“Doğu’da Değişim ve Yapısal Sorunlar/Göçebe Alikan Aşireti” üzerine hazırladığı tez ile doktor ünvanı alan Sosyolog-Yazar İsmail Beşikçi Kuzeyli Kürdlerin hayatına da bu kitapla girmiş ve Sarı Hoca lakabını lakabıyla her Kürd evinin adeta onur konuğu sayılmaya başlanmıştı. 1970’de görevine son verilen Beşikçi, 1971 yılında Diyarbakır’da tutuklandı. Bu aynı zamanda uzun yıllar sürecek hapis ve yargılama sürecinin de başlangıcı olacaktı. Kürdler üzerine kitaplar yazan Beşikçi, resmi ideolojinin bilime ve Kürdlere yönelik politika ve uygulamalarına yine bilimi refere ederek eleştiriler yöneltti. 17 yıl 2 ay cezaevinde yatan Beşikçi, resmi ideolojinin Kürdleri inkar politikasını eleştirmekten hiç bir zaman vazgeçmedi. Kürdçe’nin ve Kürdistan’ın varlığını her platformda dile getiren ve savunan
nerinaazad.com yazarı İsmail Beşikçi\'nin, Türkiye ve Kuzey Kürdistan\'da haftalık Kürtçe ve Türkçe yayın yapan BasHaber/BasNuçe gazetesindeki söyleşisi:
Kürdistan meselesinin mağdurusunuz, uzun yıllar Kürdlerle ilgili yaptığınız araştırmalar nedeniyle cezaevinde yattınız. Kürdlerin mücadelesini kısaca anlatır mısınız, nasıl başladı bu mücadele ve şu anda hangi aşamaya geldi?
1960’lar ve 2010’lar söz konusu olduğu zaman, küçük bir karşılaştırma yapıldığı zaman, Kürdlerin mücadelesinde, nereden nereye gelindiği görülmektedir. 1950’lerde, 1960’lara, 70’lerde ve sonrasında, Kürdler, Kürd dili inkar ediliyordu. Kürdlerin Orta Asya’dan gelen bir Türk boyu olduğu vurgulanıyordu. Kürdçe diye bir dil olmadığı, ‘Kürdçe denen dil’in, Tükçe’nin ilkel bir ağzı olduğu söyleniyordu. Kürd, Kürdçe, Kürdistan gibi sözcükler yasaktı. Kürdlerden, Kürdçe’den söz edenler çok ağır idari ve cezai yaptırımlarla karşılaşıyordu. Kürdlerin Türklüğe asimilasyonunu gerçekleştirmek için çok yoğun ve yaygın asimilasyon programları uygulanıyordu. Kamu yönetimi, siyasal partiler, basın, eğitim kurumları, kışla, üniversite, yargı kurumları, din, aile asimilasyon yolunda etkin bir şekilde kullanılıyordu. Kürdlerin, Kürdçe’nin inkar edilmesi, resmi ideolojinin çok önemli bir boyutudur. Resmi ideolojinin herhangi bir ideoloji olmadığını, devletin, idari ve cezai yaptırımlarıyla korunan ve kollanan bir ideoloji olduğunu vurgulamak gerekir.
Resmi ideolojinin, bilimin ve siyasetin kavramlarıyla eleştirilmesi çok önemlidir. Özellikle 1970’leden sonra, Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde gerçekleşen duruşmalardan sonra, yani 12 Mart rejiminden sonra, bu eleştiriler yoğun bir şekilde sürdürülmüştür. Kürdlerin, Kürdçe’nin, Kürd kimliğinin savunulmasında, Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nın rolü, 1971 savunmaları çok önemlidir. 1980’lerin ortalarında başlayan, 30 yılı aşkın bir zamandır süren gerilla mücadelesi şüphesiz vurgulanması gereken bir süreçtir. Bugün durum, kuşkusuz çok değişiktir. Kürdçe’nin çeşitli lehçeleriyle ilgili yayınlar artmaktadır. Kürdçe kitap yayımlayan yayınevlerinin sayısı gittikçe artmaktadır. Kürdçe öğrenenlerin, Kürdçe öğretenlerin sayısı artmaktadır. Üniversitelerde, Kürdoloji bölümleri açılmaktadır. Kürd, Kürdistan, adıyla siyasal partiler kurulabilmektedir. Bu partiler siyasal mücadele yürütebilmektedir. Partiya Azadiya Kurdistan (Kürdistan Özgürlük Partisi) 2014 yılında çok büyük ve kararlı mücadeleler sonucunda kurulabilmiştir. Genel seçimlerde ve yerel seçimlerde, siyasal partiler Kürdçe propaganda yapabilmektedir. Bugün, kültürel ve demokratik hakları geliştirmek için yoğun ve yaygın bir mücadele yürütülebilmektedir.
