Biz demokrasi mücadelesi veriyoruz. Sadece Kürde demokrasi olmaz. Eğer derdimiz sadece Kürdlerin hakları olsaydı bir yolunu bulup Erdoğan ile anlaşabilirdik. Ancak halkların sorunları çözülmezdi” demişti.
Yine Yalçın Küçük'ün öğrencileri ulusal mücadeleyi rayından saptırmak için sosyalizm sosuna bulanmış emek-sermaye çelişkisini ulusal mücadelenin önüne koydular.
İlkesiz ittifaklar tercih edildi.
Ulusal mücadeleden yana olan Kürd'lerin asgari müşterekler içeren ittifak politikalarını oluşturmalarına acil ihtiyaç var.
Asgari ilkeleri (Anayasal teminat, anadilde eğitim, eşit haklar, federasyon yada özerklik gibi) kabul eden hangi parti olursa olsun onlarla ittifak kurulur. İttifak kurulacak partileri belirleyecek olan Kürd'lerin öncelikli sorunu ulusal sorundur. Bu gün için emek- sermaye çelişkisi öncelikli değildir.
İttifak kurulacak yada bir aday desteklenecekse kapalı kapılar ardında görüşmeler ile değil mutlaka yazıya dökülerek yapılmalı ve yazılanlar oy vermesi istenen halk ile paylaşılmalıdır. Kapalı kapılar ardında yapılan ittifaklar halkın taleplerini içermez.
İki ittifak arasında bir fark olmadığı halde eş genel başkan Sancar "sorumluluğumuz gereği diyerek şart öne sürmeden Kılıçdaroğlu’nu destekliyoruz" dedi. Ama nedense sorumluluklarının ne olduğunu açıklamadı.
Seçimi sadece Cumhur İttifakı kazanmadı. Sürekli "Kürd patisi değiliz" diyen Yalçın Küçük’ ün öğrencileri de seçimi kazandı. Öcalan "Türkiye'ye taşeronluk yapmaya hazırım” demişti.(Serxwbun dergisi 222. sayısında) Öcalan'a "siyasi irademiz" diyenlere de zaten "liderin sözünün üstüne söz söylemek" düşmediği için liderlerinin peşinde taşeronluk yapmaya devam ettiler. Anti sömürgeci mücadele geleneğinden gelen Kürd'lerin oylarını statükocu partinin statükoyu savunan adayına oy verilmesini başarı ile sağladılar. Sonuç yoruma gerek bırakmayacak şekilde ortada, seçimin kaybeden Türkiye'lileşmeyi savunan bir avuç atanmış yöneticinin peşinden giden Kürd'ler oldu. Siyasi örgütler görüşlerini "somut şartların somut tahlilini” yaparak oluştururlar. Bu nedenle somut şartlar değişmediği müddetçe örgütlerin görüşleri de değişmez. Atanmıslarin yönettikleri örgütler bunun dışındadır. Dışarıdan yönlendirildikleri içinde ilkeli siyaset isteselerde yapamazlar. Artık herkesin önce kendinden başlayarak yanıtlaması gereken soru 1-Çözüm için İmralı'yı gösteren atanmış yöneticileri neyi savunuyor? 2-HDP'yi kimler kurdu, kimin partisi?
A.Güllüoğlu
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.