Dikkat edelim, Bağımsızlıktan söz eden, Kürdistan diyen, başta Kürtler için, Kürdistan için mücadele eden, Kürd hak ve özgürlükleri her zaman savunan bir partinin, KDP’nin binası yakılıyor. Hatırlayalım, 22-23 Ağustos 2020 günlerinde de göstericiler, Halepçe’de, kamu binalarını ve Halepçe arşivlerini yakarken, KDP binasına da saldırmışlardı. Bütün parti binaları arasında sadece, KDP binasına saldırmışlardı. (bk. Halepçe Arşivlerinin Yakılması ve KDP’ye Saldırı, nerinaazad, 14.9.2020, ayrıca bk. zazaki.net, kovara bir, kürdistan-post.com eu siteleri)
KDP, ‘ben enternasyonal bir partiyim…’ deseydi, bu tür operasyonlarla karşılaşır mıydı? Kanımca hayır. Çünkü o zaman Kürd/Kürdistan sonununun, birçok sorun arasında eriyip görünmez olması beklenirdi. Birçok sorun arasında, bu sorunun nerede durduğu bile belirsiz olurdu.
Kürdistan’dan koparılmış alanlarda da hergün, Kürdlere karşı kaçırma, işkence yapma, katletme olayları yaşanmaktadır. Bölgeye getirilen Arapların, Kürdler buna ithal Araplar diyor, Kürd çiftçilerin topraklarını işgal etmesi teşvik edilmektedir. Irak polisinin, hiçbir engelleyici çaba içinde olmadığı vurgulanmaktadır. Bütün bu Kürd karşıtı faaliyetlerin, Irak polisinin gözü önünde gerçekleştiği, Kerkük valisinin bu konuda çok aktif olduğu vurgulanmaktadır. Kürdistan’dan koparılan alanların çoğunda İŞİD mensuplarının, gündüz Irak polisi, gece İŞİD olarak çalıştıkları haber verilmektedir. Ve bunlar herşeyden önce Kürdlere karşı savaş yürütmektedir.
18 Ekim akşamı, Selahaddin vilayeti, Beled ilçesi Ferhatiye Köyü’nde 12 Kürd, yüzleri kapalı silahlı kişilerce kaçırıldı. Bunlardan onunun cesetleri köye yakın bir alanda bulundu. Kürdistan’dan koparılmış alanlarda, buna benzer olaylar, hergün, sık sık yaşanmaktadır.
Bütün bunlar, bir halkın kendi kendini yönetiminin ne kadar değerli olduğunu gösteriyor. Yukarıda kısaca işaret edilen Kürd karşıtı olaylara, Kürdistan Bölgesel Yönetimi alanında, Hewler, Süleymaniye ve Duhok’ta rastlanmıyor. Çünkü buralarda Kürd Asayiş Güçleri muhtemel olayları önlüyor. Çünkü buralarda, Kürd halkı, bütün eksikliklerine rağmen, kendi kendini yönetiyor. Bağdad’da veya Kürdistan’dan koparılmış alanlarda, Kürd Asayiş Güçleri bulunmadığından, Irak polisinin ise, Kürdlere karşı olumsuz bir tutum sergilemesinden dolayı, anti-Kürd olaylar sık sık yaşanıyor. Bağdad ve Hewler arasında yapılan bütün görüşmelere rağmen peşmergenin, Kürdistan’dan koparılmış alanlara henüz dönemediği bilinmektedir. Bu, Bağdat’ın, bu süreci savsakladığı anlamına gelmektedir.
Bağdat, peşmergenin, bu bölgelere dönüşünü hem savsaklıyor, hem de hem de anti-Kürd operasyonlar, Irak polisinin, Irak komutanlarının gözleri önünde gerçekleşiyor. Saldırılara karşı, Kürdlerin korunması için hiçbir çaba sarfedilmiyor. Mustafa Kazımi’nin, Başbakan olarak Kürdlere karşı iyi niyetli olduğu söylenebilir. Ama hükümetin, milis güçleri denetim altında tutamadığı da görülmektedir. Bağdat’daki, Kürdistan Demokrat Partisi binasının, Kürdistan Bayrağı’nın, yakılmasının, bir komutanın bilgisiyle, teşvikiyle, gerçekleşmesi, Irak güvenlik güçlerinin gözü önünde gerçekleşmesi dikkatlerden uzak tutulamaz. Bu, Kürdlerin, kendi kendilerini yönetmesini gerekli kılmaktadır. Irak Kürdleri böyle yönetiyor.
