Munzur Çem’in (d. 1947) Kiğı’dan Berlin’e Anılar I. Cilt, kitabı yayımlandı. Deng Yayınları, Mayıs 2021, Diyarbakır, 526 s.
Kitabın çok önemli bir özelliği, bütün insan isimlerinin, köy, mezra, yöre, dağ, ırmak, göl, yayla vs. isimlerinin, bitki isimlerinin, gıda maddelerinin, gıda maddelerinin hazırlanmasında yaşanan herbir aşamanın isimlerinin vs. Kürdçe alfabeye göre yazılmış olmasıdır. Kişi olarak bunun çok önemli bir tutum olduğunu düşünüyorum. Bu hem dildeki, hem doğa insan ilişkilerindeki zenginliği de ortaya koymaktadır.
Munzur Çem, köyü, köyde yaşayanları, geçim kaynaklarını anlattıktan sonra, gıdaların nasıl hazırlandığın dair etraflı bilgiler vermektedir.
“… Özellikle baharda süt nisbeten boldu. Dolayısıyla ayran ve tereyağı da çok olurdu. Onun dışında dilimizde ortak adı ‘tora’ olan çökelek ve tulum peyniri kış mevsiminin ana gıda maddelerinden biriydi. Tora, postta toplanıp korunurdu. Bunun en az yağlısına ki en kalitesiz tür olarak kabul edilenine ‘toraqo xam’ (çökelek) denirdi. Onun daha kalitelisi, daha yüksek oranda yağ ihtiva eden ‘serto’ ya da ‘toraqo serto’ ise bildiğimiz tulum peyniriydi. Yapılır yapılmaz, başkaca herhangi bir işlemden geçirilmeden, ‘parzon’ denilen bezden süzme torbasına konan ve suyu süzüldükten sonra yenilen üçüncü daha vardı ki buna ‘lor’ ya da ‘toraqo teze’ (taze tulum peyniri) denilir. Bu türlerin varlığı, bildiğimiz, piyasadaki beyaz peynirin hiç yapılmadığı anlamına gelmez. Bazı ailelerin, ara sıra günlük yemek niyetine ya da konuklara sunmak üzere bu cins peyniri yaptığı da olurdu.
Maya kelimesini dilimizdeki karşılığı ‘amên’ di. Peynir mayası olarak kullanılan, yabani bir türü vardı ki buna ‘vaşê amênî’ deniliyordu. (s. 73-74)
Munzur Çem, 1961 yılına ilişkin bir anısını şöyle anlatmaktadır: Bir gün, Nazımiye’de, Sağlık Merkezi’nin önünde beklerken, askeri araçların konvoy halinde geçtiğini görür. Merak eder sayar. 67 askeri araç geçmiştir. Birkaç gün sonra, bu askeri araçların kesilen ağaçları taşıdıklarını farkeder. Munzur Çem bu konuda şunları anlatmaktadır:
“… Konvoya baka baka, Yatılı Bölge Okulu’na doğru ilerlerken, araçların odun taşımak üzere geldiklerinin öğrendim. Nazımiye’nin kuzeyine düşün Hakis köyü çevresi o bölgenin en kaliteli ormanlarının, bulunduğu bölgelerden biriydi. Özellikle ‘Bezik’ ormanı, oldukça ünlüydü. Devlet o ormanı odun olarak kullanılmak üzere müteahhitlere kestirmiş, askeri konvoylar ise, üçüncü orduya ait askeri birliklere, dağıtmak üzere taşımaya gelmişlerdi.
“… Ertesi sabah, konvoy, kısım kısım, odunların bulunduğu bölgeye doğru hareket etmeye başladı. Sabah saatlerinde başlayan gidiş, öğlen saatlerinde tersine dönmeye başladı. Odun almaya giden cemseler, ağır yükleriyle peyderpey geliyor, bir gün öncekinin ters yönünde uzaklaşıyor, gözden kayboluyorlardı. Bu şekilde odun taşıma işi yaklaşık bir ay kadar devam etti.
