Bu gösteriler sırasında şehrin arşivleri de yakıldı.’ Halepçe Belediye Başkanı Kwestan Ekrem, 1988’deki kimyasal saldırıda dahi zarar görmeyen kent arşivinin dün akşamki gösteriler sırasında yandığını söyledi’
Göstericiler, kamu binaları yanında, Kürdistan Demokrat Partisi’nin Halepçe’deki bürosunu da yaktılar. 100 milyon dinar, (83 bin dolar) zarar meydana geldi. KDP Halepçe İl Teşkilatı Sorumlusu Besam Ali de, “Sorulması gereken asıl soru şu; neden birileri özellikle KDP’yi hedef aldı. Çünkü bizim dışımızda hiçbir partinin binasına saldırmadılar. Çoğu zaman biz yerel idare ile halk arasında arabulucu da oluyoruz” dedi. (nerinaazad, 25 Ağustos 2020)
Bu, Halepçe’de yaşanan ilk olay değil. Yıllar önce de yine bu tür göstericiler tarafından Halepçe Soykırım Anıtı yıkılmıştı. Soykırım yaşamış bir halkın geliştirdiği bu eylemlerin Kürdler’e bir yararı olmadığı açıktır. Bu eylemler, ancak, Kürdlerin düşmanlarını sevindirir. Bu tür eylemler, bunu yapanların ulusal bilince ulaşmadıklarını gösterir. Özellikle soykırım yaşamış Halepçe’de bu tür eylemlerin yaşanması çok düşündürücüdür.
Peter Galbraith, Rudaw’ın kendisiyle yaptığı bir röpotajda, ‘Kürdlerin düşmanları çoktur. Ama en kötü düşmanları kendileridir.’ diyordu. Burada, vurgulanması gereken temel fikir, Kürdlerin düşmanlarının çok olması değil, ‘en kötü düşmanları’nın kendileri olmasıdır. (nerinaazad, 24 Ağustos 2020)
Halepçe’de bu tür eylemlere girişenler, ancak bu çerçevede değerlendirilebilir. Bu eylemcilerin KDP bürolarını yakmaları, ayrıca üzerinde durulması gereken bir süreçtir. Çünkü Halepçe, Süleymaniye gibi alanlarda sık sık KDP büroları benzer operasyonlarla karşı karşıya kalıyor. Bu konuyu biraz daha yakından değerlendirmek gerekir, kanısındayım.
kurdistan24 sitesinde 23 Ağustos 2020’de İbrahim Güçlü’nün bir makalesi yayımlandı. Makale ‘KDP, Bütün Zamanların Geçerli Değeri’ başlığını taşıyor. İbrahim Güçlü bu yazısında, 1946’da kurulan Kürdistan Demokrat Partisi’nin Kürdlerin, Kürdistan’ın tarihinde çok önemli bir kurum, olduğunu vurguluyor. KDP’nin Kürdlüğü koruduğunu, ürettiğini, savunduğunu dile getiriyor. Bu yazıda dile getirilen duygulara, düşüncelere aynen katılıyorum. Bunlara, küçük bir ilave yapmak işitiyorum.
Barzan Medresesi
Barzan Medresesi, sadece, Kur’an, Hadis, Fıkıh, Kelam, Arapça, Sarf-Nahiv (dilbilgisi) vs. okutulan bir kurum değildir. Kürtlüğü de üreten, dili, kültürü nesilden nesile aktaran bir kurumdur. Şüphesiz medresede, Kürdlük diye bir ders yoktur. Bu, Barzan Medresesi çerçevesinde gelişen insan ilişkilerinin yarattığı bir ortamda üretilen duygular ve düşüncelerdir. Medresede, Ahmedê Xani, Meleya Cizirî gibi dersler de yoktur. Ama medresede, özellikle Barzan Medresesi’nde eğitim görenler, Ahmedê Xani, Meleya Cizirî, Feqi Teyran, Hacı Qadir Qoyi gibi Kürd düşünürlerle muhakkak karşılaşır. Medresenin, Kürd Okulu olduğu besbellidir.
