Bu iki kitapta da Kürtçülük sözcüğü çok kullanılıyor. Kürtçülük sözcüğünün yüzlerce defa, hatta çok daha fazla kullanıldığı söylenebilir. Ama, bu belirsiz bir kavram olarak kullanılıyor. İnsan ne söylediği zaman Kürtçü olur. Bir insan, bir Kürd, hangi talebi ileri sürdüğünde kendisine Kürdçü denebilir? Bir insan, bir Kürd, ne gibi bir eylem içinde olduğunda ona, Kürdçü denebilir? Kürtçülük kavramının içeriği nedir? Dr. Bilal Şimşir, bunlara açıklık getirmiyor. Ama bu sözcüğü çok sık kullanıyor. Bu sözcüğü kullanırken, ilgili kişiye veya kişilere, kurumlara, küçümseyici, suçlayıcı, aşağılayıcı bir tonda yaklaşıyor.
Buna rağmen, Kürt, Kürtçe, Kürdistan, Kürtçülük, Kürtçü gibi sözcükler yazılırken, sözcüğün baş harfinin büyük harfle yazıldığına da işaret etmek gerekir.
***
Dr. Bilal Şimşir’in (d. 1933, Osmanpazarı/Bulgaristan) Kürtçülük kitaplarının en önemli özelliği, kanımca, Kürdlerin de bir iradesinin olabileceğine Kürdlerin de ulusal haklarını, demokratik haklarını isteyebileceğine kati surette yer vermemesidir. Kürdler, birer birer veya gruplar halinde ’bizim dilimiz de, Kürd dili de serbest olsun’ diyebilir. ’Kürdler de, kendi kendilerini yönetsinler’, ‘Kürdler kendi geleceklerini kendileri belirlesin’ diyen Kürdler olabilir. ’Türklerin nesi varsa, onlardan bizim de olsun, Kürdlerin de olsun’ diyenler olabilir. ‘Kürdler de özerklik, bağımsızlık isteyebilir’ diyenler olabilir. Dr. Bilal Şimşir’in Kürdçülük kitaplarında, Kürdlerin de böyle irade sahibi olabileceklerine, kat’i surette yer verilmemiştir. Bu bakımdan, Kürdlerden, Kürdçe’den vs. söz eden herkese, Kürtçü denerek, küçümsenerek, aşağılayarak, suçlanarak yaklaşılmıştır. Kitapta, Rusya’daki Bilimler Akademisi’nin Kürdlerle ilgili çalışmalarından dolayı, ‘Rus Kürtçülüğü’ şeklinde bir deyim de kullanılmaktadır. (Cilt 1 s. 23)
Dr. Bilal Şimşir ve kitaplarının çok önemli bir özelliği de, tekçi, inkarcı, asimilasyoncu resmi ideolojiye, bu görüşler doğrultusunda, devlet terörünü de savunan resmi ideolojiye kati surette bir eleştiri getirmemiş olmasıdır. Resmi ideolojiyi çok rahat bir şekilde benimsemiş olmasıdır. Resmi ideolojinin herhangi bir ideoloji olmadığını, devletin idari ve cezai yaptırımlarıyla korunan ve kollanan bir ideoloji olduğunu hatırlatmak gerekir. Resmi ideolojiyi benimsemediğiniz, eleştirdiğiniz zaman devletin idari ve cezai yaptırımlarıyla karşı karşıya kalabilirsiniz.
Ana Sorun Nedir?
Dr. Bilâl Şimşir, sorunu, Kürtçülük Cilt I’de, Tanzimat Döneminde Kürtçülük (1827-1877), Sevr Sürecinde Kürtçülük (1878-1918), Mondros’tan Lozan’a Kürtçülük (1919-1923) başlıklarıyla incelemiş.
Kürtçülük Cilt II’de, sorun, Türkiye Cumhuriyetine Karşı, Avrupa ve ABD’de Bölücülük Hareketleri, Cumhuriyete Dışarıda Düşmanca Saldırılar (1924-1999), Cumhuriyete İçeriden Dış Destekli Saldırılar ve Karşı Önlemler (1924-1950), Cumhuriyetin İkinci Çeyreğinde Türkiye İçinde Ayrılıkçı-Bölücü Hareketler, Cumhuriyete İçeriden Dış Destekli Saldırılar ve Bunlara Karşı Alınan Önlemler (1950-1975), Cumhuriyetin Üçüncü Çeyreğinde, Türkiye’ye Karşı, Dış Destekli Bölücü Terör, Asala ve PKK’nin Eş Zamanlı olarak Sahneye Çıkışı (1975-2000) başlıklarıyla incelenmiş.
Dr. Bilâl Şimşir bölücülük sözcüğünü de çok kullanıyor. ‘Batılı emperyalist güçler, Anadolu’yu parça parça edip yutmak için planlar, programlar açıkladılar.’ Diyor. Halbuki, o dönemde, Kürdler, Kürdistan fiilen bölünmüş, parçalanmış, paylaşılmıştır. Milletler Cemiyeti, en büyük, en ağır haksızlığı Kürdlere yapmıştır. Bu, Kürdlerde, bir insanın iskeletinin parçalanması, beyninin dumura uğraması gibi bir durum yaratmıştır. Bugün 50 milyonun üzerinde bir nüfusa sahip olan Kürdlerin, Birleşmiş Milletler, İslam Konferansı gibi uluslararası kurumlarda temsil edilmemesi, Ortadoğu’nun, dünyanın çok önemli bir sorunudur. Bunun ötesinde, Kürdlerin Kürdistan’ın böylesine bölünmesi, parçalanması paylaşılması, gerek Milletler Cemiyeti’nin, gerek Birleşmiş Milletler’in, temel ilkelerine, kuruluş amaçlarına da aykırıdır. Halbuki, Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği, İslam Konferansı gibi uluslararası kurumlara üye olan , nüfusu bir milyonun altında olan onlarca devlet, belki 40 devlet vardır. Aynı kurumlara üye olan, nüfusları ancak binlerle ifade edilen devletler de vardır.