Bu arada biz de birkaç gün sonra bir kamyonla anlaşıp odun yükleme bölgesine gittik. Odun yığınları Deruye’yle Remedan köyünün altındaki vadideydiler. Vilê Kewlî denilen geçit noktasına çıkar çıkmaz, karşıki dağların yamaçlarında ormanı kesilmiş yerlerle yüz yüze geldik. Manzara gür saçlı bir kafanın sıfıra vurulmuş halini andırıyordu. Çok değil en son dört ay önce gördüğüm o yemyeşil alanlar bozkıra dönüşmüştü. Yürek yakıcı bir durumdu… Neyseki meşe dayanıklıydı. Yeniden büyüme şansı vardı. Tek tesilli buydu.
Virajlı yamaçları aşıp dere ağzına vardığımızda ise şaşkınlığımız kat kat arttı. Dere boyunca o yana bu yana uzanan odun duvarları kilometreleri buluyordu. Birkaç ayda nasıl onca orman, kesilmiş, nasıl getirilip istiflenmiş, şaşırmamak elde değildi.” (s. 202-203)
Bugünlerde, Anadolu’nun hem batı yörelerinde, hem de Kürdistan’da çok yoğun orman yangınları gerçekleşmektedir. Anadolu’nun Batı yörelerinde çıkan orman yangınları canla başla söndürülmeye çalışılmaktadır. Dersim, Bingöl, Bitlis, Şırnak, Hakkari gibi Kürd yörelerindeyse ormanlar, bizzat devlet tarafından yakılmakta, veya orman yakılması için elverişli bir ortam yaratılmakta ama, halkın yangınları söndürmesine bile izin verilmemekte, yangınların söndürülmesine engel olunmaktadır.
1961-2021… Kürd bölgelerinde ağaç kesimi, ormanların yakılması, devletin siste matik bir politikası olmuştur.
***
Munzur Çem, ailesinin karakovan arıcılığı sürdürdüğünü vurguluyor, çok bal ürettiklerini dile getiriyor. Ama bal satmanı ayıplanan bir tutum olduğunu da anlatıyor. Bal, evde tüketim için veya konuklara ikram etmek için üretiliyor. Her yıl, çok uzak diyarlardan, bal almaya gelenlerin olduğunu belirtiyor. Bu tutumun 1970’lere kadar sürdüğünü söylüyor. Çökelek, yağ, peynir, gibi ürünlerini pazara götürdüklerini, onların karşılığında da kumaş, giysi, ayakkabı, şeker, çay gibi gıda maddeleri aldıklarına işaret ediyor. (s. 86-88)
Geçim derdi konusunda gurbete gidenlerden de söz ediliyor. Gurbet, önceleri, Zonguldak, Bartın gibi yörelerken daha sonraları İstanbul en önemli gurbet olmaya başlıyor. (s. 90 vd.)
Munzur Çem, Kıği yöresinde geçerli olan giysilerden de söz etmektedir… Bu konuda şunları söylemektedir “Beyaz giysi, Kürd Alevilerinde, tıpkı Kakai ya da Yarsan ve Ezidiler gibi dini bir semboldür ki, hakim giysi rengiymiş. Hatta bu nedenle bazı Türk kaynaklarında Dersim Kürdleri için ‘beyaz donlulur’ terimi kullanılıyor.” (s. 95)
Munzur Çem, Kiğı’nın, alkol tüketiminde Türkiye ortalamasının üzerinde bir yeri olduğunu da belirtiyor. (s.192)
‘Asil Türk’, ‘Gerçek Müslüman’
Dersim’de, 1940’lardan sonra, okullarda öğrencilere başlıca iki konunun öğretilmesi esas olmuştur. Türk olduklarını, ‘Asil Türk’ olduklarını öğretmek, ’Gerçek Müslüman’ olduklarını öğretmek, eğitim-öğretimin vazgeçilmez iki ana konusudur.
