Barış, son yıllarda, en çok dile getirilen bir kavram oldu. 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde yine çok konuşuldu, çok talep edildi
Barış ve Demokrasi Partisi (BDP), PKK, Demokratik Toplum Kongresi (DTK) bu kavramı en çok kullananlardan ve barış talep edenlerden oldular.
Bu yazıda, son gelişmeleri de dikkate alarak, bu sürece ilişkin bazı duygularımı ve düşüncelerimi belirtmeye çalışacağım.
BDP’nin, PKK’nin, barış konusunda çok talepkâr olması, barışı sık sık dile getirmesi, bende her zaman bir tebessüm yaratmaktadır. Kendi içinde barışı dile getirmeyen, kendi içinde, Kürdler içinde, barışı hiç aramayan PKK’nin devletle barışmak için çok yoğun bir çaba içinde olması ne kadar anlamlıdır?
Devletin güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirilmiş üç bine yakın cinayet vardır. Aileler sürekli ve kararlı çabaları sonunda yakınlarının kemiklerine ulaşabilmişler, onlar için bir mezar yapabilmişler.
Yine devletin güvenlik güçleri tarafından işlenmiş üç bine yakın cinayet daha var. Aileler bütün çabalarına, aramalarına rağmen yakınlarının kemiklerine bile ulaşamamışlar.
Bu cinayetlerin zorla kaçırma-kaybetme sürecinde işlendiği, işkenceli sorgularda, gözlerin çıkarıldığı, kulakların, burunların kesildiği biliniyor.
“Faili meçhul” denen bu cinayetlerle birlikte köylerin yakıldığı, temel geçim kaynaklarının tahrip edildiği, yüzbinlerce Kürdün, ailenin, yerini yurdunu terke zorlandığı biliniyor.
BDP/PKK yaşanmış bu sürece rağmen devletle barışmak için yoğun bir çaba sarf ediyor. Ama, kendi örgütünden ayrılmış, yollarını ayırmış Kürdlere karşı her zaman itici davranıyor. Onlara, “hain”, ”ajan” şeklinde suçlamalar getiriyor.
PKK’den ayrılıp, ayrı bir yol izleyen bu kişiler de siyasal faaliyetlerini sürdürüyor. Çeşitli olaylara ilişkin düşüncelerini açıklıyorlar. Bu yazılarda, örneğin, PKK’ye karşı bir düşmanlığın dile getirilmediği de hemen fark ediliyor.
Buna rağmen, PKK bu kişilere karşı her zaman düşmanca bir tutum izlemektedir. Bu yetmiyormuş gibi, Qendil’deki PKK yöneticileri, PKK’den yollarını ayırmış bu kişilere zaman zaman suikastlar de düzenliyor. 24 Ağustos 2013\'de, Güney Kürdistan’da Qoysancak’da, Partiya Welatparêzên Kürdistanê üyelerine düzenlenen suikast girişimi üzerinde durulması gereken bir olgudur. Suikast girişiminde bulunanlar suçüstü yakalanmıştır. Barışın konuşulduğu, talep edildiği, Kürdistan Ulusal Kongresi toplama hazırlıklarının devam ettiği bu ortamda böyle bir suikast planı yapılması çok şaşırtıcı bir gelişme oluyor. Kürd aydınları tarafından imzalanan “Kürd Aydınları tarafında Mesut Barzani’ye Mektup” bu bakımdan dikkat çekici bir metindir. (www.kurdistanaktuel 6.9.2013) Bu mektupta aydınlar, Kürdistan Bölgesel Yönetimi, Kürdistan Başkanı Mesut Barzani’den, Partiya Welatparêzên Kürdistanê üyelerinin can güvenliklerinin sağlanmasını istiyorlar.
Dünyada birçok ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesi yürüten örgüt var. Bu örgütlerden ayrılıp siyasete farklı yapılarda devam edenler de var. Fakat, kanımca bu örgütlerin hiçbirinde, PKK’de olduğu gibi, ayrılanlar için, “ajan”, “hain” tipi suçlamalar yapılmıyor. Örgütlerde ayrılanlara şu veya bu şekilde maddi yardımlar da yapılıyor.
PKK’den, çeşitli nedenlerle ayrılanların PKK’deki yaşantılarına baktığımız zaman mücadeleye büyük katkılar sağladıkları, mücadeleye büyük emek verdikleri görülmektedir. Bu kişilerin önemli bir kısmı farklı alanlarda mücadeleyi sürdürmektedir. Ama, büyük sıkıntılarla karşı karşıya oldukları da bellidir. 30 yıllık mücadelenin büyük kısmında bu kişilerin emeği göz ardı edilemez.
Bu mücadelenin çok zor bir mücadele olduğu biliniyor. Mücadele toplumsal bakımdan tahribat da yaratıyor. Aileler mekanda parçalanıyor, çocuklar travmalar içinde büyüyor. Ailenin geçimini temin etmek, çocuklar için iyi bir eğitim sağlamak çok önemli bir meşgale oluyor.
Bu sıkıntılarla boğuşan arkadaşların başından şöyle olaylar geçiyor. Çoğu zaman küçük bir dükkan açılıyor. Ama kısa bir süre sonra dükkanlar kapatılıyor. PKK’liler, “hain”, “ajan”… diye bu dükkanlardan alış-veriş yapmıyorlar. PKK dışındaki Kürdler de “bu PKK’lidir” diye o dükkana uğramıyor. Türkler de “bu Kürd\'dür” diye o dükkana gitmiyor. Bu mücadelede toplumsal dayanışma da önemli değil midir? Kürdler arasında toplumsal dayanışma neden gelişmiyor?
