9 Nisan 2022 günü, İBV’de Fahriye Adsay’ın konferansı vardı. Konferansın konusu Thedor Herzl idi. ‘Theodor Herzl Bize Ne Anlatıyor?’ Moderatör Berfin Zenderlioğlu’ydu. Konferansın dili Kürdçey’di. Konferans, sorular, cevaplar Kürdçe.
Fahriye Adsay, Siyonizm konusunda çok farklı bir değerlendirme yaptı. Siyonizm genel olarak ‘vadedilmiş toprak’ anlayışı çerçevesinde, Akdeniz’den Mezopotamya’ya kadar bütün toprakları ele geçirileceği, bu topraklar üzerinde bir hegemonya kurulacağı şeklinde değerlendirilir. Siyonizmin fetih ideolojisi olduğu vurgulanır. Fahriye Adsay bunun çok yanlış bir değerlendirme olduğunu, Siyonizmin Yahudi Milliyetçiliği anlamıma geldiğini, İbrani dilini canlandırma, Yahudi dinini kurumlaştırma anlamına geldiğini vurguladı. Yahudi Milliyetçiliği olarak ifade edilen siyonizmin işgallerle, başka halklar üzerinde hegemonya kurmakla bir ilişkisi yok…
Siyon, Kudüs’deki eski şehrin duvarları dışında kalan bir tepenin adıdır. Siyon bugün, İsrail’deki toplumsal ve siyasal hayatı ifade eden bir kavram olarak kullanılır. Siyon, İbranice bir kelimedir.
Fahriye Adsay, sözü edilen konferansında, Siyonizmi, 2000 yıldan daha fazla bir zamandır dünyanın dört bir yanına savrulmuş Yahudileri bir araya getirme, bir merkezde toplama projesi olarak değerlendirmektedir. Bu çerçevede Yahudi tarihine kısaca bakmakta yarar vardır.
Yahudiler İkinci Ramses döneminde, Mısır’da çok ağır esaret hayatı yaşamışlardır. Bu esaret hayatının 210 yıl kadar sürdüğü belirtilmektedir. M.Ö. 1500 yıllarında, Hz. Musa ile Mısırdan çıkmışlar, kırk yıl çöllerde dolaştıktan sonra Kenan Diyarı’na gelmişlerdir. Kenan Diyarı, bugün Filistin olarak adlandırılan bölgedir.
Yahudiler o zamanlar 12 kabile halinde yaşıyorlardı. Her kabilenin ayrı bir yaşantısı vardı. M.Ö. 1050’de Şaul zamanında, dışarıdan gelen saldırılara karşı kabileler birleşmek durumunda kaldı. Yehuda Krallığı kuruldu. Hz. Davud ve daha sonra Hz. Süleyman da bu devlet de kral olarak görev aldı.
Hz. Süleyman M.Ö. 930’da vefat etti. Hz. Süleyman’ın vefatıyla Yehuda krallığı ikiye bölündü.
Kuzeyde on kabile, Jeroboam liderliğinde İkinci Yahudi Krallığı’nı kurdu. Güneydeki iki kabile ise, Hz. Süleyman’ın oğlu Rehobam önderliğinde Yehuda Krallığını devam ettirdi.
İkinci Yahudi Krallığı, M.Ö. 722’de, Asur İmparatoru Salmanasar’ın saldırıları sonunda yıkıldı. Salmanasar Yahudilerin bir kısmını Babil’e bir kısmını da bugün, Kürdistan dediğimiz alanlara sürgün etti.
Yehuda Krallığı ise, M.Ö. 586’da Babil İmparatoru Nabukadnezar’ın saldırıları sonunda yıkıldı. Nabukadnezar da, Yahudilerin bir kısmını Babil’e, bir kısmını da Kürdistan topraklarına sürgün etti. Ondan sonra Yahudiler yeni Yahudi Krallıkları kurmak için çok çalıştılar. Kısa süreler içinde devletler de kurdular. Ama bunları devam ettiremediler.
Kenan Diyarı, Roma İmparatorluğu’nun egemenliği altına alınınca, Roma, Yahudileri, M.Ö. 70 yıllarında, sürgünlerle dünyanın dört bir yanına savurdu.
