İnsanlık Araştırmaları Merkezi
22-27 Nisan 2017 günlerinde, Kürdistan’ın güneyinde, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde, Duhok’taydık. Duhok Üniversitesi’nde kurulan ‘Beşikci İnsanlık Araştırmaları Merkezi’inin açılışına katıldık. İBV Başkanı İbrahim Gürbüz, yönetim Kurulu üyesi İsak Tepe, Vakıf çalışanı, Necip Yeşil ve Diyarbakır temsilcimiz Ahmet Kani açılışta hazır bulundu. Açılışa Van’dan Xalid Sadini de katıldı. Kürdçe’den Türkçe’ye, Türkçe’den Kürdçe’ye tercümeyi, Xalid sadini ve Ahmet Kani yaptılar…
Duhok Üniversitesi’nde kurulan ‘Beşikci İnsanlık Araştırmaları Merkezi’ 23 Nisan 2017 günü açıldı. Açılışı, Duhok Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Muslih Duhokî, İsmail Beşikci’yle birlikte gerçekleştirdi. Açılışta, Kürdistan Bölgesel Yönetimi Dış ilişkiler Sorumlusu Hemin Hewrami, Duhok Valisi Ferhad Etruşî, Irak Eski Genel Genelkurmay Başkanı (2003-2014) Babekir Zebari, üniversitenin hocaları, kamu görevlileri, sivil toplum kurumlarının temsilcileri, öğrenciler hazır bulundu.
Açılıştan önce, Beşikci’nin yaşamıyla ve yayınlarıyla ilgili bir sergi de gezildi. Bu konularla ilgili bir video gösterimi de vardı.
Duhok Üniversitesi’nde, ‘Beşikci İnsanlık Araştırmaları Merkezi’nin kurulmasında, Rektör, Prof.Dr. Muslih Duhokî’nin çok büyük gayreti oldu. Duhok Üniversitesi bu konuda, İstanbul’daki İsmail Beşikci Vakfı’yla yoğun bir işbirliği içinde bu süreci gerçekleştirdi. ‘Beşikci İnsaniyet Araştırmaları Merkezi’ nin Başkanı Prof.Dr. Neşwan Şükrî’dir. Dr. Mizgin Muhammed Hesen, Dr. Halil Mustafa Osman da merkezde görevli akademisyenlerdir. ‘Beşikci İnsanlık Araştırmaları Merkezi’, çok geniş bir alana sahip. Duhok Üniversitesi Genel Kiaplığı’nın üst katı, bu merkez ve kütüphanesi için ayrılmış. Alan çok geniş. Kitaplık rafları ve masalar hazırlanıyor.
‘Beşikci İnsanlık Araştırmaları Merkezi’ İsmail Beşikci Vakfı’yla yoğun ilişkiler içinde projeler geliştirecek. Beşikci’nin kitaplarının, yazılarının, Kurmanci’ye ve Soranice’ye çevrilmesi önemli bir faaliyet olacak
Bu açılıştan sonra, ‘Kürdistan’da Bağımsızlık Düşüncesinin Gelişmesi, Olanaklar, Engeller’ konulu bir sempozyum başladı. Sempozyum iki gün sürdü. Bu uluslar arası bir sempozyumdu. Kürd akademisyenlerden başka, Avrupalı, ABD’li, Ortadoğulu yazarlar, akademisyenler de sempozyumda bildiriler sundular. Bu bildiriler etrafında tartışmalar da yapıldı. Duhok Üniversitesi, davetli akademisyenleri, Duhok’da Jiryan Oteli’nde ağırladı.
23 Nisan günü, sempozyum programının sona ermesinden sonra, Xalid Sadini’nin arabasıyla, dostumuz Tahsin’nin, Duhok Barajına yakın köylerine gittik. Köy çok yükseklerde ama yine de dağların eteğinde yer alıyor. Doğa çok canlı. Here taraf çiçek, böcek…
24 Nisan günü, sabah, sempozyum başlamadan, Rektör, Prof.Dr. Muslih Duhokî ile birlikte televizyonlara röportaj verdik. Röportajlarda, Duhok Üniversitesi’nde ‘Beşikci İnsanlık Araştırmaları Merkezi kurulurken, İstanbuldaki, İBV ile kurulan ilişkiler de dile getirildi.
