‘Şiizm’ Bir Protesto Dini. Şiizm, Hamid Dabashi’nin kitabı. Şiiliği hem kuramsal, hem de eylemsel yönleriyle ele alıyor, inceliyor.
Hamid Dabashi, Şiizm, Bir Protesto Dini, Yarın Yayınları, Çev. Belgin Çallı, Nisan 2015, İstanbul
Hamid Dabashi (d. 1951) İranlı bir siyaset bilimci, sosyolog. ABD’de yaşıyor. Üniversitede profesör
Hamid Dabashi, kitabında, Şiiliğin paradoksal bir dini olduğunu vurguluyor. ‘Savaşçı olduğunda ve zahmetli bir savaş verdiğinde serpilip büyür ve muzaffer olur. Başardığı ve iktidara geldiği anda, manevi gücünü ve aykırı sesini kaybeder. Paradoksal olarak sadece, iktidarda olmadığı zaman iktidardadır. İktidara geldiği zaman, meşruiyetini otoritesini ve cesaretini kaybeder. ‘
Kürd/Kürdistan sorunu, şüphesiz, Yakındoğu’da, Ortadoğu’da önemli bir sorundur. Sadece, Türkiye’nin, İran’ın, Irak’ın, Suriye’nin bir sorunu değildir, aynı zamanda uluslararası bir sorundur. Şiiliğin, Şiizmin bu ulusal soruna karşı çözüm önerisi nedir? Bu, şüphesiz çok önemli bir sorudur. Fakat, Hamid Dabashi 387 sahifelik bu incelemesinde bu soruna hiç değinmiyor. Böyle bir sorun yok gibi davranıyor. Bu yazının, bizim yazımızın, esas amacı da, Hamid Dabashi’nin, böyle bir soruna neden dokunmadığını, bu sorunun, kıyısından, köşesinden bile geçmediğini anlamaya çalışmaktır.
Ayetullah Ruhullah Humeyni’nin (1902-1989) bu konuda nasıl bir çözüm düşündüğünü, düşündüklerini nasıl yaşama geçirdiğini yakından biliyoruz. Bunun iki safhada incelemek gerekiyor.
Ayetullah Humeyni, 1960’larda, İran’da, Şahlığa karşı, İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi’ye karşı mücadele yürütüyordu. Bu mücadeleden dolayı, uzun süre, İran dışında, Türkiye, Irak, Fransa gibi ülkelerde sürgün yaşadı. 1978’de, Pariste’yken, İran Kürdistan Demokrat Partisi Başkanı Abdurrahman Quasımlo (1930-1989) Komela Başkanı Şeyh İzzeddin Hüseyni (1921-2011) Ayetullah Humeyni’yi ziyaret ettiler. Bu ziyaret sırasında, Kürd/Kürdistan sorunlarından da bahsettiler. Bu konularda Humeyni’nin neler düşündüğünü sordular. Humeyni, İslam kardeşliğinden, ümmet kardeşliğinden söz etti. Kardeşiliğin, farklı kimliklere eşit muamele yapılasının gerektirdiğini de vurguladı. Şaha karşı, şahlığa karşı mücadele başarıya ulaştığı zaman Kürd taleplerinin de dikkate alınacağını söyledi. Bu mücadelenin başarıya ulaşması için, Kürdlerin de bu mücadeleye katılmasını istedi.
Ayetullah Humeyni, Şah Rıza Pehlevi’nin, Tahran’dan, İran’dan kaçmasının ardından, 1 Şubat 1979’da, Paris’ten Tahran’a döndü. On gün sonra, İran İslam Cumhuriyeti zafere ulaştı. Bu tarihlerden itibaren yeni rejim kökleşmeye başladı. 1979 yılı içinde Abdurrrahmen Qasımlo ve Şeyh İzzeddin Hüseyni Kum kentinde, Ayetullah Humeyni’yi yine ziyaret ettiler. Kürd/Kürdistan sorunu ile ilgili taleplerini yine dile getirdiler. Ayetullah Humeyni, onları dinledikten sonra şöyle konuştu. “Biz İslam kardeşiyiz, ümmet kardeşiyiz. Sizin bu talepleriniz İslam’a aykırıdır. Kabul edilemez. Görüşme bitmiştir.” Bu görüşmeden hemen sonra, Rojhilat’da Kürdlere karşı çok yoğun saldırıların yapıldığı, kitlesel katliamların, idamların gerçekleştirildiği biliniyor. 1979’da, 1980’lerde, bu kitlesel katliamlar, idamlar, yoğun bir şekilde sürdürülmüştür.