Dünyanın dört bir tarafına savrulmuş Yahudilerin, iki bin sene sonra, 14 Mayıs 1948’de, Kenan Diyarı’nda, Siyon’da toplanıp bir Yahudi Devleti kurmalarının çok büyük bir yurtseverlik hareketi olduğu kanısındayım. Bu bakımdan Fahriye Adsay Hoca’nın Siyonizm değerlendirmelerinin çok yerinde olduğu kanısındayım.
Arap devletlerinin, daha sonra da İslam Konferansı’na bağlı Müslüman devletlerin, ‘İslam topraklarında bir Yahudi Devleti’nin kurulmasına asla izin vermeyeceğiz…’ şeklinde bir anlayışı var. Halbuki, yukarıda kısaca belirtildi, 6000 yıldan fazla bir zamandır, Yahudiler bu bölgede yaşamaktadır. Yahudilik İslam’dan en az 3000 sene öncedir. Araplar, Müslümanlar, ‘İslam topraklarında bir Yahudi Devleti kurulmasına asla izin vermeyeceğiz’ derken, bölgedeki Yahudi geçmişini gizlemeye, yok saymaya çalışıyorlar.
‘Araplar bir tükürse Yahudileri boğarız’, ‘Araplar bir çırpıda Yahudileri Akdeniz’e döker’ gibi anlayışlar da bir zamanlar, çağdaş Arap düşüncesinin bir boyutuydu. Bunlar, elbette yanlış anlayışlardır. Araplar, Müslümanlar dört başı mamur bir şekilde, Yahudileri, İsrail Devleti’ni tanımak durumundadır.
Bu çerçevede, Theodor Herzl’in düşüncelerine de kısaca bakmakta yarar vardır. Theodor Herzl’in (1860-1904) Yahudi Devleti kitabı 1896’da yayımlanmıştır. Theodor Herzl o yıllarda, Almanya’daki, Fransa’daki, İspanya’daki, ABD’deki, Rusya’daki vs. Yahudi zenginlerini ziyaret ederek, ‘Eğer bir devletiniz yoksa, zenginliğinizin hiçbir değeri yoktur’ diyordu. Zengin Yahudilerden bir kısmı bu ziyaretlerden çok rahatsız oluyordu. Buna rağmen Theodor Herzl bu ziyaretleri sık sık yapar aynı düşüncesini ifade ederdi. ‘Eğer bir devletiniz yoksa, zenginliğinizin bir değeri yoktur.’
Bu ziyaretlerde Theodor Herzl Yahudi zenginleriyle konuşurken ikinci bir konuyu da gündeme getirirdi. ‘Kenan Diyarında, anavatanımızda bir Yahudi Devleti kuracağız. Bunun için toprak satın almamız gerekiyor. Para vermenizi istiyorum…’. Yahudi zenginlerinin bir kısmı, bu ziyaretlerden rahatsız olsa da istenen parayı veriyorlar. Bu şekilde çok para birikiyor.
Para bilgisiyle Theodor Herzl 1902’de Padişah Abdülhamit’le görüşüyor. Abdülhamid’e projesini anlatıyor. Proje hakkında bilgi sahibi olan Abdülhamid, biraz da belirtilen paraya tamah ederek, ‘devletinizi Kuzey Mezopotamya’da kurun’ diyor. Theodor Herzl, Kenan Diyarı, Sion konusunda ısrarlı olduklarını vurguluyor.
Bu proje gerçekleşmeyince Theodor Herzl, Yahudi Devleti için Büyük Britanyalılarla, görüşüyor. İngilizler, ‘devletinizi, Uganda’da kurun’ diyor. Uganda Afrika’daydı, İngiliz sömürgesiydi. Theodor Herzl, Kenan Diyarı konusunda, Sion konusunda ısrarlı olduklarını vurguluyor.
Theodor Herzl’i doğrulayan bir olay, Osmanlı-Ermeni ilişkileri konusunda yaşandı. Olay şöyle gelişti: Harput’tan bir Ermeni tüccar, oğlunu eğitim alması için İngiltere’ye, Londra’ya gönderir. Oğul, gerekli eğitimi alır ama Harput’a geri dönmez. Liverpool’da otel işletmeye başlar. Bu süreçte epey birikim yapar.