***
21 Nisan günü, İstanbul’dan, Sabiha Gökçen Havaalanı’ndan 23.15’de kalkan uçak, Hewler Havaalanı’na 22 Nisan gecesi 02.00 sularında indi. Hewler Havaalanı’nda bizi, Abdurrahman Êfem Dolak’ın torunu Haluk Sayın ve Serbest Şêrwanî, Serdar gibi arkadaşları karşıladı. Haluk Sayın’ın bizi karşılayacağını biliyorduk. Daha önce bu konuda iletişim gerçekleşmişti. Hewler Havaalanı’nda bizi karşılayanlar arasında, ‘Beşikci İnsanlık Araştırmaları Merkezi’nden arkadaşlar da vardı. Ve Onlar bizi o saatte Duhok’a götürmek istiyorlardı. Fakat Başkan Prof.Dr. Neşwan Sükrî, bizim Başkan İbrahim Gürbüz’e bu konuda bilgi vermemişti. Bu bakımdan biz o saate Duhok’a gidemedik. Haluk Sayın’la ve arkadaşlarıyla birlikte kaldık
Haluk Sayın, Hewler’de, Duhok’da ve Türkiye’de iş yapan bir iş adamı. Hewler’de ve Duhok’ta mobilya mağazaları var. Süleymaniye’de de bir mobilya mağazası açma girişimi içinde… Türkiye’de, İnegöl, Samsun, Ankara gibi alanlarda üretilen mobilyalar, Hewler’de, Duhok’da değerlendiriliyor. Ayrıca, Çin’nden mobilyalık kumaş getirtiyor. İnegöl, Samsun, Ankara gibi alanlarda mobilya üreten iş yerlerine mobilyalık kumaş sağlıyor.
Haluk bizi, İtalyan City’deki evinde ağırladı. İki katlı, güneşi bol, bahçeli bir ev. Haluk, 22 Nisan günü, Hewler’den Duhok’a ulaşmamızı sağladı. Duhok’a bizi, kendi arabasıyla götürdü. Duhok’a akşama doğru vardık. Jiryan Oteli’nde, Merkez’den bizi bekleyen arkadaşlar vardı. Bir süre onlarla birlikte sohbet edildi. Haluk bizim 24 Nisan tarihinde, Duhok’dan Hewler’e ulaşmamıza da yardımcı oldu.
Abdurrahman Efem Dolak, 1958 yılında yayına başlayan İleri Yurt Gazetesi’nin sahibiydi. İleri Yurt Gazetesi’nde Musa Anter yazar, Canip Yıldırım Yazı İşleri Müdürü olarak çalışıyordu. İleri Yurt Gazetesi, 1958’deki yazılarından dolayı epey sorunlarla karşılaşmıştı. Abdurrahman Efem Dolak, 17 Aralık 1959’da, gözaltı ve tutuklamalarla gerçekleşen ve 49’lar Davası olarak bilinen davada da yer alan Kürd yurtseverlerden biriydi. Abdurrarhman Efem Dolak’ın, Musa Anter’in, Canip Yıldırım’ın yazıları, 1962’de yayına başlayan, Ahmet Hamdi Başar’ın yönettiği Barış Dünyası Dergisi’nde de yayımlanırdı. Dededen torunlara, yurtseverlik duygusunun düşüncesinin sürüyor olması güzel bir şey… İstanbul’da bu torunlardan birkaçıyla daha tanışmıştım. Abdurrahman Efem Dolak’ın kütüphanesinin Diyarbakır’da olduğunu öğrendim. Dilerim iyi korunmuştur.
Hewler’de, Haluk Sayın ve arkadaşlarıyla beraber, 25 Nisan akşamı, eski Irak parlamentosu Kürd grubu milletvekillerinden Orhan’ın İtalyan City’deki evinde verdiği yemeğe katıldık. Yemekte, Hewler asayişinde ve emniyetinde görevli memurlarla, peşmergelerle tanıştık.
26 Nisan günü, Silvanlı iş adamı Mahsun’nun lokantasında Prof.Dr. Ferhad Pirbal’la görüşmemiz çok yararlı oldu. Daha sonra da İBV Hewler Şubesi’ni, ondan sonra da, Barzani Vakfı’nı ziyaret ettik. Barzani Vakfı’nda, Başkan Musa Ahmed’le, İBV’nin Hewler Şubesi’nin sorunları üzerinde bir süre görüşmeleri, tartışmalar oldu. Musa Ahmed’in Mîr ve Dengbej hikayesi çarpıcı bir hikayeydi. Daha sonra da mühendislik bürosunda hep birlikte, Mutlu dostumuzu ziyaret ettik. Uçak, Hewler’den İstanbul’a, 26 Nisan günü 15.35’de havalandı.