Ayetullah Humeyni’nin, Kürd/Kürdistan sorunlarında düşündüğü ve uyguladığı çözüm budur. Muhalefetteyken, Kürdlere olumlu, kabul edilebilir mesaj vermek, iktidara iyice yerleştiğindeyse, “İslam kardeşliği”,”Ümmet kardeşliği sloganlarına dayanarak Kürd/Kürdistan taleplerini tamamen reddetmek, baskı ve zulüm politikalarını egemen kılmaktır. Ama, bu Şiiliğe, Şiizme özel bir politika değildir ki, İslam’ın Kürdlere karşı en çok uyguladığı politika budur. İslam, Kürdlerin, ulusal demokratik talepleri karşısında, her zaman “İslam kardeşliği”, ”ümmet kardeşliği” sloganlarını gündeme getirmiştir. Kürdlerin ulusal taleplerini, hep kardeşlik sloganlarıyla geriletmeye gayret etmiştir. “İslam kardeşliği, ümmet kardeşliği sloganlarına baskı, zulüm, katliamlar da eşlik etmektedir. Kürdler, Irak’ta olduğu gibi soykırımlarla bile karşılaşmıştır. İran Kürdistan Demokrat Partisi lideri Abdurrahman Quasımlo’nun, 13 Temmuz 1989’da, Viyana’da, Kürd sorunu ile ilgili olarak, devlet görevlileriyle yaptığı bir müzakere sürecinde, bir suikasta kurban gittiği de bilinmektedir. Eylül 1992 de ise Berlin’de, partinin yeni sekreteri Dr. Sadık Şerefkendi ve üç arkadaşı da,İranlı ajanlar tarafından katledilmiştir. Fehim Şinnavi, İslam Ümmetinin Yetimleri Kürdler (Çev. Recep Perçin, Şura Yayınları, 1997, İstanbul) kitabında, hepsi de Müslüman olan devletlerin, Kürdlere yaşattığı mağduriyeti anlatmaktadır.
“Halkların kardeşliği” sloganının da İslam kardeşliği”,” ümmet kardeşliği” sloganlarından farkı yoktur. Bu sloganların, Kürdleri oyalamaya, kandırmaya yönelik olduğu açıktır. Ve Kürdler, kendilerine baskı yapan bu devletlerin, bu tür propagandalarına çok kanmıştır.
‘İslam kardeşliği’, ‘Ümmet kardeşliği’ ’Halkların kardeşliği’ sloganlarına kanmayan bir halk Müslüman Bengal halkıdır. Bu bakımdan Müslüman Bengal halkının, Müslüman Pakistan Devleti’na karşı yürüttüğü Doğu Bengal Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nin, etraflı bir şekilde incelenmesinde büyük yarar vardır. Bu çerçevede, 1940’ların sonlarında kurulan, 1950’lerde yoğun ve yaygın bir şekilde gelişen Bengal Dil Hareketi’nin çok önemli bir kurumlaşma olduğu bilinmelidir. Bu konuda Kürd Seyyah İbrahim Sediyani’nin, 15.12.2012 tarihinden itibaren internette yayınladığı, Bir Yanım Su, Bir Yanın Ateş Aç Bana Kucağını Bengladeş yazı dizisine bakmak gerekir.
Habeşistan’a karşı, 1970’lerde, 1980’lerde, Ulusal Kurtuluş Mücadelesi yürüten Eritreli ulusal kurtuluşçular da ‘halkların kardeşliği’ne hiçbir zaman inanmadıklarını söylemektedirler. Bu mücadelede, Filistinli gerillaların, Eritre Ulusal Kurtuluş Hareketi’ne karşı Habeşistan Devleti’nin safında savaşa katılmaları, bu düşüncenin doğup gelişmesine neden olmuştur.
Mücahit Bilici, İslamda Savaş Bitmiştir (Avesta, 2015) kitabında, Kürt Hamal (Avesta, 2017) isimli kitabında yer alan yazılarında, Irak, İran, Suriye, Türkiye gibi devletlerin, El Kaide, el Nusra, İŞİD gibi örgütlerin Kürdlere karşı yürüttükleri politikaları değerlendirmektedir. Bu devletlerin Kürdlere karşı yürüttükleri baskı, zulüm politikalarının İslam da, yer almadığını vurgulamaktadır. Bu uygulamaların gerçek İslam’da yeri olmadığı, ‘geçek İslam’a, adalet ve eşitlik anlayışına zıt olduğunu belirtmektedir. ‘Gerçek İslam’ nedir, ne zaman, nerede yaşanmıştır? sorusu şüphesiz çok önemli bir sorudur. Ama bu ayrı bir konudur. Burada, Irak, İran, Türkiye, Suriye gibi devletlerin Kürdlere/Kürdistan’a karşı yürüttükleri baskı politikalarının İslam’a zıt olduğunu, bu politikaların İslam’da yeri olmadığının vurgulanması önemli olmalıdır.