Kürd meselesini toprak ve devlet sorunu olarak görüyorsunuz, hakim Kürd siyaseti Kuzey’de bu taleplerinden neden vazgeçti?
Kürd sorunu toprak sorunudur. Bu bakımdan ‚Kürdistan sorunu‘ olarak değerlendirmek daha doğrudur. Kürd/Kürdistan sorunu. Kürdistan’dan vazgeçmek mümkün değildir. Dünya uluslar ailesinin eşit bir ferdi olmaya çalışmak önemli olmalıdır. Bugün dört devlet birbirleriyle işbirliği yaparak Kürdleri yönetiyor. Kürdlerin geleceğini bu devletler belitliyor. Kürdlerin hakları ve özgürlükleri için yürüttükleri mücadeyi bastırmak için her yolu deniyorlar. Halbuki, Kürdlerin kendi kendilerini yönetmeleri, kendi geleceklerini bizzat kendilerini belirliyor olması esastır. Önemli olan budur. Bugün nüfusu çok küçük olan halklar kimlik sahibiyken, uluslar ailesi içinde eşit konumda olma mücadelesi yürütüyorken, Kürdlerin bunu küçümsemesi sağlıklı bir durum değildir. Uluslararası planda, dört yılda bir düzenlenen Olimpiyatlarda nüfusu çok küçük olan halklar da temsil edilmektedir. Yakındoğu’da, Ortadoğu’da, nüfusu 50 milyondan fazla olan Kürdlerin, böylesine uluslararası bir yarışmada temsil edilmemesi, gelecekte, Kürd kuşaklarının kabul edebileceği bir durum değildir. Hele hele bazı sportif yarışmalarda, üstünlük kazanan, madalya kazanan Kürdlerin bu başarılarını, Türklere, Araplara veya Farslara kaydedilmesi, gelecekteki Kürd kuşaklarını elbette çok rahatsız edecektir. 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, Yakındoğu’da, Ortadoğu’da kurulan statükoda Kürdlere/Kürdistan’a bir statü verilmedi, Dönemin iki emperyal gücü Büyük Britanya ve Fransa ve Yakındoğu’nun, Ortadoğu’nun iki köklü devleti Osmanlı İmparatorluğu ve onun devamı olarak Türkiye Cumhuriyeti ve İran İmparatorluğu ve devamı olarak yeni İran Şahlığı, Kürdlerin/Kürdistan’ın bölünmesini, parçalanmasını, paylaşılmasın sağladı. Kürdleri/Kürdistan’ın bölen, parçalayan, paylaşan devletler Kürdlere hiçbir hak tanımadan veya hak tanıyormuş gibi görünerek bu statükonun aynen devam etmesini istemektedirler. Bu statükonun sürdürülmesi için her önlemi alıyorlar. Örneğin, ‘Kürdlere bir çakıl taşı bile vermeyiz ‘demektedirler. Kürdlerin de ‘biz zaten istemiyoruz ki’ demeleri çok yanlıştır. 1920’ler, Milletler Cemiyeti dönemi. Kürdlerin, Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması, paylaşılması… Bölünme, parçalanma, paylaşılma… Bu, Kürdlerde, Kürdistan’da, bir insanın iskeletinin parçalanması, beyninin dağıtılması gibi bir sonuç ortaya çıkarmıştır. Bu bir ulusun, bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felakettir. Bu dönemin, anti-Kürd uluslararası nizamının bilincine varmak, bilimle, siyasetle bu durumla mücadele etmek gerekir. 1920’lerin, Kürdleri, Kürdistan’ın, üçüncü bölünmesi, parçalanması ve paylaşılması olduğunu da unutmamak gerekir.