İBV Hewler Şubesi’nde, emekli bir iş kadını Azize Turan’la tanıştık. Vakfa işadamı Ata’yla ve Güneybatı Kürdistan’dan Kamışlo’dan, bir yazarla, Hozan Ehmed Dêrşewî ile birlikte gelmişlerdi. Azize Turan, oğlu Kürdçe öğrensin, Kürdçe eğitim alsın diye Diyarbakır’dan Hewler’e gelmiş. On yıldır burada yaşıyor. Vakfın Hewler Şubesinde gönüllü olarak çalışabileceğini söyledi. Vakıf için büyük şans…
Bağımsızlık Sürecinin Gelişmesi
Kürdistan’nın Güneyi, Kürdistan Bölgesel Yönetimi, ekonomik ve toplumsal bakımlardan gelişme olanaklarına sahip bir bölge. Fakat siyasal bakımdan Irak’a bağlılık bu gelişmeyi engelliyor. Hava sahasını denetleyememesi, uluslar arası kurumlardan kredi alamaması bu bağlılıkla ilgilidir. Para-banka sistemini oturtamaması, vergi sistemini kuramaması yine bu konuyla yakından ilgilidir. Bölgede çok dinamik bir ticari hayat var. Bugünkü koşullarda, Kürd hükümetinde, para olmayabilir, ama özel kişilerde birikmiş paradan söz etmek mümkündür. Bunlar da bankacılık sisteminin kurulması, Merkez Bankası’nın kurulmasıyla, para ilişkilerinin düzenlenmesiyle mümkündür. Özel kişilerde biriken paranın ekonomiye yönlendirilmesi ancak böyle olur. Bütün bunlar bağımsızlıkla gelişebilir. Bölgenin ekonomik ve toplumsal gelişmesi bağımsızlık süreciyle yakından ilgilidir. Bağımsızlık bu tıkanmanın önünü açar. Kanımca, bağımsızlık, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde, adeta bir mecburiyet olmuştur. Irak’a bağlılık bu gelişmeyi engelleyen, ekonomik ve toplumsal potansiyelin açığa çıkmasını engelleyen çok önemli bir etkendir.
Bu tür sorunlar gündeme geldiği zaman, Kürdlerin bir kısmı, ‘ekonomimiz çok kötü, rüşvet, yolsuzluk dolandırıvcılık var…’ gibi engellerden söz ediyorlar. Bağdat’a bağlı kalarak, Kürdistan ekonomisisin önünün açılması mümkün değildir. Rüşvet, yolsuzluk, dolandırıcılık gibi süreçler ise Bağdat’da misli misli çoktur. Bunu bizzat Araplar söylüyor. Hewler’in, Duhok’un 15-20 yıl öncesini de bilen Araplar söylüyor. Bugün, Hewler, Duhok, Süleymaniye modern bir Batı şehri görünümündedir. Süleymaniye, şüphesiz daha öncelerden de gelişmiş bir şehirdi. Ama Hewler, Duhok, Bağdat’dan ayrılan % 17’lik daha doğrusu, birçok kesintiden sonra verilen % 13’lük bütçe ile yaratılmıştı. Kürdistan’da, üç-dört siyasal partinin, kendi örgütsel çıkarlarını daha öne koyan çatışması söz konusudur. Bağdat’da ise siyasal parçalanmışlık çok daha fazladır. Belki sekiz-on grubun çatışması söz konusudur. Bağdat’a bağlı kalmak, Irak’ın birlği gibi anlayışları sürdürmek, Kürdistan’ın hiçbir sorununu çözmez.
Bağımsızlık Sürecinin, Referandumun ciddiyetle Yürütülmesi Gerekir.
Ama bu önemli sürecin pek de ciddiyetle yürütülmediğine dair görüntüler de söz konusudur. Partilerin ordusu vardır ama devletin hala bir ordusu yoktur. Örneğin Ankara’da partilerin temsilcileri vardır ama devletin bir temsilcisi yoktur. Siyasal partilerin ayrı ayrı maliyeye sahip olmaları elbette yanlıştır. Hala YNK’lilik, KDP’lilik, Goran’lık… önde gelmektedir. Bu, siyasal partilerin, hala, kendi örgütsel çıkarlarını ön plana koymalarıyla, Kürdistanî duyguların, düşüncelerin yaratılamamasıyla yakından ilgilidir. Partiler, kendi örgütsel çıkarlarını, Kürdistan’nın gerçek çıkarları budur diyerek ön plana koymaktadırlar.