Munzur Çem, İslamın ortaya çıkışı, anlatılırken, dualar sıralanırken, ‘… sadece ‘asil Türk’ değil, ‘gerçek Müslüman’ olduğumuzu da öğrenmiş olduk’ demektedir. (s. 176)
Asimilasyon çabalarının çok yoğun bir şekilde işletildiği, Kürdçe konuşmanın yasak olduğu, bu yasağın uygulanıp uygulanmadığının takip edildiği, bu çerçevede, Kürd öğretmenlerin de, öğrencilerine tek bir Kürdçe sözcükle hitap etmediği vurgulanmaktadır. (s. 183)
Munzur Çem, bir gün Mardinli bir subayla dolaşmaktadır. Sokakta oyun halinde olan, oyunlarına Kürdçe konuşan çocuklarla karşılaşırlar. Nüfusunun büyük bir bölümü Kürd olan Mardinli subay, çocuklara yaklaşarak, ‘Kürd diye bir şey yok, hepimiz Türküz, değil mi çocuklar’ der. Hem de Kürdçe konuşan çocuklara karşı bunu söyler. Munzur Çem, Mardinli subayın bu tutumunu çok yadırgadığını vurgulamaktadır. ( s. 348)
Devletin giyim-kuşamda piyasaya hakim olma çabaları bölümünde, 1955 yılı ve daha sonrasında Suriye sınırının mayınlanmasını da gündeme getirilmektedir. Berlin Duvarı’nın yıkılması konusunda çok yoğun bir çaba içinde olan Almanya’nın, Kürdistan’ın bir kesiminin mayınlanarak Kürdlerin birbirlerinden tecrid edilmesi konularında tek bir laf etmemesini eleştirmektedir. (s. 96-97)
Mayınlama işinin bugün kalın, yüksek duvarlar örülerek devam ettirildiği, bunun İran sınırında da uygulandığı yakından biliniyor.
Kızılbaşlık Geleneği’
Sosyal ve tarihi konulara ilgi duyan Munzur Çem, Mısır Kraliçesi Kleopatra üzerine bir kitap okumaktadır. Kitapta, kraliçenin, cinsel yaşamına ilişkin bir bölümde, erkek kardeşiyle ilişkiye girdiği de vurgulanmaktadır. Kleopatra kitabının yazarı, bu ilişkiyi tanımlarken, ‘Kızılbaşlık geleneği’ sözlerini kullanmaktadır. Munzur Çem, bunu okur 0kumaz ‘beynimden vurulmuşa döndüm’ diyerek yazara küfürler sıraladığını belirtmektedir. (s. 245-246)
***
Munzur Çem’in, Kiğı’den Berlin’e Anılar kitabında pek çok kişinin adı geçmektedir. Bu kişilerden bir bölümünü ben de tanıyorum. Bir kısmını basından… Çok büyük bir kısmıyla da arkadaşlığım var. Bir bölümünü de zaten tarihten tanıyoruz… Sey Rıza’dan, Alişer’den, Zarifa’dan, Nuri Dersimi’den kitabın çeşitli bölümlerinde söz edilmektedir. Nuri Dersimi’den söz edilirken Kürdistan Tarihinde Dersim, kitabı da anılmaktadır.
Behice Boran, Mehmet Ali Aybar, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Gültekin Gazioğlu, İlhan Selçuk, Çetin Altan, Remzi İnanç gibi isimlere kitabın çeşitli bölümlerinde rastlanmaktadır.
Munzur Çem’in Anılar kitabında, Nazım Hikmet, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Mahir Çayan, Yalçın Küçük, Nahit Töre… adları da geçmektedir. 1974 sıralarında, Kıbrıs Savaşı döneminde, Munzur Çem, Yalçın Küçük ve Nahit Töre ile birlikte askerlik yapmaktadırlar.
Kitapta doğal olarak Kemal Burkay, Faruk Aras, Veysel Çamlıbel, Yılmaz Çamlıbel İhsan Aksoy, Mehdi Zana, Nazif Kaleli, Sıddık Bozarslan, Bayram Ayaz, Zeki Adsız, Zerruh Vakıfoğlu, Mehmet Bayrak, Gülay Bayrak, Veysi Zeydanlıoğlu, Recep Maraşlı, İsmail Beşikci, Şerif Yıldız … isimleri de geçmektedir. Munzur Çem, araştırma sürecinde etkilendiği iki kitaptan söz ederken, Doğu Anadolu’nun Düzeni ve Kürdistan Tarihinde Dersim kitaplarını dile getirmektedir. (s. 410)
Kitapta, Yusuf Kaçar, Said Kırmızıtoprak, Haydar Işık, Kamer Genç, Rıza Topal adları da yer almaktadır.