Fakat, Dr. Bilal Şimşir’in bu konuyla ilgili hiçbir açıklaması yoktur. Böyle bir konu Dr. Bilâl Şimşir’in aklının ucundan bile geçmemektedir. Halbuki, bugün, Kürd sorunu, Kürdistan sorunu varsa, sorunun kaynağı bu dönemdir. Biri 613, ikincisi 714 sahife olan bu kitaplarda, bu konuya dikkat çekilmemesi dikkate değer bir durumdur. Kitaplarda, şüphesiz, 1915 Ermeni soykırımından, Pontus sorunundan, Asuri-Süryani sürgünlerinden, 1916 büyük Kürd sürgünlerinden de söz edilmemektedir.
Kürd sorunu nedir? Kürdistan sorunu nedir?
Kürd sorunu, Kürdistan sorunu, 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, Kürdlerin, Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması, paylaşılması ve Kürdlerin bağımsız devlet kurma haklarının gasbedilmesidir. Dönemin iki emperyal gücünün, ve Yakındoğu’nun, Ortadoğu’nun, iki köklü devletinin, Türk, Arap ve Fars yönetimlerinin bu konuda yaptıkları işbirliğinin, güçbirliğinin, bu süreçdeki rolü çok büyüktür. Ulusların Kendi Geleceklerini Tayin Hakkının coşkulu bir şekilde savunulduğu, bu ilkenin, Yakındoğu’da, Ortadoğu’da, Kuzey Afrika’da, Güney Asya’da yaşama geçmesi için çok çabanın sarfedildiği bir dönemde, Kürdlerin başına böyle lanetli bir çorabın geçirilmesi çok dikkatle incelenmesi gereken bir durumdur. Bugün, Kürd sorunu varsa, Kürdistan sorunu varsa, kaynağı bu dönemdir. Sorun, o günlerden bugüne kadar gelmiştir. Sorun elbette uluslararası bir sorundur.
***
İfade Özgürlüğü
Dr. Bilâl Şimşir’in kitaplarının yayımlandığı dönemde, Kürdlerden, Kürdistan’dan, Kürdçe’den söz edenler çok ağır idari ve cezai yaptırımlarla karşılaşmışlardır. Ama, bu süreçte, Dr. Bilâl Şimşir’in, bildiğim kadarıyla, ifade özgürlüğünü savunan bir yazısı, bir açıklaması olmamıştır.
İfade özgürlüğü yoksa bilim ortamı da yoktur, üniversite de yoktur. Diyeceksiniz, Türkiye’de 200’ün üzerinde üniversite var. Evet var. Yine de bu ifadeyi vurgulamak gerekir: İfade özgürlüğü yoksa, kısıtlıysa bilim ortamı oluşmaz, üniversite de yoktur. Bilim ortamının oluşmasının gerekli ve yeterli koşulu ifade özgürlüğünün tam anlamıyla dört başı mamur bir şekilde yaşama geçmesidir. Bu kuşkusuz herkes için bir özgürlüktür. İfade özgürlüğü yanında ‘bilim özgürlüğü’ sağlıklı, açıklayıcı bir kavram değildir. İnsan hakları, herkes için insan haklarıdır. ‘Bilim özgürlüğü’ ise sadece bir grup akademisyen içindir. Bu bakımdan ‘bilim özgürlüğü’ insan haklarına aykırı bir kavramdır. Öte yandan ifade özgürlüğü yoksa, kısıtlıysa ’bilim özgürlüğü’ boş bir kavramdır. İstediğin kadar profesör ol, eğer resmi ideolojinin görüşlerine aykırı bir görüş açıklarsan kendini, karakolda, Cumhuriyet Savcılığı’nda, mahkemenin karşısında, cezaevinde bulabilirsin.
Gerek 1924, gerek 1961, gerek 1982 anayasalarında, ‘Herkes düşüncesini sözle ve yazı ile ifade etmekte özgürdür’ dedikten sonra, ‘ama’, ‘fakat’ diyerek, kısıtlamalar, sınırlamalar getirildiği, hatta bazı durumlarda ifade özgürlüğünün tamamen ortadan kaldırıldığı yakından bilinmektedir.
Bu temel koşul yanında, rektörün nasıl belirleneceği, senatonun oluşumu, dekanlarını belirlenmesi vs. ikinci dereceden sorunlardır. İfade özgürlüğü varsa, kısıtsız bir şekilde işliyorsa, örneğin, rektörün Cumhurbaşkanı tarafından mı tayin edileceği, mütevelli heyeti tarafından mı belirleneceği, bizzat üniversite öğretim üyeleri tarafından mı seçileceği, bu süreçte belirleyici bir konu değildir.
***
Dr. Bilâl Şimşir’i, Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki öğrenciliğimden hatırlıyorum. (1958-1962) O dönmede, Dr. Bilâl Şimşir’in, Ortadoğu konusunda, Türkler, Araplar, Kürdler ilişkileri konusunda, Forum Dergisi’nde yazıları yayımlanırdı. O yazıları ilgiyle izlerdim. 1961 sonlarında, Fakülte’de, Dış Münasebetler Enstitüsü’ne giderek, o yazılar konusunda, kendisiyle küçük bir görüşmemiz de olmuştu. Dr. Bilâl Şimşir, o dönemde, Fakülte’den ayrılarak Dışişleri Bakanlığı’nda çalışmaya başlamıştı. Kitaplarını, yazılarını daha sonraki dönemlerde de izlemeye gayret ettim.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.