Tahare Kurratul Ayn
Hamid Dabashi’nin, Şiizm çalışmasında, Tahare Kurratul Ayn (Fatma Bağastani) ile ilgili bir bölüm var. (s. 189 vd.) Tahare Kurratul Ayn (1814-1852), Şiilikte Kurratizm olarak bilinen bir hareketin kurucusu ve temsilcisidir. Bu hareket, varolan adaletsizliği sona erdirmek için silaha sarılmış bir harekettir. Bu niteliğiyle, kendilerinden önceki hareketlerden ayrılmaktadır. Kurratizm, Şii usuli düşünce ekollerine, yani sadece fikir üreten düşünce ekollerini şiddetle eleştiren bir anlayışa sahiptir.
Tahare Kurratul Ayn (Fatma Barağani) Kazvin’de, önde gelen bir dinsel ailenin kızı olarak dünyaya geliyor. Baba, dini hiyerarşi’de önde gelen bir makama sahip. İki amcası var. Amcalar da dini hiyerarşide rol alıyorlar. Baba, üç kardeşin ortancası. Ama büyük amcaya göre babanın dini hiyerarşideki makamı daha yüksek.
Baba yumuşak tabiatlı biri. Amcalardan büyük olanı çok sert huylu. Fatma Barağani ‘erken büyümüş bir kız.’ (s. 210) Babası, kızının rahat, özgürce büyümesi için her olanağı yaratmış, kullanmış. 1826 yılında 13 yaşındayken, ‘ele avuca sığmaz’ olmuş. (s. 211) Baba, kızının bu halinden endişe ederek onu, 1828 yılında, ağabeyinin oğluyla evlendiriyor. Damad da dini hiyerarşide yer alan biri. Karı-koca, 1828-1841 yıllarında Irak’ta kutsal şehir Kerbela’da yaşıyorlar. Bu evlilikten iki çocukları oluyor. Bu sırada Fatma Barağani, 12 İmamcı Şiilikte, Şeyhizm olarak bilinen radikal hareketle ilişki geliştiriyor. Bu düşünce ile ilgili yazılar, şiirler yayımlıyor. Hamid Dabashi, onun, Rosa Luxemburg’a (1871-1919) bile benzetebileceğini söylüyor (s. 210) Aile, 1841 yılında İran’a dönüyor. Fatma Barağani, radikal din hareketi olan Şeyhizm’le ilişkilerini geliştiriyor, eleştirilerini arttırıyor.
Fatma Barağani, 1843 yılında, babasını, evliliğinin faydasız olduğuna ikna ediyor. Kocasından ayrılıyor. Çocuklarıyla, ailesiyle ilişkilerini kesiyor. Örgüte katılıyor. Örgütte adı, Tahare, Kurratul Ayn oluyor. 12 İmamcı Şiilik’te, Kurratizm olarak bilinen radikal akımın kurucusu, temsilcisi oluyor.
Bu akımın taraftarları, Tahran’da Kaçar Hanedanı’yla, ülkenin batısında Osmanlılarla, doğusunda Afganlarla çatışmalara giriyor. Silahlı mücadeleler bünyesinde pek çok militanı topluyor. Taraftarlar artıyor.
Tahare Kurratul Ayn’ın, bu mücadelede yer alması, ailede çok büyük tepkilerle karşılaşıyor. Büyük amcası ve aynı zamanda kayınpederi, hergün, Tahare Kurratul Ayn’ın aleyhinde mesajlar yayımlıyor. Hükümeti, bunların yakalanıp yargılanması cezalandırılması yolunda tahrik ve teşvik ediyor. Tahare Kurratul Ayn bunlara hiç aldırmıyor. Eşiyle, çocuklarıyla, ailesiyle hiçbir ilişki kurmuyor. Ama, küçük amcası ve kız kardeşinin kocası, onun mücadelesini anlayışla karşılayan bir tutum içindeler. Büyük amcanın aynı zamanda kayınpederin büyük tepkisine rağmen baba sessiz. Ama büyük amcanın sorunu, namus meselesi vs, yapması, örgütte büyük tepkilere neden oluyor.