Dr.Tali Ural, Dr. Haydar Dümen, Mustafa Aydın… isimleri de Anılar kitabında yer bulmuştur…
Munzur Çem’in Anılar kitabında, s. 122’de Rıza Can adı geçmektedir. Mülkiye’de Rıza Can isimli bir sınıf arkadaşım vardı. Dersimli olduğunu biliyorum. Birkaç ilde valilik de yapmıştı.
Rıza Can’ın 1950’lerin ortalarında, Lise öğrencisiyken, Dersim’de, vali ile halk arasında tercümanlık yaptığından söz ediliyor. 1950’lerin ortalarında ben de Çorum Lisesi’ndeydim. Ama, Munzur Çem’in anılarında geçen Rıza Can’ın, sınıf arkadaşım Rıza Can olup olmadığını kestiremedim.
Munzur Çem’in anılarında, s. 447-448’de, 14 Eylül 1978’de, Yüksekova’da gerçekleşen Kanatlı J-78 Jandarma Komando Tatbikatı’ndan söz ediliyor. “… Manevrayı, Jandarma Genel Komutanı Org. Sedat Celasun ile Hakkari Valisi Altay Utkan birlikte izlediler.” deniyor. O dönem, Org. Sedat Celasun’u (1915-1998) basından biliyorum. Altay Utkan ise Mülkiye’den sınıf arkadaşımdı. (1958-1962) O dönemler Mülkiye, (Siyasal Bilgiler Fakültesi), bizzat kendisinin yaptığı yazılı sınavla öğrenci alırdı. Sınavı kazanan ilk kırk öğrenciye de burs verilirdi. 20 İçişleri Bakanlığı, 20 Maliye Bakanlığı. Biz İçişleri Bakanlığı’ndan bursluyduk.
***
Kiğı’dan Berlin’e Anılar kitabında ismi geçen kişilerden söz ederken bir kişiden daha söz etmek isterim. Abdurrahman Kurtoğlu.
Munzur Çem, arandığı günlerde, Suriye’ye geçiş, için çok paraya ihtiyaç duyar. Bunun için ağabeyi Hasan, eşi Methiye’nin de önerisiyle, Ankara, Kazandaki evini satışa çıkarır. Yugoslav göçmeni Abdurrahman Kordoğlu’nu yakından tanımaktadır. Durumu ona anlatır ve evi onun satın almasını ister. Abdurrahman ‘bir düşüneyim.’ der.
Abdurrahman, Kurdoğlu, birkaç gün sonra, zarf içinde bir deste para ile Hasan’a gelir. “ Buyrun Hasan Bey, ihtiyacınız olan para burada. Evi satma. Çoluk- çocuk sahibisin sen. İleride durumun elverdiğinde ödersin, değilse, canın sağolsun” der. (s. 502)
Abdurrahman Kurdoğlu, politik aile olduklarını, İkinci Dünya Savaşı’ında, Nazilere karşı savaşmış bir partizan olduğunun da vurgular.
Bu olay, ‘zor günlerde bir dostluk örneği’ olarak değerlendiriliyor. Burada şüphesiz, Abdurrahman Kurdoğlu’nun, Hasan’a ve Munzur Çem’e duyduğu güven belirleyici olmuştur.
Türkü Sözcüğü
Munzur Çem’in, Kiğı’dan’dan Berlin’e Anılar kitabında birkaç yerde türkü sözcüğü geçmektedir. ’Kürtçe türkü’ (s. 222) Kırmanca (Zazaca) türküler’ (s, 476) şeklinde… Bu konuda şunları belirtmek gerekir:
Türkü, Türk’e ait demektir. Eğer Türkçe bir şiir melodi ile ifade ediliyorsa, buna türkü denir. Bu bakımdan, ‘Kürd türküsü’ ‘Ermeni türküsü’, ‘Arap türküsü’, ‘İngiliz türküsü’ vs. olmaz. Bunları ‘şarkı’ sözcüğü ile ifade etmek daha doğrudur. Veya ‘klam’, ‘stran’, ‘dilok’ gibi sözcükleri hiç Türkçeye çevirmeden, doğrudan doğruya kullanmak çok daha doğrudur.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.