Kürdlere karşı, uluslar arası, anti-Kürd bir nizam vardır. 1920’lerde, Miletler Cemiyeti dönemi de böyledir. 1945 deki Birleşmiş Milletler dönemi de böyledir. Bugün, Birleşmiş Milletler’in anti-Kürd tutumunu sürdürmek için çok ciddi bir gayret sarfedilmektedir.
Kürdler/Kürdistan, ulusların kendi geleceklerini tayin hakkı ilkesinin en çok konuşulduğu bir dönemde, Sovyetler Birliği’nde, Lenin, Stalin Trocky tarafından, ABD’de Başkan Wilson tarafından konuşulduğu, halkların bu ilkenin yaşama geçmesi için çok yoğun bir mücadele yürüttükleri bir dönemde bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmıştır. Sovyet devrimi, dünyadaki bütün mazlum halklarla ilgili olarak önemli, etkili sonuçlar ortaya koymuştur. Ama Kürdler için böyle bir sonuç yarattığı söylenemez. 1920’leden itibaren Sovyetler Birliği yönetimi her zaman, Kürdleri/Kürdistan’ı ezen devletlerin yanında yer almış, onlara her türlü desteği vermiştir. Bu ilişikilerin de irdelenmesi gerekir.
Bugün 28 üyeli Avrupa Birliği’nde, Luxemburg, Malta, gibi devletlerin nüfusu yarım milyon civarındadır. Kıbrıs’ta, Rumlar artı Türkler bir milyon etmemektedir. Estonya, Letonya Litvanya, Slovenya, Slovakya gibi devletlerin nüfusu 2-3 milyon civarındadır. Ama, Kürdler’in, Yakındoğu’da 40 milyondan fazla nüfusa sahip olmalarına rağmen, bir siyasal statüye sahip olmamaları dikkate değer bir durumdur. Avrupa Birliği’nde, sadece Almanya’nın, Fransa’nın, İngiltere’nin, İtalya’nın ve İspanya’nın nüfusu Kürdlerin Yakındoğu’daki, Ortadoğu’daki nüfusundan fazladır. Belki Polonya’nın Kürdlerinkine yakın bir nüfusu vardır. Geriye kalan 22 Avrupa Birliği üyesi devletlerin nüfusları Kürtlerin Yakındoğu’daki, Ortadoğu’daki genel nüfuslarından çok çok azdır.
Yakındoğu’da, Kürdlerin genel nüfusunun 40 milyonun çok üzerinde olduğu, örneğin 50 milyon olduğu da söylenebiler. Bu konuda de ilgili devletlerin neden ciddi, bir sayım yaparak Kürd nüfusunu saptamadıkları irdelenmelidir. Örneğin, Irak’ta, Kerkük’de nüfus sayımı yapılması anayasa gereği olmasına rağmen hükümet, nüfus sayımı yapmamak için direnmektedir. Saddam Hüseyin döneminde de böyleydi. Kürdistan demokrat Partisi Başkanı Mele Mustafa Barzani ve Irak devim Komuta Konseyi Başkan Yardımcısı ( Başbakan) Saddam Hüseyin arasında yapılan, 11 Mart 1970 andlaşmasının bir gereği olmasına rağmen nüfus sayımı yapılmamıştı. Nüfus sayımı yapılmamasının nedeni çok açıktır. Çünkü yapıldığı zaman Kürdlerin çok fazla olduğu ortaya çıkacaktır. Bu da resmi olarak kabulü istenmeyen bir durumdur.
47 üyeli Avrupa Konseyi’ndeki duruma da bakmak gerekir. 47 üyeli Avrupa Konseyi’nde, Liechtenstein, Andorra, San Marino, Monaco gibi ülkelerin nüfusları 40 nin 50 bin civarındadır. İslam Konferansı’nda, Arap Birliği’de, Afrika Birliği’nde, Birleşmiş Milletler’de de böyle devletler vardır. Basra Körfezi’de, Kuveyt, Bahrenyn, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri gibi devletlerin nüfusları bir milyoun altındadır. Okyanusya’da, Tavulu, Vanuatu, gibi nüfusu 0nbin, onbeşbin olan devletler bile vardır. Bu devletlerin ülke genişlikleri de Kürdistan’a nazaran çok küçüktür. Bazılar, Kürdistan’ın bir beldesi kadar bile değildir.
40-50 bin nufuslu Andorra, San Marino gibi devletlerin, Tavulu, Vanuatu gibi devletlerin ne gibi artıları var da devlet olmuşlar, Kürdistan’ın 40 milyonu aşkın nüfusuyla ne eksileri var da küçücük bir statü sahibi bile olamamış diye sormamak gerekir. Bu soruya verilecek hiçbir sağlıklı cevap yoktur. Cevap anti-Kürd tutumdur. Uluslar arası nizam anti-Kürd bir nizamdır. Uluslar arası nizamın neden anti-Kürd bir nizam olduğu, dünyanın, sağda olanlar olsun, solda olanlar olsun neden Kürd’e karşı olduğu, sağda olanlar olsun, solda olanlar olsun, neden Kürd’ü ezenlere destek verdiği elbette incelenmesi gereken bir durumdur. Güney Kürdistan’da, ABD ve Koalisyon güçlerinin 2003 de Irak’a müdahalesinden sonra kurulan Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni ayrıca değerlendirmek gerekir.
