‘Anlıyorum Ama Konuşamıyorum’, Alev Karaduman tarafından hazırlanmış bir kitap. (İletişim Yayınları, İstanbul, 2015
Araştırmacı-Yazar Alev Karaduman, İstanbul’da yaşayan 9 Kürd genciyle çok geniş, derin röportajlar yapıyor. Bu gençlerin aileleri uzun yıllar önce, Kürd illerinden İstanbul’a göçmüşler. Son 30 yılı aşkın bir zamandır süren gerilla mücadelesi sürecinde, köylerin yakılması-yıkılması sürecinde, ‘faili meçhul’ denen cinayetlerin artması sürecinde Kürdistan’dan ayrılıp İstanbul’a göçenler de var.
Bu ailelerde, ana-baba, birkaç olguda, meslek sahibidir. Maddi durumlarının, iyi olduğu, orta halli olduğu söylenebilir. esnaf olan aile reisleri de vardır.
Kendileriyle röportaj yapılan gençler genel olarak İstanbul’da doğmuşlar veya çok küçük yaşlardayken, örneğin 3-5 yaşlardayken, aileleri İstanbul’a göç etmiş.
Bu gençlerin ortak özellikleri, Kürdçe bilmemeleridir, Kürdçe’den, Kürd kültüründen uzak bir şekilde yetiştirilmiş olmalarıdır. Aileler, bunu çocuklarına iyilik olsun diye yapıyorlar. “Kürdlük başımıza belaydı, bu yüzden biz çok eziyet gördük, çocuklarımız eziyet görmesin” diye yapıyorlar.
Bu gençler lisede okuyorlar veya üniversitede tahsil yapıyorlar. Zaten, gençler, Araştırmacı-Yazar Alev Karadumana’a çocukluktan itibaren geçmişlerinin ayrıntılı bir şekilde anlatmaya çalışıyorlar.
Gençler Kürd olduklarını, analarının, babalarının, bunların en azından birinin Kürd olduğunu elbette biliyorlar. Kürdçe evlerde, gizliliğin-saklılığın dili olarak yaşanıyor. Ana-babalar, bazı konuları, çocukları anlamasın diye Kürdçe konuşuyorlar. Gerilla mücadelesi, mücadelenin basına yansıma biçimi, Kürdlerin, Kürdçe’nin aşağılanması, horlanması sürecinde bu gençlerde de Kürdlük bilinci gelişmeye başlıyor. Birkaç yılda bir aileleriyle birlikte köylerine yaptıkları ziyaretlerde Kürdçelerini biraz ilerletiyorlar. Bazıları, İstanbul’da, çeşitli Kürd kurumları tarafından açılan kurslara katılarak Kürdçe öğrenmeye, biraz öğrendikleri Kürdçelerini geliştirmeye çalışıyorlar. ‘Anlıyorum ama konuşamıyorum’ oluyor.
Araştırmacı-Yazar Alev Karaduman’ın, röportaj yaptığı gençlerden biri MHP’li bir Kürd. Biri gay. Bunlar da yaşadıklarını, aileleriyle ilişkilerini, ilişiklerin nasıl geliştiğini ayrıntılarıyla anlatıyorlar. Dokuz kişiden biri de, araştırmacı-yazarın kendisi…
Bu kişiler yetişkin olduklarında, büyükanneleriyle iki satır bir şey konuşamadıklarını fark ediyorlar. Büyükanneleri Türkçe bilmiyor, onlar da Kürdçe bilmiyor. Doğal süreç, büyükannelerin torunlarına kendi konuştuğu dili, Kürdçe’yi öğretmesidir, çocuklara masal anlatmasıdır ama burada tersi oluyor. Torunlar, büyükannelerine Türkçe öğretmeye çalışıyorlar. Çocuklar, büyükannelerinden hiç masal dinlemeden büyüyorlar…
***
Alev Karaduman’ın, ‘Anlıyorum Ama Konuşamıyorum’ çalışmasının okurken, insan göçler, göçzedeler üzerinde de düşünmeye başlıyor. Göçlerin, göçzede bir yaşamın, gençlerin bizzat kendilerinin yaşamlarıyla, ailelerinin yaşmalarıyla ilgisi, bu konularda anlatılanlar, sizi, göçlerin, göçzede bir yaşamın farklı boyutları üzerinde düşünmeye sevkediyor.