Bunca yıldır, bu kadar ağır bedellerin, Enfal’in, Süleymaniye Merkez Güvenlik Karargahı gibi cezaevlerinin Kürdistanî duyguları, düşünceleri yaratamamış olması, hala siyasal partilerin örgütsel çıkarlarının ön planda olması şaşırtıcıdır. Enfal’e rağmen, Süleymaniye Merkez Güvenlik Karargahı gibi cezaevlerine rağmen ’Irak’ın birliği’ gibi bir anlayışın hala seslendiriliyor olması şaşırtıcıdır. Süleymaniye Merkez Güvenlik Karargahı gibi cezaevlerinin hatırlatılması, insana derin bir hüzün veriyor. Bu cezaevlerinde ‘Kadınların Şerefini lekeleme Odaları’ gibi odalar vardı. Bunların bile bağımsızlıkçı bir duyguyu, düşünceyi ön plana getirememesi, hala ‘Irak’ın birliği’ gibi anlayışların ortada dolaşması şaşırtıcıdır. Bu odalarda Saddam Hüseyin rejimi, kimleri görevlendiriyordu? Bunun da ‘İslam Kardeşiği’, ‘Ümmet Kardeşliği’ anlayışları çerçevesinde irdelenmesi gerekir. Türkiye’nin, 25 Nisan günü, Güneybatı Kürdistan’daki, Karaçok’a ve Başur’daki Şengal’e saldırısı, partiler arasında Kürdistanî duyguların, yaratılamaması ile yakından ilgilidir. Birlik oluşamaması bu tür saldırılara da zemin hazırlıyor.
Kürdistan Parlamentosu’nun etkin olmaması şüphesiz çok önemli bir eksikliktir. Bütün bunlar, bağımsızlık sürecinin ciddiyetiyle uyuşmamaktadır. Kürdistan Demokrat Partisi’nin, Türkiye’de, ‘Kürdistan Demokrat Partisi kuruyoruz’ ‘Biz 1965’in devamıyız’ diyenlerle ilişkisi de sağlıklı bir ilişki değildir. Kürdistan’da, hiçbir tabana sahip olmaya bu kişilerin, Hewler’de, yöneticilerden ilgi görmesi şaşırtıcıdır.
Ciddiyetten uzak bir gelişme de bağımsızlık refarandumunun tarihiyle ilgili açıklamalardır. ‘Eylül’de yapılacak’, ‘Bu yıl içinde muhakkak yapılacak…’, Sonbahar’da yapılacak…’ ‘Ağustos’da yapılması muhtemell…’ Halbuki, ayıyla, günüyle kesin bir tarih belirlenip ona göre hazırlık yapılması gerekir…
PKK/KCK, Şengal …
Şengal Kürdistan toprağıdır. Saddam Hüseyin Rejimi, Baas yönetimi, 1970’lerin başından itibaren, Kürdistan’ın nüfus yapısını değiştirmek için büyük çabalar sarfetmeye başladı. Kürdistan’ın çeşitli alanlarında, Kürdleri yerlerinden yurtlarından kopararak, Irak’ın güneyine, Arap çöllerine sürgün etti. Kürdlerden boşalan alanlara Arapları yerleştirmeye başladı. Kerkük, Xaneqin gibi alanlarda, bu politika kararlı bir şekilde uygulandı. Bu dönemde, Baas yönetimi, Ezidi köylerini yıktı. Ezidi Kürdler için, köy-kent denilen daha büyük köyler kurdu. Ezidileri bu köylerde toplamaya başladı. Bu yeni süreçde, Ezidiler arasına Arap aileleri de yerleştirmek önemli bir politika oldu. Arapların Şengal’de görülmeleri 1975 sonrasıdır. Baas yönetimini bu politikalarından sonradır.
