Sumerler, M.Ö. 4000 yıllarına tarihlenmektedir. Günümüzde Göbekli Tepe’de yapılan kazılarda ise M.Ö. 12000 yılına tarihlenen ibadethaneler, tapınaklar ortaya çıkmıştır.
Göbekli Tepe Urfa ilinin 22 km. kuzeydoğu’sunda Herabresk Köyü’ndedir. Yöre halkı bu tepeye Girê Mirazan (Umutlar Tepesi, Dilekler Tepesi) demektedir. Bu, yöre halkının bu tepeden haberdar olduğunu gösterir. Bu tepenin altında, Kürd Tarihini, Ortadoğu tarihini ve insanlık tarihinin yazımını değiştirecek ne gibi hazineler olduğundan doğal olarak haberdar değildir.
Göbekli Tepe 1995 yılında Alman arkeolog Prof. Dr. Klaus Schmidt (1953-2014) ve ekibi tarafından kazılmaya başlanmıştır. İlk olarak, birçok yapıdan oluşan devasa bir ibadethane, tapınak ortaya çıkarılmıştır. Bu yapılar M.Ö. 12000’e tarihlenmektedir.
Kürd arkeolog Cemal Özçelik’in’ (d. 1966, Mardin/ Derik) Göbekli Tepe kazıları hakkında çok önemli çalışmaları vardır. Bu çalışmaların şimdiye kadar iki cildi yayımlanmıştır. Kürd arkeolog Cemal Özçelik, 20 Temmuz 2020’de, Serpil Güneş’e verdiği bir röportajda, bu çalışmaların beş cildi bulacağını söylemektedir.
Yukarıda belirtilen iki cilt şunlardır:
Göbekli Tepe, Öteki Dünyaya Açılan Kapının Şifreleri, Birinci Kitap, Nas Yayınları, Nisan 2018, 490 s.
Göbekli Tepe (Kozmik Doğuş, Kutsal Evlilik ve Ölümden Dirilişe) İkinci Kitap, Kalkedon Yayınları, Ekim 2020, 472 s.
Bunlar büyükboy kitaplardır. Kitaplarda bol bol, Göbekli Tepe kazılarında elde edilen buluntuların fotoğrafları yer almaktadır.
Bilim insanı Cemal Özçelik, arkeoloji tahsilini, İsviçre’de Bern Üniversitesi’nde Önasya Arkeolojisi bölümünde yapmıştır. Yüksek lisansını da aynı bölümde tamamlamıştır.
Kürd arkeolog Cemal Özçelik, Alman arkeolog Klaus Schmidt hakkında da bilgi vermektedir. Yukarıda belirtilen röportajında, Klaus Schmidt’in, Göbekli Tepe’yi yapanların etnik kimliği üzerine kendisine sorulan bir soruya karşı, ‘şu anda bölgede kim yaşıyorsa, Göbekli Tepe’yi onlar inşa ettiler’ dediğini dile getirmektedir.
Kürd arkeolog Cemal Özçelik, Göbekli Tepe’de şimdiye kadar yapılan kazıların, yapılması gereken kazıların onda birini bile bulmadığını vurgulamaktadır. Dedektörlerle yapılan aramalarda, yerin alt katmanlarına inilmesinin gerekleri üzerinde durmaktadır.
Göbekli Tepe’de gerçekleşen bu çalışmalardan ve Cemal Özçelik’in yazılarından sonra, Mehmet Akyol, (d. 1954,Diyarbakır/Lice/Derqam) Tarih Yukarı Mezopotamya’da Başlar, başlıklı bir kitap yayımlamıştır. (Nas Yayınları, Aralık 2011, 181 s. ) Nas Yayınları sahibi, Cemal Özçelik’in birinci kitabına, Yayınevinin Notu başlıklı yazısında Mehmet Akyol’un bugün aramızda olmadığını belirtmiştir. (s.4)
Göbekli Tepe kazılarından önce, Kürdistan bölgesinde başka kazılar da yapılmıştır. Hallan Çemî, (Diyarbakır), Nevalê Çorî, (Viranşehir),Çayönü (Ergani) bunlar arasındadır. Bunlar da M.Ö. 8000’e, 7000’e tarihlenmektedir. Rahmetli, Cemşid Bender hoca (1927-2008) çeşitli yazılarında ve Kürt Tarihi ve Uygarlığı kitabında bunlardan çok söz ederdi.