Kürdistan Bayrağı’nın, KDP bürolarının yakılması, Kürdistan’dan koparılmış alanlarda ve Bağdat gibi şehirlerde, Kürdlere karşı cinayetler tasarlanması, Kürdlere duyulan nefretin göstergeleridir. Kürdistan’ın öteki kesimlerinde de Kürdlere benzer süreçlerin yaşatıldığı çok yakından biliniyor. Güneybatı Kürdistan’da, Rojava’da, Afrin, Serekanî gibi alanlarda, Türkiye’nin denetimindeki SMO güçleri de Kürdlere karşı, aynı operasyonları, katliamları, adam kaçırmaları, kaçırılan Kürdleri işkencelerle katletmeyi sürdürmektedir. Türkiye ve Suriye, 2011’den bu tarafa, yani Suriye’de iç savaş başladığından beri birbirlerine muhalefet eden, hasım olan iki güç olmasına rağmen, Rojava’da kurulmaya çalışılan özerkliği engellemek için birlikte çalışmaktadırlar.
Bu süreçlerin yaşanmasının temel nedeni, Kürdlerin, Kürdistan’ının, 1920’lerde Milletler Cemiyeti döneminde, bölünmesi, parçalanması ve paylaşılmasıdır. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Yakındoğu’da, Ortadoğu’da yaşanan en önemli süreç kanımca budur. İngiltere’yi, Fransa’yı, Irak’ı, İran’ı, Türkiye’yi, Suriye’yi çok yakından ilgilendirmektedir. Kürdistan’ın, Kürdlerin bir kesiminin de Sovyetler Birliği’nde /Rusya’da, Kafkasya’da olduğu yakından bilinmektedir.
Küdlere/Kürdistan’a hiçbir statü vermeyen bu sürecin, anti-Kürd dünya nizamının, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, 1945’de, Bileşmiş Milletler döneminde daha da güçlendirildiği açıktır. Bütün bunlardan dolayı, bu Kürd/Kürdistan sorunu, başta Birleşmiş Milletler’in sorunu olmalıdır. Bütün halkların kendi kendilerini yönetme, kendi geleceğini belirleme hakları vardır. Başkalarının, Kürd halkının, Kürdistan’ın geleceğini belirleme çabalarına elbette karşı olmak gerekir. Bir ulusun, polis ve ordu gücüyle, baskıyla, işkenceyle birlik içinde tutulmaya çalışılması, Birleşmiş Milletler’in temel felsefesine kökten aykırıdır. Bu konuda, elbette, 25 Eylül 2017 Bağımsızlık Referandumu sonuçları güçlü bir yol gösterici olmalıdır.
Haşdi Şabi’nin Kürd karşıtı, Kürdistan karşıtı bir güç olduğu yakından bilinmektedir. Irak Arapları içinde, Irak Şiileri içinde örgütlenmiştir. İran tarafından örgütlendiği de biliniyor. Haşdi Şabi, başta, Kürdlere/Kürdistan’a karşı savaşıyor. Şengal gibi bir alanda, PKK/KCK’nin, Haşdi Şabi ile işbirliği yaparak Kürdistan hükümetine, özellikle KDP’ye karşı mevzi alması şüphesiz anti-Kürd bir tutumdur. Şengal elbette Kürdistan toprağıdır. Şengal, Kürdistan’dan koparılan alanlardan biridir. Bu Kürd toprağını, Kürdistan’dan koparıp Irak’a bağlamaya çalışmanın anti-Kürd bir tutum olduğu besbellidir. 1970’lerin ortalarına kadar, Şengal’de, hiçbir Arap yoktu, Arap aile yoktu. Arapların Şengal’de görünmesi, Saddam Hüseyin yönetimiyle başlamıştır.
1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, Kürdler/Kürdistan, bölünmüş, parçalanmış, paylaşılmıştı. Bugün, Yakındoğu’daki, Ortadoğu’daki savaşın önemli bir kesimi, kanımca, yine Kürd topraklarının paylaşımıyla ilgilidir. Yalnız, 1920’lere göre, günümüzdeki en önemli fark, artık, Kürdlerin, kendi topraklarına, Kürdistan’a bizzat kendilerinin sahip çıkmaya çalışmalarıdır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.