Barzanilerde ulusal hareket Şeyh Abdüsselam Barzani’yle (1868-1914) başlamıştır. Şeyh Ahmed Barzani, Mele Mustafa Barzani’yle, oğullarla, torunlarla, derinleşerek, yaygınlaşarak bugünlere kadar gelmiştir.
Şurası önemli bir gerçektir. Barzaniler Osmanlı yönetimiyle her zaman anlaşmazlık içinde olmuştur. Bu anlaşmazlık sürecinde, Kürdlük, Kürd değerleri her zaman ileri sürülmüştür. Bu bakımdan bu ilişkileri Şeyh Abdüsselem Barzani I dönemine (ö. 1874) hatta Şeyh Tacettin Barzani dönemine (1850’ler)) kadar götürmek mümkündür. (Kadri Yıldırım, Kürt Medereseleri ve Kürt Alimleri, Cilt 2 Tekkelere Bağlı Medreseler, Avesta 2018, s.107-116)
Barzan Bölgesi’ndeki birçok köyde, Cami, Havra ve Kilise yanyanadır. Hiçbir yerde, Havra veya Kilise bozulup Cami yapılmamıştır. Barzan şeyhleri her zaman, Kürdlere, Hristiyanların ve Yahudilerin inançlarına saygı duymalarını vaaz etmiştir. Örneğin Abdüsselam Barzani (1968-1914) Kürdlerle konuşmalarında hep bunu dile getirmiştir. Şeyh Ahmed Barzani (1896-1969) her zaman Kürdlere doğaya saygılı olmalarını, dağlarda, ağaç kesmemelerini hayvan öldürmemelerini vaaz etmiştir.
Barzan şeyhleri, kendileri, Ermenilere, Yahudilere Süryanilere saygılı oldukları gibi, Güneybatı’da Zibari ağalarının, Kuzeydoğu’da Bradost ağlarının halka baskılarını engellemeye çalışmıştır.
Herhangi bir alanda, Kilise’nin, Havra’nın cemaatı yoksa bile, yapı aynen korunmuştur. (Kadri Yıldırım, y.a.g.e. s 107 vd. )
Peşmerge
Bu konuya biraz daha yakından bakmakta yarar vardır. Bu, peşmergenin oluşumu, gelişimi ile yakından ilgilidir. Peşmerge kimdir? Babası peşmerge olandır. Başka türlü söylersek, peşmergenin oğlu da peşmerge olmaktadır. 1960’larda, 70’lerde, 80’lerde durum buydu.
Kürdller arasında, Caş denen bir toplumsal kategori daha vardı. Bunlar Bağdad’daki merkezi hükümetle işbirliği yapan Kürdlerdi. Bu Kürdler, Bağdad’daki hükümetin direktifleri doğrultusunda, özgürlük ve bağımsızlık isteyen Kürdlere, özellikle Barzanlara karşı savaşıyorlardı. Bunlar, devletin de desteği ile çocuklarını Avrupa’ya, özellikle İngiltere’ye gönderiyorlardı. Bu öğrenciler, İngiltere’de, tıp, mühendislik hukuk vs. tahsili yapıyorlardı.
2005’de, yeni Irak Anayasası’yle Kürdistan Bölgesel Yönetimi kuruldu. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bürokrat kadroları, genel olarak, Avrupa’da, özellikle İngiltere’de, eğitim görenlerden seçildi. Peşmergeler eğitimli olmadıklarından, bu bürokratik kadrolarda fazla yer almadı.
Avrupa’da, İngiltere gibi ülkelerde eğitim görenler, bir konuda uzman olmuşlardı ama özgürlük bilincine, Kürd, Kürdistan bilincine sahip değillerdi. Peter Galbraith’in vurguladığı, ‘Kürdlerin en kütü düşmanı’ kanımca, bu kesimlerden oluştu.
