Çeşitli üniversitelere mensup 1128 akademisyen 11 Ocak 2016 günü bir bildiri yayınladı. Bu bildiride Silvan, Cizre, Silopi, İdil, Nusaybin, Yüksekova gibi Kürt şehirlerinde yürütülen operasyonlara dikkat çekilerek “bu suça ortak olmayacağız” deniyor, barış talep ediliyordu.
Bu bildiri üzerine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yönlendirmesiyle üniversitelerde bildiriyi imzalayan akademisyenler hakkında yoğun ve yaygın bir şekilde soruşturmalar açıldı. Bu soruşturmalar YÖK’ün, üniversite senatolarının çok önemli bir meşguliyet alanı oldu.
Aydın Üniversitesi’nden (İstanbul) bildiriyi imzalayan Battal Odabaşı ilk günlerde görevinden uzaklaştırıldı. Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nden (Van) Sharo İbrahim Garip, Atatürk Üniversitesi’nden (Erzurum) Ramazan Kurt görevlerinden, üniversiteden uzaklaştırıldı.
Bildiriyi imzaladıkları için Boğaziçi Üniversitesi’nden Esra Mungan, Mimar Sinan Üniversitesi’nden Kıvanç Ersoy, Nişantaşı Üniversitesi’nden Muzaffer Kaya tutuklandılar, cezaevine konuldular.
Şüphesiz çeşitli üniversitelerde bildiriyi imzalayan daha pek çok akademisyen hakkında soruşturmalar, gözaltılar tutuklamalar da vardır.
Bu soruşturmaların, gözaltıların, tutuklamaların çok önemli etkileri olacaktır. En büyük etki şüphesiz Türkiye’deki düşün hayatı üzerinde olacaktır. Bu soruşturmalar, gözaltına almalar, tutuklamalar, düşün hayatını çölleştirir, kurutur, beyinleri kötürümleştirir. Üniversitelerde öğrenim ve öğretim mensuplarının memurlaşmasını sağlar. Bu yaptırımlar zamanla düşün hayatını belirleyen temel unsurlar olur. Bu koşullar altında yazarlar, araştırmacılar, devletin bu tür yaptırımlarıyla karşılaşmamak için otosansüre başvururlar. Düşün hayatını kurutan, çölleştiren, beyinleri kötürümleştiren de bu olur. Düşün hayatını çölleştiren, kurutan, sansürden çok otosansürdür.
Üniversite denildiği zaman akla ilk olarak bilim, bilimin üretildiği bir ortam gelir.
Bilimin, bilimi üretmenin çok önemli koşulu ise ifade özgürlüğüdür. İfade özgürlüğü aynı zamanda demokrasinin de vazgeçilmez bir koşuludur. Kanımca ifade özgürlüğü dünyada çağdaşlığın en önemli göstergesidir. İfade özgürlüğünün sistematik olarak yaşanmadığı bir toplumda bilimin üretilmesi mümkün değildir. İfade özgürlüğün kurumlaşmadığı bir toplumda, üniversitelerde bilim ortamının oluşması da mümkün değildir. İfade özgürlüğün kurumlaşmadığı, sistematik olarak yaşanmadığı bir toplumda, üniversitelerde, akademik özgürlüğün hiçbir anlamı yoktur. İfade özgürlüğü yoksa, özgür eleştiri kurumlaşmamışsa, akademik özgürlük, boş bir kavramdır. Bu toplumlarda bilim adı altında üretilenler hep resmi ideolojiye uygun bilgiler olmaktadır. Resmi ideolojinin herhangi bir ideoloji olmadığını, devletin idari ve cezai yaptırımlarıyla korunan ve kollanan bir ideoloji olduğunu vurgulamak gerekir. Resmi ideoloji demokratik olmayan toplumları belirleyen bir ideolojidir.
İfade özgürlüğü, Tarih, Sosyoloji, Siyaset Bilimleri, Antropoloji, Ekonomi gibi sosyal bilimlerde, Hukuk gibi normatif bilimlerde, Felsefede, Dini Bilimlerde, Psikoloji, Güzel Sanatlar gibi beşeri bilimlerde bilimi üretmenin, bilimsel gelişmenin tek koşuludur, vazgeçilmez koşuludur.
Demokratik olmayan toplumlarda yani resmi ideolojiye sahip olan toplumlarda ifade özgürlüğünü savunmak riskli olabilir. İfade özgürlüğü özellikle bu toplumlar için gereklidir. Kürd, Kürdistan sorunları, Ermeni sorunu, Ermeni soykırımı, Rum-Pontus, Süryani, Êzidî Kürd soykırımları, Alevi-Kızılbaş sorunları gibi temel sorunların konuşulması, tartışılması ancak bu çerçevede sağlıklı bir şekilde gelişir. Bunlar, risk içerebilir ama her türlü risklere rağmen ifade özgürlüğünü her koşul altında savunmak gerekir.
İfade özgürlüğünü savunmak sadece insan hakları kurumlarının, insan hakları savunucularının işi olmamalıdır. Başta üniversiteler olmak üzere basın yayın kurumları, sivil toplum kurumları, ifade özgürlüğünü savunan, bunun gerçekleşmesi için mücadele veren kurumlar olmalıdır.
1128 Akademisyen konusuyla ilgili olarak gündeme gelen soruşturmalar, gözaltına almalar, tutuklamalar sürecinde, yüreklere su serpen önemli bir olgu, Boğaziçi Üniversitesi’nin ve Rektör Prof. Dr. Gülay Barbarosoğlu’nun tutumudur. Rektör Gülay Barbarosoğlu’nun, öğretim üyesi Esra Mungan hakkında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’yla, Başbakan Ahmet Davutoğlu’yla görüşmeler yapmasını, sadece kendi tercihi olarak değil, Boğaziçi Üniversitesi’nin kurumsal kimliğiyle ilgili olarak değerlendirmek gerekir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.