Bu çerçevede, Kürd aydınlarının zorunlu göçü üzerinde de durmak gerekiyor. Araka arkaya yapılan operasyonlar, gözaltına alınmalar, tutuklanmalar, kitaplara, yazılara sık sık el konulması Kürd aydınlarının zorunlu göçünü, göçzedeliği doğuruyor. Bütün bu baskılara, yaptırımlara rağmen ille de Kürdistan’da kalmak, yaşam sürdürmek… Bu da dikkatlerden uzak tutulmaması gereken saygın bir süreçtir.
Göç, sığınma, göçzedelik, şüphesiz çok önemli bir süreç. Koruculuğun kabul edilmemesiyle ilgili olarak yaşanan göçler, köylerin yakılması-yıkılması sürecinde yaşanan göçler, devletin baskısının ve gerilla mücadelesi sürecinde gündeme gelen operasyonların halkı bunaltması sürecinde yaşanan göçler… Kürd aydınlarının göçü… Nüfusun artması ve artan nüfusa paralel olarak geçim olanaklarının artmaması nedeniyle yaşanan göçler… Bu sürecin zaman içinde ve değişik mekanlarda izlenmesi önemlidir.
Hakkari, Van, Siirt, Mardin, Bitlis, Bingöl, Tunceli, Muş, Ağrı, Diyarbakır vs. Buralarda, yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı, göçler yaşanıyor. Bu göçün ne kadarı Hakkari, Van, Diyarbakır, Mardin, Kızıltepe, Nusaybin, Yüksekova, Cizre, Silopi gibi merkezlere yapılıyor, ne kadarı, Batı illerine, Adana, Mersini İzmir İstanbul, Bursa, Kocaeli gibi merkezlere yapılıyor, Bu sürecin izlenmesi, gözlenmesi de önemlidir. Ailenin maddi durumuna göre sığınacakları yerleşim yeri değişebilir.
Koruculuğun kabul edilmemesi, köylerin yakılıp yıkılması sürecinde yaşanan göçleri düşünelim. Suyun, toprağın olduğu her yerde, yaşamı üretmek, sürdürmek mümkündür. Bu tür süreçlerin yaşanmadığı durumlarda, bu insanların, köylerde, belirli toprakları, tarlaları vardı, Bağları, bahçeleri, hayvanları kümesleri vardı. Böyle bir ortamda hayatı sürdürmek kolaydır. Göç olduğu zaman, bir şehrin varoşlarına sığınma, göçzedelik gerçekleştiği zaman, bu aileler geçimlerin nasıl temin ediyorlar? Bu mesleksiz, köylü aileleri şehirlere nasıl uyum sağlıyorlar? Aile reisleri ne iç yapıyor? Kadınlar, çocuklar çalışabiliyorlar mı? Kadınlar yeni yerleşin alanlarına uyum sağlayabiliyorlar mı? Çocuklar eğitimlerin sürdürebiliyorlar mı? Çeşitli zamanlarda, ilişkilerin izlenmesi de gerekir.
İstanbul, İzmir, Bursa, Adana, Mersin gibi Batı’daki büyük şehirlere, sığınma gerçekleştiği zaman, kağıt mendil satan çocuklar, ayakkabı boya sandığıyla dolaşan çocuklar uyuşturucu dağıtımında kullanılan, uyuşturucuya alıştırılan çocuklar, suç örgütlerine yönlendirilen, suç örgütleri tarafından kullanılan çocuklar gibi durumlar da gündeme gelmektedir.
Alev Karaduman’ın röportaj yaptığı dokuz kişi arasında bu kategoriye girebilecek olanlar yok. Ama, bunlar da göçün, göçzedeliğin yarattığı çok önemli ilişkilerdir. Örneğin denek sayısını dokuzdan yirmiye çıkarırsanız bu tür gençlerle karşılaşmanız da mümkündür. Göçler, göçzedelik sürecinde bu ilişkilerin izlenmesi de ihmal edilmemelidir.