Suriye’deki Baas rejimi de, Güneybatı Kürdistan’da, Rojava’da, benzer politikaları yaşama geçirdi. Nurettin Attas ve Hafız Esad dönemlerinde, 1960’larda, 1970’lerde, 80’lerde, bu politikalar kararlı bir şekilde uygulandı. Verimli Hilal’de, birçok alandan, Kürd aileler kopartılıp Güney Suriye’ye sürgün edildi. Kürdlerden boşalan bu alanlara, Arap aileler yerleştirildi. Kürdistan’ın nüfus yapısını değiştirmek, gerek Irak’ta, gerek Suriye’de, Baas partilerinin çok önemli bir politikası oldu. Kürdistan’da Kürd nüfusu azaltmak, Arap nüfusu çoğaltmak, Baas partilerinin çok önemli bir politikasıydı.
Bugün Kürdistan Bölgesel Yönetimi, Kürdistan’dan koparılmış, Kerkük, Xaneqin, Şengal gibi alanları, Kürdistan’a katabilmek için çok yoğun bir mücadele yürütüyor. Bağımsız Kürdistan’da, Şengal, elbette, farklı dini inancından dolayı, özerk olacaktır. Bu çok açık. PKK/KCK’nin, Şengal’deki varlığı ise, Şengal’i Irak’a bağlama çabası olarak değerlendirilmektedir. PKK/KCK, ‘Ezidilere özerklik sağlamaya çalışıyoruz’ demektedir. Bu da, Irak’ın birliği içinde Ezidi Kürdlere özeklik anlamına gelmektedir. Bağımsız Kürdistan içinde Ezidi Kürdlere özerklik zaten tasarlanırken, Irak’ın birliği anlayışı içinde Ezidilere özerklik aramak çok yanlış bir politikadır.
1990’larda, başbakanlık yapan, Tansu Çiller zaman zaman, ‘bir çakıl taşı bile vermeyiz’ diyordu. PKK’nin, Kürdlerin buna cevabı, ‘zaten istemiyoruz ki!’ olmamalıdır. PKK/KCK çok şey istemelidir. Bağımsız Kürdistan isteyenlere, bu sürecin gelişmesine engel olmamalıdır.
Yakındoğu’da, Ortadoğu’da bağımsız Kürdistan devleti istemeyenler, aslında, başta, Türkiye, İran, Irak, Suriye gibi devletlerdir. ’Devlet istemiyoruz, Kürdlere devlet gerekmez. Devlet kötüdür…’ anlayışı, bu devletlerin sözcülüğünü yapmaktan başka bir şey değildir. Kürdlere devlet gerekmez diyen, PKK/KCK’nin, bağımsız Filistin devletine taraf olduğu, bunun için çaba harcadığı, örneğin HDP’nin, programında bağımsız Filistin’e destek verildiği yakından bilinmektedir. Türkiye, İran, Irak, Suriye gibi devletlerin de bağımsız Filistin’e destek verdiği, bunun için çok gayret ettikleri yakından de biliniyor.
Şengal’de kalmakta ısrar eden PKK/KCK’nin, İran, Irak gibi devletlerle, Haşdi Şabi gibi örgütlerle ilişki içinde olduğu, bunların, Kürd, Kürdistan karşıtı bir anlayışa sahip olduğu biliniyor. PKK/KCK tarafından kurulan YBŞ’nin, Haşdi Şabi gibi Kürdlere hasım örgütlerle ilişki içinde olduğu açık bir gerçekliktir.
Cannon Fodder
Kürd Tarihi Dergisi’nin 28. Sayısında, (Ocak-Şubat- Mart 2017) Serhat Alan Merwanî’nin, ‘Puşkin Kürler Arasında’, başlıklı bir yazısı var (s. 4-7) Mesut Yeğen Hoca, derginin bu sayısını tanıtırken bu yazı için , ‘keşke biraz daha uzun olsaydı’ diyor. (s. 2) Mesut Hoca’nın bu dileğine, bu duygusuna katılmamak mümkün değil.
Serhat Alan Merwanî, Cannon Fodder’i şöyle anlatıyor: ‘ Cannon Fodder, savaşan taraflardan birinin, kendi ülkesinde sevmediği bir etnik grubu, bilerek ön cephede savaştırıp düşmana karşı yem olarak kullanmasıdır.’ Günümüzde buna vekalet savaşları da deniyor.
Serhat Alan Merwanî’nin yazısın sön cümlesi de dikkat çekici. ‘… Ya Kürdler? 21.yüzyılda Kürdlerin hala cannon fodder olmaları büyük bir trajedi değil midir?’
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.