Ateşte Doğanlar, Dorlion Yayınları, Ekim 2020, Ankara, 103 s.
Selahattin Gider (d.1975) Ağrı, Patnoslu. 13 erkek, 4’ü kız 17 kardeşi var. Kardeşlerinin dördü Ankara’da, öbürleri Patnos’ta yaşam sürdürüyor.
Selahattin Gider’in Ateşte Doğanlar’dan başka 6 kitabı daha var. Köyüm Gurbet 1994; Kalemin Dilinde Memleket, 2005, Algı Yayınları; Kardelen Sitem Kokar, 2008 En-Yu yayınları; Dile Çar Parçe, 2012 Hel Yayınları; Düş Kıyımı, 2015 Hel Yayınları; Adem’in Elması, 2017, Kurgu Kültür Yayınları
Selahattin Gider, şeyhlerin ve babası Ahmet Gider’in engellemesi yüzünden, ilkokuldan sonrasını okuyamamış. Ama, kendisini eğitmiş, geliştirmiş, okur-yazar bir arkadaş…
Selahattin Gider, aile değerlerine bağlı bir kişi. Kitabını babası Ahmet Gider’e ithaf etmiş. Kitapta, babasının bir fotoğrafı da var
Ateşte Doğanlar, kitabında on öykü var. Bu öykülerde daha çok 40 yıla yaklaşan savaşın, Kürd toplumu üzerindeki etkileri dile getiriliyor.
Yazar, her öykünün başına özlü sözler koymuş. Bunları belirtmenin yararlı olacağı kanısındayım:
Ya olayların ortasında yer alacaksın, ya da kıyısında durmayacaksın. Duruyorsan da, dalgalara hazırlıklı olmalısın.
‘Tanrı ne kadar büyüksün’ dedim. ‘Biraz eğil de eserlerini gör’
Ah be mutluluk… Hiç mi hak etmedik seni? Bir gün yolunu şaşır da bize de uğra?
Toprağın altına girmek için savaşılmaz. Üzerinde yaşamak için mücadele edilir. Bilinmeli ki, kanla sulanan toprağın mahsulü gözyaşıdır.
Bugün gurur duyduklarının, gün gelecek, sizden utanacaklar!
İnsanlar, yürek ve gözleriyle konuşmayı öğrendiklerinde beri alfabenin hükmü kalmamıştır.
Günahları hep sevmişimdir. Çünkü her günahın arkasında gizli saklı mutlak güzellikler vardır.
Tanrı, sırra kadem bastığı günden beri şeytanlarıyla başbaşayız!
Eskiden örümcekler tavan diplerinde yuva kurarlardı, şimdi ise kafalarını içinde.
Deliye, ‘aklın nerede?’ diye sormuşlar. Deli deli gülmüş. Akıllı iki kere düşünürken, deli bir kez daha gülmüş.
Bu özlü sözler için yazar Selahattin Giderle özel olarak konuştum. Sözlerin kendisine ait olduğunu söyledi.
***
Birinci öykü Kimlik, başlığını taşımaktadır. Bu öyküde 5-6 yaşlarındaki küçük bir çocuğun bir kimlik kartına sahip olmak için durmadan babasını etkilemesi, sıkıştırması anlatılmaktadır. Sonunda, kimliği belirleyen esas gücün üzerinde yaşanılan toprak parçası olduğu, Kürdistan olduğu ortaya çıkmışdır. Kürd oldukları için zulüm görmektedirler, aşağılanmaktadırlar…
Ve Ali yıllar sonra, ‘Meğer yaşadığın coğrafya senin asıl kimliğinmiş. Hayattta ne olmak veya kim olmak istediğini sen de içinde yaşadığın coğrafyadaki koşullar, belirliyormuş. Bu gerçeği de geç de ola öğreniyor insan’ diyecekti. (s.17)
İkinci öykü, Ateş ve Kül, başlığını taşımaktadır. Bu öyküde, evleri yakılan, köyleri yıkılan köylülerin gurbet ellerine düşüşü anllatılmaktadır. Beş-altı Kürd aileleriyle beraber Ankara’ya kadar gelmişlerdir. Uzun iş aramaları sonunda inşatlarda işçi olarak çalışmaya başlamışlardır. Bir süre sonra, şirket sahibi, ‘Ankara’ da işimiz bitti. Çorum’da iş aldık. İsterseniz Çorum’da da çalışmayı sürdürebilirsiniz…’ demiştir. Kürd işçiler mecburen Çorum’a da gitmişlerdir.
