Canip Yıldırım’ın (1925-2015) vefatından sonra, oğlu Şahap, Canip ağabeyin kitaplarını, bizim İBV ‘na bağışladı. Dört bine yakın kitap, ayrıca, dergiler, gazete kupürleri…
Kitapları, Vakıfın, Diyarbakır temsilciliğinde bir odaya yerleştirdik. Odanın üzerine de ‘İBV Canip Yıldırım Kütüphanesi’ levhası astık.
Kitapların Canip Ağabey’in evinden bizim eve taşınmasında, bizim evden Diyarbakır’a götürülmesinde, Diyarbakır’da kitaplık rafları yapılıp kitapların raflara yerleştirilmesinde, çok kişinin maddi manevi katkıları oldu, emeği oldu. Herkese, vakfımız adına ve kendi adıma teşekkür ediyorum.
Canip Yıldırım Kütüphanesi’nin açılışı 26 Mayıs 2018’de gerçekleşti. Açılışta, İBV’nın Başkanı Av. Ruşen Aslan çok güzel bir konuşma yaptı. Ondan sonra, Şahap Yıldırım da kitapların taşınma sürecini açıklayan güzel bir konuşma yaptı. Şahap Yıldırım’dan sonra sonra ben de bir konuşma yaptım.
Taşınma sürecinde emeği geçen arkadaşlara, açılış için gelen konuklara teşekkür ettikten sonra, 1971’de, 12 Mart Rejimi’nde, Diyarbakır’da, Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Tutukevi’de yaşanan bir anıyı dile getirdim. O kısaca şuydu.
Askeri tutukevinin, Seyrantepe’den, Dicle’ye yakın bir askeri kışlaya taşındığı bir dönemdeydi. 1971, Ekim- Kasım ayı olabilir. Bir ziyaretçi gelmişti. O zaman, ziyaretler dikenli tel örgülerin bulunduğu alanda yapılırdı. Tel örgünün bir tarafında ziyaretçiler, bir tarafında da tutuklular yer alırdı. Herkes, herkesin ziyaretçisiyle görüşebilirdi. Tutuklular da bütün ziyaretçilerle görüşebilirlerdi. Soyadı koşulu vs. aranmazdı.
Canip Ağabey’e bir ziyaretçi gelmişti. Ben o zaman 32 yaşındaydım. Canip Ağabey 46-47 yaşındaydı. Ziyaretçi de 60 yaşını geçkin bir beydi. Gelen ziyaretçini kim olduğunu bilmiyorum, o zaman da bilmiyordum. Ziyaretçi şöyle bir şey söylemişti: ‘Canip, falanca vefat etti. Mirasçılar arasında da anlaşmazlık çıkmış. Tapuyu kurcalamışlar. Tapuda senin de adın geçiyormuş, Sana da birşeyler gelecekmiş…’
Bu sırada, Edip Karahan da (1930-1976) oradaydı. Şöyle demişti: ‘Diyarbakır’da, hangi feodal vefat ederse Canip Ağabey’e birşeyler gelir. Ya bir değirmen gelir, ya bir ev gelir, ya bir tarla gelir, ya bir dükkan gelir…’demişti. Edip Karahan Ağabey’de o sırada, 40-41 yaşlarındaydı. Edip Ağabey, ‘Diyarbakır’daki feodaller’ den söz etmesi, biraz mübalağa edilmiş bir ifadeydi. Gelen ziyaretçinin, herhalde yakın bir akraba olması gerekir. Çok samini, yakın, konuşmalar vardı.
Edip Ağabey, tahliye olduktan sonra, öğrenci aflarından yararlanarak Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Avukatlık stajına başlarken çok genç bir yaşta aramızdan ayrıldı. Elma Yayınları, 12-13 yıl kadar önce ‘Edip Karahan’a Vefa Dizisi’ adı altında 4-5 kitap yayımladı. O kitaplardan birinde Beşikci’nin de bir yazısı var. O yazıda, yukarıda sözünü ettiği anıyı da dile getirmiştim.