Alev Karaduman’ın, ‘Anlıyorum Ama Konuşamıyorum’ çalışması sürece dil üzerinden yaklaşan bir anlayışa sahip. Hayatın çeşitli boyutları üzerinde incelemeler, ailelerdeki ilişkileri çeşitli yönleriyle ele alan incelemeler de gereklidir. Değişik birkaç proje üzerinde çalışmak da mümkündür.
‘Kürdlük belası’ ve daha ağır belalar
Aileler, çocuklarını ‘ Kürdlük belası’ndan uzak tutabilmek için, onlara Kürdçe öğretmiyor. Çocuklara Kürdçe öğretmiyor. Halbuki, gerçek belalalar, çok daha ağır olan ilişkiler, belalar vardı. Örneğin, Kürd çocukların uyuşturucuya alıştırılmaları, uyuşturucu dağıtımında kullanılmaları…
Bir çocuk, bir genç Kürdlük bilincine ulaştığı zamanları, diyelim Kürd sivil toplum kurumlarına, Kürd siyasal partilerine gidip gelmeye başladığı zamanları düşünelim. Bildiri dağıtmaktan, bir gösteriye katılmaktan dolayı, gözaltına alınmalarını, tutuklanmalarını vs. düşünelim. Ailelerin bu süreci yakından izlemesi, çocuğunun durumu hakkında bilgi sahibi olması mümkündür Benzer ailelere dayanışma içinde bu ilişkilerle başedebilir.
Ama, bir de uyuşturucuya alıştığını, uyuşturucu dağıtımında kullanıldığını düşünelim.. İşte gerçek bela budur. Çok ağır bir beladır. Aile burada yalnızdır. Zaten bunlar, ailenin bilgisi dışında gelişen ilişkilerdir. Ailenin bu tür belalarla baş etmesi çok zordur. Göç sürecinde, göçzedelik sürecinde bu ilişkilerin izlenmesi de önemlidir. Bu bakımdan, çocukları, Kürdçe’den, Kürd kültüründen uzak tutarak yetiştirmeye çalışmak sağlıklı bir yöntem değildir. Kürd dili, Kürd kültürü her zaman her koşul altında esas olmalıdır.
Asimilasyon
Göç, göçzedelik, sürgün gibi süreçleri, asimilasyon politikaları çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Devlet, Kürdlerin köklerinden koparıp Batı illerine sürgün ettiği zaman, Kürdlerin Türklüğe asimilasyonu konusunda çok önemli bir mesafe kaydetmiş olmaktadır. Devlet, Batı illerine yerleşen Kürd ailelerin 3-4 nesil sonra, Kürdçe’yi unutacaklarını, çocuklarını, Türk dili ve kültürü çevresinde yetiştireceklerini ummaktadır. Bu politikanın başarısız olduğu söylenemez.
Bölgeni geri kalmışlığı, daha doğrusu geri bırakılmışlığı yine bu konuyla ilgilidir. Bölgenin, tarım, hayvancılık ve sanayi bakımından gelişmemesi artan nüfusun, geçimini temin etmek için tarım ve sanayi bakımından gelişkin Batı illerine göçüne neden olmaktadır. Bu, asimilasyon için elverişli bir ortamdır. Devlet, bu ortamın sürüp gitmesini teşvik etmektedir. Bunun için, “Kürd nüfusun çok önemli bir kısmı Batı’da yaşıyor” şeklindeki saptamaları bu çerçevede ve tarihsel bir gelişim içinde değerlendirmek gerekir. Kürd nüfusun, Batı illerin yönlendirilmesi, sürgünler, köylerin yakılıp yıkılması, mecburi iskanlar… Cumhuriyet’in sistematik bir politikasıdır. Bu politikanın, uygulamaların İttihat ve Terakki ile başladığı bilinmektedir.
Devletin, asimilasyon politikalarını, uygulamalarını başarısız kılacak tek süreç, Kürdlerde, özellikle Kürd gençlerinde, dil bilincinin, ulus bilincinin, vatan bilincinin gelişmesidir. Her koşul altında Kürdçe’ye sahip çıkmak, Kürdçe’yi yaşamak vazgeçilmez olmalıdır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.