Bir süre burada çalışan işçiler, Amasya’ya bağlı Hamamözü’ne banyoya gitmişlerdir. Banyodan çıkıp tekrar Çorum’a dönerlerken, ‘işte teröristler bunlar!..’ şeklinde halkın saldırısına uğramışlar. Yazar Selahattin Gider, bu ilişkileri ayrıntılı bir şekilde anlatmaktadır. Kürd işçiler aleyhine kurulan komplo, saldırıya uğrayan işçilerin polise sığınmaları, konuşmalar, sloganlar vs. ibret verici bir süreçtir…
Üçüncü öykü, Dört Çeşit Yemek başlığını taşımaktadır. Bu öyküde, yazar, çocukluğuyla ilgili bazı anılarını dile getirmektedir. Yazar, ilkokulda, hali vakti yerinde bir ailenin çocuğu ile arkadaştır. Aynı mahallede oturmaktadırlar. Okula berber gidip gelmektedirler. Bir gün, onların evinde, sofrada dört çeşit yemek olduğunu görmüştür. Gördüklerin annesine heyecanlı bir şekilde anlatmaktadır. Kendi yoksul sofralarında hiçbir zaman dört çeşit yemek olmamıştır. Annesi, oğlunun arkadaşına, onların evindeki sofraya imrendiğini farkederek bir akşam dört çeşit yemek hazırlamış sofraya koymuştur. ‘Patates ezmesi, patates kızartması, patates haşlaması, patatesli sulu yemek…’ (s. 36)
Yazar, Kasım Dedem başlıklı beşinci öyküsündeyse, dedesinin ağzından, Patnos çevresinde, 1915’den önce Ermenilerin yaşamı ile ilgili bilgiler vermektedir… Ermenilerin, tarımda zanaatçılıkta nasıl ileri oldukları anlatılmaktadır. Ermeni-_Kürd ilişkileri söz konusu edilmektedir. Kasım Dede, Ermeniler varken, oraların cennet gibi olduğunu, Ermeniler gidince her tarafın viraneye dönüştüğünü söylemektedir. (56-57)
Kitapta, beni en çok etkileyen öykü altıncı öyküdür. Bu öykü ‘Mualllim Beg!’ başlığını taşımaktadır.
Murat, Orta Anadolu’nun ücra bir köyünde doğup büyümüş, beş çocuklu bir aİlenin okuyan tek kişisidir. Zihni, Türk milliyetçiliği ideolojisi ile biçimlenmiştir. Türk olmadıkları için, Türk olmaya kabul etmeyip Kürd hak ve özgürlüklerini talep ettikleri için Kürdlere karşı büyük bir kin duymaktadır. Kürdlerle ilgili düşüncesi, ‘onlar Doğu’da, elektrik ve su parasını bile vermiyor, devletin sırtından geçiniyorlar…’ şeklindedir. (s. 64)
Murat üniversiteden mezun olur ve Diyarbakır, Lice ilçesine öğretmen olarak atanır. Öğretmen Murat bir gün okul yolunda, bir evin kapısının önünde bir kalabalığın biriktiğini, evin kapısını açmaya çalıştıklarını görür.
Bu evde 90 yaşlarındaki Ahmet Dede ve 85 yaşlarındaki eşi Berivan Nine kalmaktadır. Kapının önüne biriken komşular, onları merak ederek, kapı tokmağıyla vurup kapının açılmasını sağlamaya çalışmaktadır. Ama çok çabalamalarına rağmen kapı açılmaz. İçeriden bir ses gelmez.
Bir defa da Murat öğretmen kapının açılması için çaba sarfeder. Kapı yine açılmaz. Bunun üzerine kapı kilidini kırarak içeri girerler. Ahmet Dede’nin ve Berivan Nine’nin bir köşede yattıkların görürler. İçeride oldukları halde, kapıyı neden açmadıklarını sorarlar.
Ahmet Dede şunları anlatır. Devlet, köyümüzü yıktı, evlerimizi, ahırlamızı yaktı. Oğlum, hayvanlarımızı kurtarmaya çalışırken, is içinde boğuldu. Biz Lice’ye sığındık. Şimdiye kadar bize komşularımız bakıyor. Yemeklerini bizimle paylaşıyorlar. Bundan sonra komşularımıza yük olmak istemiyoruz. Bunun için ölüm orucuna yattık. Bir an evvel oğlumuza kavuşmak istiyoruz…’
Bunun üzerine öğretmen Murat, ‘Öyle olur mu Ahmet amca, devletin sosyal yardım kurumları var. Neden onlara başvurmadınız? der.
Bunun sefer Ahmet Dede, şöyle söyler: Köyde bizim her şeyimiz vardı. 2-3 keçimiz vardı. Tavuklarımız vardı. Bahçemiz, bostanımız, meyve ağaçlarımız vardı. Devlet bize bunları çok gördü. Evimizi yaktı, köyümüzü yıktı. Oğlumuzun ölümüne neden oldu… Bize bu kadar kötülük etmiş bu devletten hiçbir şey istemeyiz…
Bu söz öğretmen Murad üzerinde çok büyük sarsıntı yaratır. Öğretmen Murad’ın Kürdler hakkındaki duyguları, düşünceleri de değişmeye başlar…
***
Selahattin Gider, Türkçe’yi iyi kullanıyor. Dili akıcıdır. Duygularını, düşüncelerinin rahat ifade ediyor. ‘Muhtarın eşi ve çocukları gök gürlemesini andıran bir çığlıkla üzerine çullandılar’ (s.21),
‘Kış memleket terketmiş, bahar yüzünü göstermiş, kelebekler özgürlüğe kanat çırpıyorlardı.’ ( s.57),
‘O katı milliyetçi, mukaddesatçı anlayış, gözlerinin önünde yerle bir oluyordu.’ (s.73) gibi ifadeler anlatıma büyük bir canlılık sağlıyor.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.