İkinci Meşrutiyet’in ilk aylarında, tüccar baba, ‘Osmanlı’da artık herşey düzeldi, Türkler, Rumlar, Ermeniler vs. herkes eşit, diyerek oğlunu Harput’a çağırır. ‘Oğul, birikimiyle Harput’a döner. Parasını Harput’daki Osmanlı bankasına yatırır.
Birinci Dünya Savaşı’na giden bir süreç yaşanmaktadır. Bir akşam, oğulun evinin kapısı çalınır. Kapıda üç kişi var. Biri banka müdürü, biri Harput Emniyet Müdürü, biri Harput jandarma Komutanı. Ellerinde bir kağıt tutmaktadırlar. Oğuldan bu dilekçeyi imzalamasını isterler. Dilekçede, Bankadaki birikimlerimden, aşağıda adları bulanan kişiler de para çekebilirler, şeklinde bir ifade vardır. Bu kişiler, banka müdürü, Harput Jandarma Komutanı ve Harput Emniyet Müdürüdür. Oğul, bunu imzalamıyor. İmzalamayı reddediyor. Jandarma komutanı silahını çeker ve oracıkta eşinin ve çocuklarının gözü önünde, kapıda öldürür. Karısına zorla imzalatıp evden ayrılıyorlar. (bak. Baskın Oran, ‘M.K.’ ‘Adlı Çocuğun, Tehcir Anıları, 1915 ve Sonrası, Yayına Hazırlayan Baskın Oran, İletişim Yayınları, 3. Bs. 2008, Anılar hakkında Baskın Oran’ın değerlendirmesi, s. 18)
Bu Ermeni kadın hakkını aramak için hangi kurumlara başvuracak? Emniyet Müdürlüğü, Jandarma Komutanlığı gibi kurumlara başvuracak. Ama, operasyonu, katliamı yapanlar da onlar… Ermeni tüccarın oğlunun zenginliği bir çırpıda sıfırlandı. O dönemde eğer Ermeniler bir devlete sahip olsalardı, Ermeni tüccar ve oğlu böyle bir muameleye maruz kalmayacaklardı.
***
Yukarıda, dünyanın dört bir tarafına savrulan Yahudilerin, 2000 sene sonra, 14 Mayıs 1948’de bir Yahudi Devleti kurmalarının çok büyük bir yurtseverlik hareketi olduğunu belirtmiştim. Bu yurtseverlik Kürdlerde yok. Bunca savaşlara, bunca sürgünlere, aslında soykırımdan başka bir ad verilemeyecek Enfallere rağmen, faili meçhullere, köy yakmalarına vs. rağmen Kürd vatanı bilincinin, Kürdistan bilincinin, Kürd dil bilincinin, Kürd ulus bilincinin yaratılamamış olması çok şaşırtıcıdır. Bir kısım Kürdlerin, Kürdistan’dan Avrupa’ya kaçmaya çalışmaları da yurtseverlik karşıtı bir durumdur. Basında, sık sık, Kürdistan’ın Güneyi’nden, Avrupa’ya kaçmaya çalışan Kürdlerin hikayelerini okuyoruz. Bir kısım Kürdler bin bir zorluğa rağmen kaçmaya çalışıyorlar. Denizlerde boğulabileceklerine rağmen kaçıyorlar. Sınır boylarında, gümrüklerde aşağılanabileceklerine, zorluklar yaşayabileceklerine rağmen kaçıyorlar. Kaçış için çok para harcıyorlar. Varlarını-yoklarını bunun için harcıyorlar. Hatta, bunlardan çok daha önemli olarak, kaçışlarına gerekçe olsun diye, ‘baskı görüyoruz onun için Kürdistan’da ayrılmak durumundayız’ diyerek, Kürd Hükümetini suçluyorlar. Bütün bunlar, bu kişilerde Kürd vatanı bilincinin, Kürdistan bilincinin oluşmamasıyla, milli duygu eksikliğiyle yakından ilgilidir. Bu bakımdan Kürdistan’ın Güneyi’nde, Kürd Hükümeti’nin, milli duyguları, Kürdistan bilincini, Kürd dil bilincini, Kürd ulus bilincini geliştirici ders programları hazırlamasında çok büyük yararlar vardır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.