Bu gelişmeler içinde, örgüt büyük amcaya/kayınpedere suikast düzenliyor, onu öldürüyor. Suikastten hemen sonra örgütün önde gelen elemanları, bu arada Tahare Kurratul Ayn yakalanıp cezaevine konuluyor.
Tahare Kurrretul Ayn sorguda çok büyük bir direniş sergiliyor. Hiç konuşmuyor. Ağır işkencelere rağmen arkadaşları ve örgütü hakkında hiçbir şey söylemiyor. Çok kısa bir şekilde haklı olduklarını, haksızlığa direndiklerini, adaleti aradıklarını vurguluyor.
Hamid Dabashi, Tahare Kurretul Ayn’ın son anlarını şöyle anlatıyor. “13 Ekim 1852 Çarşamba günü geç vakitlerde, kötü bir şekilde yapılmış ve hantalca giyilmiş üniformaları içinde, sarhoş küçük bir grup polis memuru, güzel bir şekilde hazırlanmış ve giyinmiş genç bir kadını, bahçenin karanlık ve ıssız köşesine doğru sürüklüyordu…” (s. 189) Burada Tahare Kurratul Ayn boğuluyor, cesedi bir kuyuya atılıyor.
Tahare Kurratul Ayn’ın güçlü direnişi, örgütünü, arkadaşlarını ele vermemesi, insanın, insani duygularını, yükseltmektedir. Bu direnişin, tutumun Türkiye’deki karşılığı nedir? Bu direniş, bu tutum, 12 Mart Rejimi’nde İbrahim Kaypakkaya’yı, günümüzde Eren Keskin’i çağrıştırıyor.
Tahare Kurratul Ayn konusuna şu bakımdan dikkat çekiyoruz. Örneğin, Tahare Kurretul Ayn’a Kürd/Kürdistan sorunu ile ilgili düşünceleri sorulsa ne der? Muhalefetteyken, tabanını genişletmek için, Kürdlerin bazı haklarından söz edebilir. Bu, Şiiliğin esas iktidarının, iktidarda olmadığı zamanlarda gerçekleşmesidir. Ama iktidar olduğu zaman, baskıdan, bastırmadan öte bir politikası, uygulaması olmaz. Bu da Şiiliğe, Şiizme özel bir politika değildir, İslam’ın genel politikasıdır.
Muhalefet hareketlerinin, gelişmeleri döneminde, çevredeki diğer kişilerle, kurumlarla ilişki geliştirmeleri, onların düşüncelerine, tutumlarına, anlayış, saygı göstermeleri anlaşılır bir durumdur. Medine Vesikası’nın yapıldığı dönemlerde de bu ilişkiyi görmek mümkündür. Medine Vesikası’nın, Bedir Şavaşı’ndan, yani 624’den önce imzalandığı söylenmektedir. 622-627 arasına üretilmiş metinlerin toplamı olduğu da söylenmektedir. İşte bu çerçevede, Medine’nin nüfus yapısına bakmak önemli olmaktadır. O dönemde, Medine’nin nüfusunun 10.000 (onbin) civarında olduğu söylenir. Bunlardan 4500’ü putperest Araplardır. 4000’i ise Yahudi’dir. Müslümanların sayısı 1500 civarındadır. Bu durumda, Peygamber Hz. Muhammed’in, İslamı güçlendirmek için, Medine’deki öteki grupların kimliklerine, düşüncelerine anlayış, saygı göstermesi doğaldır. Dört Halife Devri’nde ise, İslam’ın artık güçlendiği, iktidar olduğu görülmektedir. Örneğin, İkinci Halife Ömer döneminde, (634-644) Kürdlerin kimliklerine, kitaplarına vs. hiç saygı duyulmamış, Müslümanlığı kabul etmeyen Kürdler, kitleler halinde katledilmişlerdir. (Ayşe Hür, Medine Vesikası ve Ömer Paktı, Radikal, 3 Kasım 2013) Emevi ve Abbasi halifeleri döneminde ise, Müslüman olmayan halklara çok kötü muamele yapıldığı yakından bilinmektedir.
Örneğin, Mustafa Kemal de, 1919-1922 yılları arasındaki Türk Milli Mücadelesi döneminde, Kürdlerin de mücadeleye katılmasının sağlamak için, Kürd özekliğinden vs. söz etmiştir. Amasya Protokolleri bu bakımdan dikkat çekmektedir. Ama, Cumhuriyet iyice güçlenince, bu sözlerini unutmuş, Kürd taleplerini bastırma yoluna gitmiştir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.