Türkiye’nin demokratikleşmesi süreci Kürdlerin temel sorunu haline nasıl geldi, bu nasıl oldu?
Kürd dinamiği, Türkiye’nin çok önemli toplumsal ve siyasal bir dinamiğidir. Kürdlerin, hakları ve özgürlükleri için yürüttükleri mücadeleler, bu mücadelelerin getirdiği fiili kazanımlar Türkiye’nin demokratikleşmesinde önemli rol oynamaktadır. Kürdlerin bu mücadelesi Türkiye’yi demokratikleştirir. Ama, Türkiye’yi demokratikleştirecek esas süreç, Türk siyasal partilerinin, yani Türkiye partilerinin, Kürd haklarının ve özgürlüklerinin kazanılmasında gösterecekleri çabadır. Gerek Türkiye’de, gerek Kürdistan’da Kürdlerle birlikte yürütülecek bu mücadeleler demokratikleşmenin kalıcılaşmasını da sağlayacaktır. Devlet, Kürdlerin hak ve özgürlük mücadelesini bastırabilmek için, fiili kazanımları geriletmek için büyük bir çaba içindedir. Bu baskı şüphesiz demokratikleşmeyi engeller. Kürdler, Türklerle birlikte olduğu sürece, yani, Kürdler, Türkler tarafından yönetildiği sürece, bu baskı eksik olmaz. Kürdleri, Kürdçe’yi inkar, resmi ideolojinin çok önemli bir boyutuydu. Bugün artık inkar yok. Ama asimilasyon devam ediyor. Kürd diliyle eğitime karşı çıkılması asimilasyonu sürdürmek anlamına gelmektedir. Asimilasyon ancak baskı yöntemleri yaşama geçirilerek uygulanır. Devletin, okul, basın, din gibi ideolojik baskı araçları, karakol, mahkeme, cezaevi gibi zorlayıcı baskı araçları etkin bir şekilde kullanılır. Demokratikleşmeyi engelleyen, demokratik toplum kurulmasına engel olan esas unsur budur. Kürdlerin kendi kendilerini yönetir bir hale gelmeleri, kendi geleceklerini bizzat kendilerinin tayin etmeleri, Türkiye’yi demokratik bir hale getirecek esas süreçtir. O zaman, artık, sistematik baskıya ihtiyaç duyulmayacaktır.
Kürd kimliğinin HDP ile sol siyasetin etki alanına girdiği tartışmaları yürütülüyor, sizce Kürdler kimlik mücadelesini bıraktılar mı?
Kürdlerin ve Kürdçe’nin inkarı artık söz konusu değil. Ama Kürdçe ile ilgili olarak hala sorunlar var. Kürd diliyle eğitimin olmaması elbette önemli bir sorun. Ama, Kürd dili ile ilgili hala sorunlar var. Örneğin, içinde X, W, Q gibi harfler içeren sözcüklerin çocuklara isim olarak verilmesinde hala sorunlar var. Nüfus idareleri, bu isimler, Türk alfabesinde yoktur diye bu isimleri kabul etmiyorlar. Bu konuda, Bulgaristan’ın 1984-1988 yılları arasında, Bulgaristan’da yaşayan Türklere, uygulamaya çalıştığı politikaya işaret etmek gerekir. O zaman Bulgaristan yönetimi, Türklere Türk isimlerini terk etmelerini, Bulgar isimleri almalarını öneriyordu. Bulgar isimleri alırsanız, Bulgaristan Komünist Partisi’nde Bulgaristan devlet bürokrasisinde görev alırsınız, bu görevde hızla yükselirsiniz, ama Türk isimleriyle devam ederseniz, günlük yaşamınızda sıkıntılarla karşılaşabilirsiniz…” diyordu. Bulgaristan’da yaşayan Türklere, Bulgar isimleri verme konusunda yoğun operasyonlar vardı. Bulgaristan’da yaşayan Türklerin çok büyük bir kısmı bu uygulamalara şiddetle karşı çıktılar. Bulgar isimler almadılar, Türkiye’ye göç edenler oldu. Türkiye’de de çeşitli kurumlar, basın, yargı organları, üniversiteler, vs. bu uygulamalara karşı çıktılar. Batılı devletler ve uluslararası kurumlar da bu uygulamalardan dolayı Bulgaristan’ı şiddetle eleştirdiler. Bulgaristan bu politikadan, uygulamalardan 1988 yılında vazgeçti. Bulgaristan’da Türkler, Haklar ve Özgürlükler Partisi’ni kurdu. Bu parti hükümete ortak oldu, daha sonra, Bulgaristan Avrupa Birliği üyesi oldu. Türkiye’de, Kürdçe alfabe konusunda hala sorunlar olması dikkate değer bir durumdur. Hem de Avrupa Birliği üyesi Türkiye’de böyle sorunlar yaşanması dikkatlerden uzak tutulamaz. Bunlar, hep kimlikle ilgili sorunlardır. Kürdçe, Ermenice, Süryanice yer isimlerinin değiştirilmesi, Türkçeleştirilmesi üzerinde durulması gereken bir sorundur. Kürdistan’da, iş yerlerine Kürdçe tabelalar asılabiliyor mu? Kimlikle ilgili sorunlar devam ediyor.