Uluslararası anti-Kürd nizamı pek çok olguyla, zengin olgusal dayanaklarla değerlendirmek mümkündür. 16 Mart 1988 Halepçe soykırımına karşı dünyanı tavır ve davranışı elbette çok çarpıcı bir örnektir. 13 Temmuz 1989 da, İran Kürdistan demokrat Partisi Lideri Abdurrahman Qasımlo’nun ve nun ve iki arkadaşının, Viyana’da, İran güvenlik güçleri Pasteranlar tarafından katledilmesinden sonra, Avusturya hükümetinin giderek Avrupa demokrasilerinin tutumunun yine çok çarpıcı bir örnektir. Bütün bunların zengin olgusal dayanaklarla irdelenmesi gerekir.
Bu ilişkiler çerçevesinde, devletlerin, uluslar arası kurumların eleştirilmesi elbette çok önemlidir. Avrupa’da, üniversitenin, basının, yargı kurumlarının, insan hakları kurumlarının eleştirilmesi önemlidir. Ama, herşeyden önce eleştirilmesi gereken, birinci planda eleştirilmesi gerekenler Kürdlerdir, Kürd aydınlarıdır, Kürd siyasetçileridir. Bağımsız devlet istemiyoruz, demek, sınırlarla, bayraklarla sorunumuz yoktur, dermek, emperyalizmin çizdiği sınırları benimsiyoruz, bu sınırlarla mutabıkız, demektir. Eğer böyle derseniz, 1920’lerde Kürdlerin/Kürdistan’ın başına nasıl lanetli bir çorap geçirildiğinin bilincine varamazsınız. Böyle denince, bu ilişkileri gündem almak zaten söz konusu olmaz. Eğer böyle derseniz, 1920 lerde, Yakındoğu’da ve Ortadoğu’da kurulan statükoda, neden Kürdleri/Kürdistan’ın statüsüz bırakıldığının bilincine varamazsınız.
İnsan Hakları Derneği, Diyarbakır Şubesi’nin çalışmalarına göre 243 toplu mezar vardır. Bu mezarlarda üçbinden fazla Kürd’ün cesedi bulunmaktadır. Toplu mezarlar hala açılamamıştır. Aileler çok yoğun çabalarına rağmen, çocuklarının, yakınlarının kemiklerine bile ulaşamamış, onlar için bir mezar yapamamışlardır. Eğer, sınırlarla sorunumuz yoktur vs. derseniz, böyle derseniz, bu konuları da unutur gidersiniz, bunları sorun yapmazsınız, bu konular, bilincinize çarpmaz olur…
Yakındoğu’da ve Ortadoğu’da, 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, en büyük, en ağır, en yaygın emperyalist saldırı Kürdlere, Kürdistan’a yapılmıştır. Mayıs- Haziran 1919’da, Hewler’den ve Kürkük’ten Süleymaniye’ye girişte, on km. mesafede, Basiyan’da, -bugün orada Şeyh Mahmud Berzenci’nin heykeli vardır-, zehirli gazlar ilk olarak İngilizler tarafından Kürdlere karşı kullanılmıştır. O günlerde yeni yeni üretilen savaş uçakları ilk defa Kürdlere karşı kullanılmıştır. ‘Nehirlerden kan akıyordu’ diye yazanlar, “Kürd köyleri yakılıp yıkıldı” diye yazanlar, daha sonra anılarını yazan sivil-asker İngiliz görevlilerdir.
1920’ler… Kürdlerin/Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması, paylaşılması. Bu, Kürdlerin, Kürdistan’ın üçüncü bölünüşü ve paylaşılmasıdır. Bu neyi anlatır? Kürdlerdeki bir zaafa işaret eder. Kürdlerde öyle bir zaaf var ki, ona hasım güçler onun o zaafından yararlanarak, onu bölüyor, parçalıyor, paylaşıyor ve onu kendi çıkarları doğrultusunda seferber ediyor.
Bugün Kürdistan, Kürdler, sadece devletler tarafından, -1920’lerde, İngiltere, Fransa, Türkiye, İran, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Türkiye, İran, Irak, Suriye- bölünmüş değildir, her parçada da yoğun bir ufalanma, parçalanma yaşanmıştır. Bu devletlerin, Kürdlere ilişkin farklı uygulamalar içinde oldukları da söylenebilir. Ama sonuçta anti-Kürd politikalar ve uygulamalardır. Birbirlerini destekleyen politikalar ve uygulamalar olduğu da açıktır.
Kürdler bugün çok parçalı bir toplumdur. Toplumsal bütünleşme de çok önemli bir sorundur. Sovyetler Birliği’ndeki, Ermenistan ve Azerbaycan’daki Kürdleri /Kürdistan’ı örneğin Kızıl Kürdistan’ı da unutmamak gerekir. Kızıl Kürdistan’ın neden yıkıldığı, Kürdlerin neden Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetlerine, Kırgızistan’a, Kazakistan’a, Türkmenistan’a, sürgün edildikleri, elbette, irdelenmesi gereken bir durumdur. Bütün bunlardan dolayı, 1920’lerin ve ondan sonraki gelişmelerin iyi incelenmesi gerekir.
Kürd/Kürdistan araştırmalar, örneğin, 15-20 yıl öncesine nazaran çok iyidir. Mücadelenin getirdiği fiili kazanımlar söz konusudur. Artık resmi ideoloji de eleştirilebilmektedir. Devletin yaratmaya çalıştığı ideolojik gerçeklikler eleştiri konusu olmakta, somut gerçekliklere dayalı analizler gün geçtikçe gelişmektedir. Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.