Bu konuda, Afrika sömürgeleriyle, Kürdistan’ı karşılaştırmak, bilgimizi çoğaltmaktadır. Afrika’da sömürgelerden metropollere tahsile giden gençler de işbirlikçi kabilelerin çocuklarıydı. Onlar, Londra, Paris, Berlin, Brüksel, Lizbon, Madrit, Roma, Moskova, gibi alanlarda, eğitimleri sırasında, özgürlük, bağımsızlık gibi, siyasal, felsefi kategorilerle karşılaştılar. Bu kategorilerin bilincine ulaştılar. Tahsillerini tamamlayıp ülkelerine döndükleri zaman, ulusal kurtuluş cephesi kurup özgürlük ve bağımsızlık mücadelesine giriştiler.
Mozambik’de Samora Machel (1933-1986), Angola’da Augistino Neto (1922-1979), Gine Bisseau’da, Amilcar Cabral (1924-1979), Zaire’de Patrice Lumumba (1925-1961) kanımca bu öğrencilerdendi.
Gana’da Kwame Nkrumah (1909-1972), Senegal’de Leopold Sedar Senghor (1906-2001), Kenya’da Jumo Kenyatta (1891-1978) Tom Mboya (1930-1969) Tanzanya\'da’ Julius Nyerere (1922-1999) Nijerya’da Namdi Azikiwe (1904-1996), Cezayir’de Ahmed Bin Bella (1916-2012) Fas’da Mehdi Ben Barka (1920-1965) Gine’de Ahmed Sekou Ture (1922-1984)… yine böyleydi.
Bu konuda, Prof. Dr. Baskın Oran’ın, Azgelişmiş Ülke Milliyetçiliği Kara Afrika Modeli kitabında birçok örnek var. Basın Oran hocanın bu çalışması doktora tezidir. Kitap ilk olarak 1977’de, Siyasal Bilgiler Fakültesi yayını olarak çıkmıştır. Güncelleştirilmiş üçüncü basım, Ocak1997 Bilgi Yayınları, Ankara.
Kürdler de tahsillerini tamamlayıp Kürdistan’a döndüler ama, önemli bir kısmı özgürlük ve bağımsızlık bilincine sahip değildi. Bu çok şaşırtıcı bir durumdur. Kanımca, Kürdistan’ın en kötü düşmanları’ benzer kesimler tarafından oluşturuldu. Afrika sömürgelerinde ve Devletlerarası Sömürge Kürdistan’da bu konulardaki gelişmenin çok farklı olması elbette incelenmelidir.
Kürdlerin İngilizce gibi bir dili çok iyi öğrenmeleri, konuşmaları, yazmaları, bir konuda uzman olmaları şüphesiz çok önemlidir. Ama, Kürd/Kürdistan bilinci yoksa bunların bir değeri yoktur. İngilizce’ye birkaç dil daha ekle, Kürd/Kürdistan bilinci yoksa, bunlar bir öneme, bir değere sahip değildir. Yabancı dil, ancak Kürdlükle birlikte olduğu zaman, Kürdlerin/ Kürdistan’ın çıkarına dönük olarak kullanıldığı zaman değerlidir. Bu durumdaki Kürdler için, insan, keşke Londra’da değil de Medresede okusalardı, demekten kendini alamıyor. O zaman, en azından, Kürdlere hizmet eden, Kürdistan’ın çıkarları için çalışan yurtsever bir Kürd olarak yaşam sürdürürlerdi. Şunu da belirtelim: Batı ülkelerinde, örneğin İngiltere’de tahsil yapmış, özgürlük ve bağımsızlık bilincine ulaşmış Kürdler elbette çok.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Neçirvan Barzani’nin 3-4 Eylül 2020 günlerinde Türkiye ziyareti, basında, birçok çevre tarafından eleştirilmiştir. Bu tür eleştirilere katılmıyorum. Kanımca bu, Kürdler açısından olumlu bir ziyarettir. Çünkü, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’yle Türkiye arasında, askeri, ticari, ekonomik, diplomatik birçok sorun vardır. Bu sorunlar da ancak konuşularak çözümlenebilir. Burada önemli bir konuya işaret etmekte yarar var. Kürd yöneticilerin, bu ilişkileri yürütürken, Türk yönetiminin, Kürdlere karşı iyi niyetli olmadığını da her zaman akılda tutmaları gerekir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.