Seçimler sonrası ortaya çıkan durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’nin siyasi geleceğine dair görüşleriniz nelerdir?
7 Haziran seçimleri, ortaya şunu koymuştur: Adalet ve Kalkınma Partisi’nin öteki Türk partileri gibi, öteki Türkiye partileri gibi, Kürdistan’da siliniyor olması önemlidir. Kürdlerin Batı illerinde, AKP’den vazgeçip yönünü HDP’ye yöneltmesi yine çok olumludur. Kürdler, Kürdistan’da, CHP, MHP gibi siyasal partilere zaten oy vermiyorlardı. Bu partiler Kürdistan’da silinmişlerdi. AKP’nin de silinmeye yüz tutması şüphesiz çok önemlidir. Ama, HDP’nin Türkiyelileşme projesi olumlu değildir. Türkiye’de AKP, CHP, MHP, TKP, Selamet Partisi vs. bütün partiler Türkiye partisidir. Kürdleri de Türkiye partisi yapmaya çalışmaları anlamlı değildir, yanlıştır. ‘Türkiye partisiyim’ demek, ‚ben de Türkiye partileri gibi olacağım’ demektir. Bütün Türkiye partileri, örneğin, Filistinli Arapların bağımsız bir devlete sahip olmalarını savunurlar, ben de savunuyorum. Bütün Türkiye partileri, Kürdlerin bağımsız bir devlete sahip olmalarına karşı durular. Ben karşı durmuyorum.
Halbuki, Kürdler, Kürdistani olmalıdır. Türkiyelileşmenin olumsuz yönü, Kürdleri Kürdistani olmaktan koparması, Türk siyasal kültürüyle, Türk değerleriyle bütünleştirmeye çalışmasıdır. Yukarıda, Kürdlerin/Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması ve paylaşılması konusunda 1920’lere, Milletler Cemiyeti dönemine işaret edilmişti. Türkiyelileşme, Kürdleri, bu dönemi anlamaktan, bu ilişkileri sorun yapmaktan alıkoyar. Halbuki, Kürd/Kürdistan sorununun esası budur.
Barzani bir dönem daha kalmalıdır
Kürdistan’ın Güneyi’nde Mesud Barzani bağımsızlık ilan etmenin koşullarını arıyor, öte yandan görev süresi de önümüzdeki günlerde dolacak. Ortadoğu’da Mesud Barzani’nin olmaması, Kürdistan meselesinde nasıl sonuçlara yol açar?
Mesut Barzani, Batılı, demokratik bir liderdir. Batılı devletlerle sağlıklı ilişkileri vardır. Bir dönem daha Kürdistan Başkanlığı görevinde kalmasında yarar vardır. En kısa bir zamanda referanduma gitmek Kürdlerin işini kolaylaştıracaktır. Kürdler, bağımsızlık konusunu Batılı devletlerle konuşarak, görüşerek yoluna koyabilirler. Mesut Barzani gibi demokratik, Batılı bir liderin bu konudaki rolü şüphesiz çok büyük ve olumludur.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.