Tarih Sumer’de Başlar önermesi, yazının icadıyla, yazılı tarihle ilgilidir. Halbuki yazılı tarihten önce de tarih vardır. Buna kısaca insanlık tarihi diyebiliriz. Göbekli Tepe kazılarında, Hallan Çemî kazılarında, Nevalê Çori ve Çayönü kazılarında bulunan, tapınaklar, günlük yaşamla ilgili çeşitli aletler, edevat, insanlık tarihiyle ilgilidir.
Avusturyalı bir arkeolog ve araştırmacı olan Ferdinand Hennenbirchler Kürdlerin Kökeni araştırmasında, Kürdlerin, Yakındoğu’nun, Ortadoğu’nun, Önasya’nın otokton bir halkı olduğunu, tarihlerinin M.Ö. 15000’e kadar uzandığını, bunun M.Ö. 50000’e kadar götürülebileceğini vurgulamaktadır. Göbekli Tepe bunun çok açık bir örneğidir. Kürdlerin kökeni incelenirken, ‘Kürdler bölgeye Kuzeyden geldi’ ‘ Kürdler Doğudan gelip bölgeye yerleşti’ gibi görüşler bu kakımdan gerçeği yansıtmamaktadır. Çok açık bir şekilde görüldüğü gibi, Kürdler Kuzey Mezopotamya’nın otokton bir halkıdır.
Asurlar/Süryaniler, Araplar, Farslar Ermeniler de bölgenin otokton halklarındandır. Ermeniler, bölgeye Balkanlar ve Trakya ve boğazlar üzerinden çok sonra gelmişlerdir.
Tarihin çok eski dönemlerine baktığımız zaman, uygarlıkların daha çok nehir kıyılarında, doğduğunu geliştiğini görüyoruz. Yerleşik olmak, köyler şehirler kurmak, hayvanları evcilleştirmek, tarımsal faaliyetleri geliştirerek artı ürün ortaya koymak ticareti başlatmak, uygarlıkları kurmanı gelişmesini sağlamanın önemli koşullarıdır. Çin’de Sarı Nehir, Mavi Nehir, Hindistan’da Ganj Vadisi, İndüs Vadisi, Mısır’da Nil, Mezopotamya’da Dicle-Fırat havzası bu bakımdan çok elverişli alanlardır.
Dicle-Fırat Havzası, Kuzey Mezopotamya uygarlığın ilk geliştiği alanlardır. Önasya Arkeolojisin ’de Halaf kültüründen, Obeyd kültüründen, Karaz veya Kuru-Aras kültüründen söz edilmektedir. Halaf kültürü, adını, Kuzeybatı Kürdistan’da, Rojava’daki Tell Halaf şehrinde yapılan kazılardan almaktadır. Elde edilen ürünler M. Ö. 6000 yıllarına tarihlenmektedir. Obeyd Kültürü, adını, Kürdistan’ın güneyinde, Obeyd bölgesinde yapılan kazılardan almaktadır. Üretilen ürünler, M.Ö. 5000’lere tarihlenmektedir. Karaz veya Kuru-Aras kültürü, adını, Erzurum’da merkeze bağlı Karaz köyünden almaktadır. Bütün buralar, Kuzey Mezopotamya bölgeleridir.