O yazıyı, bir arkadaş okumuş, Canip Ağabey’e giderek biraz serzenişte bulunmuş. ‘Beşikci bir yazı yazmış, seni eleştiriyor…’ demiş. Canip Ağabey şöyle söylemiş: Beşikci herkesi eleştirebilir, beni de eleştirebilir. Beşikci PKK’yi eleştirebilir, hatta Öcalan’ı bile eleştirebilir. Herkesin, PKK’yi eleştirmesi, Öcalan’ı eleştirmesi hattine değildir, ama Beşikci bunları yapma hakkı vardır…’
Canip Ağabey’in bu tutumu üzerinde biraz durmak gerekir. Son 10-12 yılda, kimse, Canip Ağabey’in yanında PKK aleyhine, Öcalan aleyhine söz edemezdi. Canip Ağabey, çok şiddetli tepki gösterirdi. Canip Ağabey’le zaman zaman birlikte olanlar, bunları yakından bilir…
Arkadaş, şöyle demişti: Canip Ağabey’in senin aleyhinde birkaç laf edeceğini sanıyordum. Öyle olmadı, senin söz hakkını çok savundu…
Son yıllarda, Canip Ağabey’i evinde birkaç defa ziyaret etmiştik. Hastalığının ilerlediği yıllar… İnsanları artık iyi tanıyamıyordu. Son ziyarette 6-7 kişi vardık. Her zaman olduğu gibi, bizi Şahap karşıladı. Şahap, Canip Ağabey’e arkadaşları tanıtıyordu. Canip Ağabey, beni görünce, ‘halkımızın onuru, halkımızın gururu, halkımızın namusu, sevgili Beşikci…’ gibi birşeyler söyledi. Canip Ağabey, beni gördüğü her yerde, yanında kim olursa olsun, buna benzer sözler ederdi.
Bu sözler üzerine Şahap şöyle söylemişti: Babam İsmail Ağabey’i tanıdı. Ama sabahleyin, beni tanımamıştı. Bana, ‘Koçum, sen, Siverek’in hangi köyündensin? Demişti. Ben de,’ ben senin oğlunum. Ben senin oğlun değil miyim?’ Demiştim. Öbür evden bu eve taşınırken, ‘benim kitaplarım ne olacak? Diye merak etmiştin. Ben de, merak etme, endişelenme baba, ben senin kitaplarını hiçbir zarar görmeden olduğu gibi taşırım.’ Demiştim. Öyle de yaptım, İşte kütüphane, işte kitaplar… bunları ben yapmadım mı? demiştim. Bunları duyunca, babam biraz hüzünlenmişti. Babamın bir aklı geliyor, bir aklı gidiyordu…
Canip Ağabey’in kitapları çok değerli. Malmisanij Hoca’nın deyişiyle anti-Kürdolojiyle ilgili pek çok kitap var. İktidar, Hükümet, Kürdçe’nin, Kürdlerin varlığını kabul etikken sonra bile bu tür yayınlara devam etmiş. Üniversite, yargı, özellikle yüksek yargı, basın, bu konuda, iktidarla, çok yoğun bir işbirliği içinde…
Bugünlerden sonra, Kürd gençler, Kürdçeyle, Kürdlerle, Kürdistan’la ilgili araştırmalara, imcelemelere daha çok ilgi gösterecekler. Kütüphaneler, bu konularda, şüphesiz çok önemli kaynaklardır.
Canip Ağabey’in kitapları, dergileri arasında pek çok kupür var. Bunlar, kanımca olduğu gibi korunmalı. Genç arkadaşlar, bunları alıp götürmemeli. Alıp götürürse, bunlardan sadece kendisi yaralanabilir, kitapların, dergilerin içinde kalırsa, herkes yararlanabilir.
Canip Yıldırım Kütüphanesi’nin açılışına çok değerli arkadaşlar katıldılar. Arkadaşların birkaçı, Beşikci’nin konuşmasından sonra çok güzel konuşmalar da yaptılar. Canip Ağabey’in yeğeni, Romancı Esma Ocak’ın kızının da katılması, bir de konuşma yapması bizleri çok duygulandırdı.
Kitaplar, henüz tasnif edilmedi. Bu da kısa bir zaman içinde gerçekleştirilecek.
Bir-iki ismi anmaktan edemeyeceğim. 12 Mart denildiği zaman, sıkıyönetim denildiği zaman, Diyarbakır vs. denildiği zaman ilk aklıma takılan kişilerden biri Sabri Vesek oluyor. Sabri Vesek’i, ogün orada, açılışda görmek beni çok mutlu etti. Sabri Vesek Cizre’den kalkıp gelmişti. Sabri’yle birlikte, babası, Dr. Ata, Dr. İsmail, Tahir Ağabey aklıma gelen dostlar oluyor…
Devrimci Doğu Kültür Ocağı’ndan dostlar, elbette her zaman aklımızda…
O dönemden hemen aklıma takılan bir kişi de Mele Mahmut (Şeyh Mahmut) oluyor. Mele Mahmud da Vakfımızın Diyarbakır’da düzenlediği bu tür etkinliklere, bizim de konuşmacı olduğumuz etkinliklere çok katılırdı. Mele Mahmut’u, birkaç sene önce elim bir trafik kazası sonunda kaybettik…Mele Mahmud, bana her zaman, 1960’lardaki, Silvan’ı, Kozluk’u, Niyazi Usta’yı, Mehdi’yi, Muhterem Biçimli’yi, Mahmut Okutucu’yu, Mele Abdülkerim Ceylan’ı, Mele Abdullah Timoqi’yi hatırlatır… Hepsini sevgiyle anıyorum…
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.