PKK/BDP bunları kazanç mı sayıyor, başarı mı sanıyor? Bunların bir bütün olarak Kürdleri zayıf kıldığı çok açıktır.
Devletle barış yapabilmek için yoğun bir çaba içinde olan, hatta bazen yalvar-yakar bir üslup bir söylem geliştiren PKK/BDP’nin, kendinden ayrılan gruplarla barışı düşünememesi ilgi çekici bir durumudur. Hâlbuki Kürdleri güçlendiren, Kürdler arasında gerçekleşecek barıştır.
PKK/BDP’nin, Türk soluyla, işbirliği geliştirerek barışı aramaya çalışması olumlu bir durumdur. Ama, Kürdlerle, kendinden ayrılan gruplarla barışı oluşturamıyorsa, Türk soluyla geliştirilen işbirliğinin ciddi bir değeri yoktur. Kürdleri, devlet-hükümet karşısında güçlü kılacak olan Kürdler arasında gerçekleşecek barış ortamıdır.
Düşünelim ki, Kürd/Kürdistan sorunu her şeyden önce bir duruş sorunudur. Sağlıklı, sağlam bir duruş, “onlar kaç kişiler ki…” küçümsemesinden çok daha belirleyicidir. Eğer, sağlam bir duruşunuz yoksa, çok büyük kalabalıkları hareket ettirmeniz ciddi bir sonuç yaratmaz. Bu bakımdan bugünlerde, “Komeleya Tevgera Ciwanên Kurdistanê” yöneticilerinin tavrı bilince çıkarılması gereken bir tavırdır. “Biz Kürdistan ismini değiştirmeyeceğiz, siz yasalarınızı değiştirin” tavrı… Bu tavırda kararlı olmak. Kürd/Kürdistan sorununu esas ilerleten bu tutumlardır. Bu tutum Kürd/Kürdistan sorununun sağlıklı bir şekilde algılanmasına da hizmet etmektedir. Sorunun esasına dikkat çekmeden, çözüm konusunda öneriler geliştirmek de olumlu bir tutum değildir.
PKK/BDP’nin böylesine çaba sarf etmesi, bazen yalvar-yakar bir tutum izlemesine rağmen, hükümetin, Kürdleri muhatap kabul ettiği, bu taleplere olumlu cevap verdiği de söylenemez. Örneğin, BDP heyeti İmralı’ya, Abdullah Öcalan’a gidip geliyorlar. Başbakan bir defa bile, BDP heyetini dinleme, izlenimlerini, düşüncelerini alma gereğini duymamıştır. Devletin-hükümetin Abdullah Öcalan’la konuşması, Kürdleri, BDP’yi muhatap aldığı anlamına gelmemektedir. Başbakan, Recep Tayyip Erdoğan, hala “anadilinde eğitim olmayacak hükümetin gündeminde böyle bir konu yoktur” diyebilmektedir. “Komeleya Tevgera Ciwanên Kurdistanê” deki Kürdistan isminin kabul edilmemesi süreç hakkında önemli bir fikir vermektedir. Abdullah Öcalan ise, Ağustos 2013 ortalarında, kendisini ziyaret eden BDP heyetine, “devletle görüşmelerim sürüyor” demektedir. Bu konuşmaların içeriği açıklanmamaktadır.
Emekli yargıç Ümit Kardaş, 27 Ağustos 2013 tarihli ve 31 Ağustos 2013 tarihli Taraf gazetelerinde, “Dünyada Bir Gezegen Türkiye” başlıklı yazılarında çeşitli devletlerin anayasalarında anadilinde eğitimin nasıl düzenlendiğine dair belirlemeler yapmaktadır. İran-İslam Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti, Hindistan, Güney Afrika, Azerbaycan, Kazakistan, Ukrayna, Slovakya, Brezilya, Kolombiya, Gürcistan, Malezya dile getirilen devletler arasındadır. Bütün bu devletlerde, anadilinde eğitim konusunda bazı olumlu düzenlemeler vardır. Şunca mücadeleye rağmen, hükümetin, bu konuda hala redde, inkâra dayalı bir tutum içinde olması üzerinde durulması gereken bir olaydır. Bu olgu, resmi ideolojinin özenle incelenmesi gerektiğini anlatmaktadır. Askeri vesayete dayalı sistemde de, askeri vesayetin bir zamanlar baskı altında tuttuğu dinsel-muhafazakar bir anlayışa sahip hükümette de Kürd/Kürdistan sorununa ilişkin temel politikalar hiç değişmiyor. Bu sürecin de bilincine ulaşmak gereklidir.
Devlet-hükümet karşısında güç oluşturmanın en önemli yolu, Kürd kimliğine, kararlı, güçlü bir şekilde sahip çıkmaktır. Kürdçeye verilen önem artmalı, yaygınlaşmalıdır. “Seçmeli dersler” elbette çözüm değildir. Ama, şu aşamada, seçimlik Kürdçe derslerine talebin artması, yaygınlaştırılması önemlidir. Okulda, anadilinde eğitim için talepkâr olmak, bu talebi durmadan arttırmak, genişletmek önemli olmalıdır ama, evde bu sürecin geliştirilmesi de ihmal edilmemelidir. Her ev bir okul olmalıdır. Kürdler arasında barışı gerçekleştirmeye çalışmak da önemlidir. Barış konusunda, sürekli olarak, devletten hükümetten talepkâr olmak yerine, Kürdler arasında barış ortamı oluşturmak daha önemli olmalıdır. “Kürdler arasında birlik”e değil, Kürdler arasında oluşturulacak barışa vurgu yapmak daha önemlidir. Kürdler arasında barış yoksa birlik zaten olmaz.
Pzt, 09/16/2013 - 22:32 İsmail Beşikçi Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.