***
Kürdlerin yaşadığı coğrafyanın, Doğu-Batı arasında geçiş yolları üzerinde bulunması, Yakındoğu’nun, Ortadoğu’nun, Önasya’nın tam ortasında olması, Kürdler ve Kürdistan için çok olumsuz sonuçlar ortaya koymuştur.
Kürdler, Makedonyalı Büyük İskender döneminde çok ağır baskılarla karşılaşmışlardır. İskender (M.Ö. 356-323) orduların Hindistan’a doğru koştururken, gidişte ve dönüşte Kürdlerin yaşadığı alanlardan geçmiştir. Pers İmparatoru III. Dareios’la yaptığı savaş, Kürdistan’ın güneyindeki bugünkü Hewler (Erbil) yöresinde gerçekleşmiştir. M.Ö 334’de gerçekleşen savaşı Büyük İskender kazanmış, Pers İmparatorluğu’nun çöküşünü sağlamıştır. Büyük İskender bu dönemde, Kürdlerin bütün kültürel mirasını yazılı belgelerini yaktırmıştır. Maddi varlıkların tahrip etmiştir.
İslam, Kürdlere kılıç zoruyla kabul ettirilmiştir. Kürdistan, İkinci Halife Ömer devrinde (634-644) fethedilmiştir. İslamı kabul etmeyen, kendi dinlerini, inançlarını yaşamak isteyen Kürdler çok ağır baskılarla zulümlerle karşılaşmışlardır. Arapça’dan başka dil konuşanların dillerinin ucu kesilmiştir. Kürdlerin bütün kültürel mirası yakılmış, yıkılmıştır. Kitaplarla, belgelerle dolu kütüphaneler yakılmıştır. Şöyle denmektedir. ‘Eğer bu kitaplarda, belgelerde yazılanlar Kur’an’a uyuyorsa, Ku’ran vardır, bunlara gerek yoktur, Kur’an’a uymuyorsa zaten yakılmaları gerekir.’( Ethem Xemgin, Kürdistan’da Dini İnançlar ve Etkileri, Melsa Yayınları, 1992 İstanbul, s. 130-131)
Onbirinci yüzyılın ikinci çeyreğinde başlayan Oğuz akınları, Onüçüncü yüzyılın ilk yarısında başlanan Moğol saldırıları da Kürdler’e/Kürdistan’a çok kaybettirmiştir.
İlk çağlarda Pers-Yunan savaşlarının, Ortaçağ’da Sasani-Bizans çekişmelerinin, savaşlarının, yeni çağlarda Osmanlı- İran savaşlarının Kürdistan toprakları üzerinde gerçekleşmesi, her zaman Kürdistan’ın yakılıp yıkılmasını getirmiştir.
Kürdlerin yaşadığı alanlar, Kuzey Mezopotamya, Önasya arkeolojisi için çok elverişli çok zengin alanlardır. Ama örneğin Türkiye bu alanlarda kazı yapmak isteyenlere, kazı için izin verirken çok önemli bazı şartlar ileri sürmektedir. Kazı sürecinde elde edilen buluntuların Kürdlerle ilintileştirilmemesi çok önemli bir koşul olarak ileri sürülmektedir. Aksi halde kazı ruhsatının iptal edileceği vurgulanmaktadır. Benzer koşulları, İran, Irak, Suriye gibi devletler tarafından da dile getirilmektedir.
İngiliz tarihçi Prof. Dr. Amêlie Kuhrt, Eski Çağ’da Yakındoğu (M.Ö. 300-330) başlıklı çok önemli çalışmasında bu konu ile ilgili olarak, “Zağroslardan başlayıp, Torosların güneyinden Akdeniz’e kadar uzanan hatta, sürekli olarak varlığını sürdüren, Arap olmayan, Fars olmayan bir halk…” tan söz etmektedir. Amêlie Kuhrt’un Kürdlerden bahsettiği halde adını anmaması, bu halkın Kürdler oluğunu söylememesi şaşırtıcıdır. Halbuki örneğin Ksenofon, Anabasis, Onbinlerin Dönüşü çalışmasında, uzun uzun Karduklardan, ERmenilerden söz etmektedir. (M. Ö. 400-300 yılları)
Eski Çağlarda, Kuzey Mezopotamya’da yaşayan, Hurriler, Gutiler, Kassitler, Nairiler, Subariler, Mitanniler, Medler… Kürdlerin ataları olan halklardır. Bunlar birbirlerini takip eden yönetim birimleri değildir. Aynı dönemde Kuzey Mezopotamya’nın çeşitle alanlarında yaşayan halklardır. Urartuları da bu halklar arasında saymak gerekir. Kürdlerin bu halkların karışımıyla oluştuğu söylenebilir.
Kabaca, Gutilerin Zağroslar’da, Kassitlerin Hewraman bölgesinde, Nairilerin Vangölü çevresinde, Kafkasya’da, Mitannilerin Samsat, Adıyaman taraflarında, Hurrilerin Kuzey Mezopotamya’nın her alanında yaşadıkları söylenebilir. Subariler bugün Zebariler olarak anılmaktadır. Bugün Zebariler bölgesi Barzan’ın Güneybatısında yer almaktadır. Hoşyar Zebari, Irak’ta Maliye Bakanı olduğu bir dönemde, Zabarilerin, Subarilerden geldiğini açıklamıştı. Heredot Tarihi ise Med-Pers ilişkilerinin, Pers-Yunan savaşlarının tarihidir.
Kürdlerin/Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması, paylaşılması Kürdlere çok ağır darbeler vurmuştur. Bu Kürdlerde, bir insanın iskeletinin parçalanması, beyninin dağılması gibi bir etki yaratmıştır. Araştırmacı Evin Çiçek, Kemalizm ve Kürd Ulusal Sorunu II çalışmasında, (Sitav Yayınları, Eylül 2021) bu durunu şu şekilde dillendirmektedir: “Savaş, Kürdler tarafından çok iyi bilinen, tanınan, Osmanlı, Pers, Rus, İngiliz, Fransız ordularının en örgütlü ve sınırsız hırsızlıklarıdır. Tarih bizden yana olmadı. Çünkü tarihimizi işgalciler yazdı.” (s. 11)
Araştırmacı Evin Çiçek, Osmanlı, Pers, Rus, İngiliz, Fransız… derken Arap demeyi unutmuş. 640 yıllarında, İkinci Halife Ömer devrinde, Arap ordularının, Kürdlere nasıl muamele ettiği bu yazının yukardaki bir bölümünde de anlatılmıştı.
***
Alman Filozof Wilhelm Hegel (1770-1831) uygarlıkları devletler yaratır der. Devletsiz halkların uygarlık yaratmasının mümkün olmadığını vurgular. Çok anlamlı bir söz. Eğer bir devletiniz yoksa, uygarlık yaratmak şöyle dursun, bir müze bile kuramazsınız. Mezarlıklarınızı bile koruyamazsınız.
Not: Avesta Yayınevi, Ekim ayı başlarında, İstanbul, Diyarbakır, Mardin gibi yörelerde edebi söyleşiler düzenliyordu. Söyleşiler Kürdçe yapılıyordu. Mardin’de Mirza Metin’le yapmayı planladığı söyleşi polis tarafından, pandemi gerekçe gösterilerek engellendi.
Avesta Yayın Yönetmeni Abdullah Keskin, arkasından da Mardin Barosu bu engellemeyi protesto etti. Mardin Barosu bu etkinliğe ev sahipliği yapabileceğini de duyurdu.
Mardin Barosu’nun bir salonunda bu etkinlik devam ediyor. Avesta’nın, Abdullah Keskin’in, Mardin Barosu’nun bu tutumu, insanın duygularını yüceltiyor. Avesta’yı, Abdullah Keskin’i, Mardin Barosu’nu bu tutumlarından dolayı kutluyorum.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.